ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne (UGS) bu kez emperyalizm ve faşizm kavramlarının ışığında bakacağım. UGS salt bir dış politika metni değil; Amerika’nın özellikle Latin Amerika’ya yönelik tarihsel bakışını radikal biçimde yeniden canlandıran, bir emperyalist/faşist proje: 19. yüzyılın ikinci yarısında ABD emperyalizmi, hegemonyası yükselirken tasarlanan Monroe Doktrini, 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken yeniden gündeme geliyor. UGS yalnızca Latin Amerika’ya dış müdahaleleri engelleme iddiası taşımıyor; Latin Amerika’yı ekonomik, siyasal ve askeri bakımdan ABD’nin doğal hâkimiyet alanı olarak ilan ediyor.
MONROE DOKTRİNİ
UGS’nin Latin Amerika doktrini, klasik emperyalizmin güncellenmiş bir versiyonu. Tekelci kapitalizm aşamasında, kapitalizmin yapısal kriz evrelerinde merkez ülkeler, çevreyi yeniden yapılandırmak, kaynak akışını güvenceye almak için rıza alma (dolaylı kontrol) politikalarını yetersiz bularak şiddet (kinetik şiddet ya da askeri mali şiddet, tehdit) araçlarına başvururlar; emperyalizm hegemonya ilişkisinden uzaklaşarak imparatorluk ilişkisine kaymaya başlar. ABD’nin bugünkü tutumu tam da bu momenti gösteriyor: Latin Amerika’nın limanlarından enerji hatlarına, kritik minerallerden dijital altyapıya kadar “stratejik varlıklarının” yabancı (yani Çin) etkisinden arındırılması ve son tahlilde Amerikan şirketlerine açılması talep ediliyor.
Bu noktada, Project 2025’in UGS’de yankılanan Latin Amerika’ya dair dili, tarihsel Monroe Doktrini’nden bile daha çıplak: “Arka bahçe” metaforundan hareketle ülkelerin iç politikasına müdahale hakkı, tehdidi ve gerekirse zor kullanma opsiyonu açıkça dile getiriliyor. Bu, yalnızca jeopolitik kontrol değil; siyasal öznellik -egemenlik- üzerindeki bir tahakküm iddiası. Bu stratejik yaklaşım, siyasal teori açısından baktığımızda, klasik emperyalizm ile faşist mekân anlayışı arasında dikkat çekici bir kesişme yaratıyor.
LEBENSRAUM
Faşizm, yalnızca totaliter bir yönetim değil, aynı zamanda ulusun “hak ettiği yaşam alanını” (Lebensraum) genişletme iddiasıdır. Nazi Almanya’sının Lebensraum kavramı, etnik, kültürel üstünlük varsayımına dayanarak komşu coğrafyaların siyasal bağımsızlığını geçersizleştiren bir söylem üretmişti.
Project 2025’in etkisiyle UGS’ye giren “kültürel bütünlük”, “medeniyetin korunması” ve “demografik dönüşüm tehdidi” gibi ifadeler, açıkça ırkçı bir etno-nasyonalist perspektife yaslanır. Bu dil, kültürel farklılığı güvenlik riski ilan eden, ulusal kimliği etnik homojenlikle özdeşleştiren klasik faşist söylemin güncel bir uyarlamasıdır. Tarihsel olarak Nazi Almanya’sının Volksgemeinschaft ve Lebensraum kavramlarında gördüğümüz gibi, “kültürel uyum” ve “yaşam alanı” gerekçeleri bugün UGS’de hemisferik hâkimiyet, göçün bastırılması ve Latin Amerika’nın yeniden şekillendirilmesi için kullanılıyor. Hatta “uygarlığı gerilemekte olan” Avrupa’yı da (kurtarma niyetiyle) kapsıyor. Böylece metin, jeopolitik stratejiyi etno-ırksal bir hiyerarşiyle birleştirerek tehlikeli bir yeni-faşist mekân ve nüfus mühendisliği anlayışını meşrulaştırıyor.
UGS, Latin Amerika’yı “bizim hemisferimiz”, “bizim ekonomik ve stratejik alanımız” olarak tarif ederken “kültürel olarak uyumlu” (“coherent” homojen-beyaz Hıristiyan; Volksgemeinschaft) ulus kavramı ile birleştirerek, Avrupa’yı da kapsayan jeopolitik bir Lebensraum mantığını benimsiyor. Stratejik kaynakların “yanlış ellere geçmesi”nin ulusal güvenlik tehdidi sayılması, bölge hükümetlerine açık baskı, şirketlere yönelik “ABD’ye öncelik tanıma” zorunluluğu, hepsi aynı emperyalist-faşist mekânsal tahakküm mantığının güncel biçimleri.
Kısacası, Project 2025 ışığında hazırlanmış UGS (kimi yorumcular “Vance-Miller” belgesi diyor), emperyalizm ile faşist mekân politikasını birleştiren, Latin Amerika üzerinde hak iddia eden, Avrupa’da rejim değişikliği arzulayan, yeni bir stratejik moment yaratıyor.
Ancak Latin Amerika’nın hafızasında, ABD’nin askeri darbelerine, örtülü operasyonlarına, bölge halklarının tepkilerinden kaynaklanan güçlü bir antiemperyalist, Avrupa’da da her şeye rağmen ilerici demokratik bir gelenek var. UGS’nin yeni “hemisferik Lebensraum” vizyonu yeni savaşlar, baskıcı rejimler üretecek.