Türkiye, yıllardır siyasal İslam rejiminin “toplumsal ruh mühendisliği” projesinin baskısı altında yaşıyor. Prof. Örsan K. Öymen’in de belirttiği gibi “Müzisyenlerin sahnedeki kıyafetleri ve dansları yüzünden gözaltına alındığı, tutuklandığı, hapse mahkûm edildiği; müzik festivallerinin ve konserlerin iptal edildiği, yasaklandığı ve insanların yaşam tarzlarına doğrudan baskı uygulandığı bir ülkede, ‘uyuşturucuya karşı mücadele’ adıyla yürütülen operasyonların gerçekten uyuşturucuyla mücadele amacı taşıyıp taşımadığı en azından tartışmalıdır.” (Cumhuriyet. 20.12)
AKP iktidarı, Cumhuriyet döneminin biriken estetik mirasla rekabet edebilecek bir “alternatif” üretmeyi başaramıyor; bu kısırlık, rekabet edemediği bir sanat alanının varlığına katlanamıyor, baskıyla susturmayı tek çare olarak görüyor. Bugün sahnelerden dijital platformlara uzanan sansür dalgası; hangi arzuların meşru, hangi kimliklerin görünür, hangi duyguların saygın sayılacağına dair kapsamlı bir “ruh mühendisliği” projesi olarak işliyor.
Bu “ruh mühendisliği” eğitimi, aileyi, bedeni ve cinselliği aynı ideolojik şema içine yerleştiriyor; “2025 Aile Yılı” ilanı da bu çerçevede LGBTİ+ varoluşunu bir sapma, bir “tehdit” olarak kodlayan siyasal dilin aracı haline geliyor. Böylece devlet, yurttaşı yalnızca hukuken değil; arzuları, sevgisi ve beden dili üzerinden de biçimlendirmeye çalışan bir “biyopolitik” yürütüyor.
İktidarın, seküler cumhuriyetçilere karşı ilan ettiği “kültür savaşları”nda örneğin “milli ve manevi değerler”, “toplumun hassasiyetleri” gibi, siyasal İslamcı bir azınlık tarafından tanımlanan muğlak kavramlar, gerçekte ataerkil ve Sünni-muhafazakâr bir “dinci hakikat rejimi”ni topluma dayatmanın ideolojik araçları olarak kullanılıyor.
Bu yeniden şekillendirilen toplumda sanatçıdan, siyasal İslamın “hakikat rejimi”nin çizdiği siyasal, ideolojik, kültürel, hatta dilsel sınırları ve “biyopolitiğin” cinsiyet kodlarını (beden estetiğini, üreme normlarını) asla zorlamaması bekleniyor. Peki sanatçı ne yapacak? Eğlendirecek, “eğitecek” ama yönetenleri ve toplumsal düzeni eleştirmeden; yaratma özgürlüğünü terk ederek iktidarın ayakta kalmak için kullandığı estetik objeleri üreten bir zanaatkâra, salt icracıya dönüşecek.
Bu “deli gömleği” yalnızca sanatsal objelerle sınırlı değil. Rejim, hegemonyasının gerilemesini durduramadığı için sürekli yeni düşmanlar yaratmaya çalışıyor; bu bağlamda özellikle LGBTİ+ temsillerini, “queer bedenleri” ve onların hikâyelerini, kurmak istediği “makbul vatandaş” imgesinin tam karşısına yerleştirerek ötekileştiriyor. Böylece hedef alınan sadece sahneler, resimler, görüntüler, anlatılar ya da ekrandaki bir öpüşme, ilişki veya kimlik değil; toplumun kendi çoğulluğunu tanıma özgürlüğü, bu çoğullukla barışabilme şansı oluyor. Toplum, patolojik bir kutuplaşmayla boğucu bir totaliter arzu arasına sıkışıyor.
Tüm bu tablo, aslında yeni bir “sanat rejimi” kurma girişimine de işaret ediyor: Neyin sanat sayılacağını, kimin konuşabileceğini, neyin söylenebilir, gösterilebilir olduğunu, kısacası duyumsanabilir olanın sınırlarını siyasal iktidarın belirlemesi isteniyor. “Aile yılı”, “milli değerler”, “ahlak” gibi kavramlar, bu yeni “sanat rejimi” için bir anayasa gibi çalışıyor; sanatçıdan, Platoncu anlamda “eğiten” ama asla yönetenleri, düzeni ve cinsiyet rejimini sorgulamayan steril bir estetik üretmesi bekleniyor.
Ortaya çıkan manzara, Hitler Almanya’sının ya da totaliter, teokratik rejimlerin sanatla kurduğu ilişkinin güncellenmiş bir versiyonudur. Kutsal mesaja sadakat ve “artık değer” sömürüsü, sanatın hareket alanını parantez içine alıyor.
İnsan adalete dair sorunlarını konuşabilme kapasitesiyle hayvanlardan ayrılır (Aristoteles). Türkiye’de konuşulabilir, duyumsanabilir olanın sınırları hızla daralırken sanatın ve sanatçının saldırı altında, adaletin ve yargının derin bir krizin içinde olması hiç de bir rastlantı değildir.
PS: Özgür Özel CHP’sinin ekonomi politikasının neoliberalizme “patika bağımlılığı” bir ölçüde (İmamoğlu bağlamında) anlaşılabilir. Ama hiç olmazsa parti programında, bu “ruh mühendisliği” karşısında bir direnç, toplumu bu deli gömleğinden kurtarma konusunda bir kararlılık olmalıydı.