Böyle diktatörlük olur mu? - II Böyle diktatörlük olur mu? - II <p>Geçen pazar yayımlanan “Böyle Diktatörlük Olur mu?” başlıklı yazım çok ses getirdi. Yazıda, 1924 Anayasası tasarısında cumhurbaşkanına gerektiğinde Meclis’in feshedilip seçimlere götürmesi ve Meclis’te kabul edilen kanunların veto edilmesiyle ilgili yetkilere karşı Mahmut Esat Bozkurt ve Şükrü Saracoğlu’nun muhalefet edip karşı duruşları anlatılmıştı.</p> <p>Atatürk, bu genç milletvekillerini dinledi, notlar aldı, sonunda kendisinin de desteklediği bu iki önemli maddeden vazgeçti. </p> <p>Bu nedenle yazı, “Bu nasıl diktatör? Böyle diktatör olur mu? Yapılan itirazlar üzerine, kendisine verilmek istenen yetkilerden vazgeçen diktatör görülmüş müdür? Atatürk diktatör değil, tam bir devrimci, akıl ve bilime inanan bir önderdi” diyerek bitiyordu.</p> <p>Sosyal medyada yoğun olarak paylaşılan yazı ile birlikte “Dr. Reşit Galip’i unutmayalım” uyarıları aldım.</p> <p>Bu nedenle, bu hafta “Böyle Diktatörlük Olur mu?-II” yazısıyla Dr. Reşit Galip’i anacağız.</p> <h3>AYDINLANMA DEVRİMCİSİ</h3> <p>Dr. Reşit Galip, yine bu sayfada yer alan özgeçmişinden de anlaşılacağı gibi Aydınlanma devrimlerini benimseyen, gerçek cumhuriyetçi bir kişiliğe sahipti.</p> <p>Bir gece Dolmabahçe’de, Atatürk’ün sofrasında, eğitim konuları konuşuluyordu. Dr. Reşit Galip o sırada Halkevlerinin sahneye koyduğu piyeslerde kadın rolleri için Ankara Kız Lisesi’nden, kendi arzu ve istemiyle seçilen öğretmenlere Milli Eğitim Bakanı Esat Bey’in (Sagay) izin vermediğini belirterek sert eleştiride bulundu ve “Kadın konusu inkılabın en önemli konusudur” dedi.</p> <p>Milli Eğitim Bakanı Esat Bey (1874-1938) Atatürk’ün Harp Okulu’ndan hocasıydı ve Bursa milletvekiliydi. Atatürk, hocası Esat Bey’e saygı duyuyordu.</p> <p>Atatürk’ün karşısında konuşan Dr. Reşit Galip, henüz 39 yaşındaydı ve gençlik heyecanını frenleyemiyordu. Atatürk, hem hocası hem de kendi Milli Eğitim Bakanını korumak amacıyla bu konunun uzatılmamasını istedi.</p> <p><img src="https://media.cumhuriyet.com.tr/Archive/2022/10/2/022623467-aa.jpg" width="100%" /></p> <h3>‘SİZİ DE ELEŞTİRİRİM’</h3> <p>Reşit Galip, “Bu inkılap ve düşünce konusudur, düşüncemizi söylememiz gerekir” diye yanıt verdi.</p> <p>Atatürk soğukkanlılıkla, “Merak etmeyin, her şey düzelecek” diyerek Dr. Reşit Galip’i yatıştırmak istedi. Ancak Reşit Galip konuşmasını sürdürüyordu. Bir ara Reşit Galip, “Devrimci devrimcidir. İnsanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Meclis’te bunca genç, bakanlık yapacak yetenekte kişiler varken böyle yaşlı kişileri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır” dedi.</p> <p>Atatürk, Reşit Galip’i çok severdi. Zekâsını, çalışma gücünü, inkılapçılığını, vatanseverliğini takdir ediyordu, onu kırmak istemiyordu. “Sizi bir kere daha sabır ve sükûna davet ederim. Arzularınız olacaktır” dedi.</p> <p>Dr. Reşit Galip, “Devrimleri korumak için sizden izin istemem. Bu konuda sizi de eleştiririm” diye yanıt verdi.</p> <p>Dr. Reşit Galip o kadar doluydu ki iradesine egemen olamıyor, şikâyet oklarını birbiri ardından, bir yaylım ateş gibi açıklıyordu. Sofra ve oturanlar trajik bir havaya boğulmuştu, kimse nefes alamıyordu. Atatürk, üzüntülüydü, fakat soğukkanlılığını kaybetmedi. Sakin ve hoşgörülü bir tavırla:</p> <p>- Siz böyle konuşmakta devam ederseniz, ben size muhatap olmamakta mazurum, yoruldunuz biraz dinlenin, dedi.</p> <h3>‘BU SOFRA, MİLLETİN SOFRASIDIR OTURMAK BENİM DE HAKKIM’</h3> <p>Reşit Galip, Atatürk’ün bu sözlerine “Beni kovuyor musunuz? Burası milletin malıdır. Burası milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak benim de hakkımdır” diye yanıt verdi.</p> <p>Sofradakiler merakla durumu izliyorlardı. Atatürk şimdi ne yapacaktı? Diktatörler böyle olaylarda ne yaparlardı?...</p> <p>Herkesin hayretleri içinde Atatürk, koltuğunu geriye itti… Ayağa kalktı ve “O halde sofrayı terk etmek bize düşüyor” dedi ve sofrayı bırakarak odasına çekildi. Yemek masası tatsız bir biçimde dağılmıştı.</p> <h3>PENCERE KENARINA ÇEKİLİŞ</h3> <p>Sofrada yalnız kalan Reşit Galip, denize karşı bir pencerenin yanına oturdu. Atatürk, yatak odasına çekilmiş, misafirler gitmişlerdi. Reşit Galip sabaha kadar pencere kenarında kaldıktan sonra, sabah Ankara’ya gitmek üzere Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrılmıştı.</p> <p><img src="https://media.cumhuriyet.com.tr/Archive/2022/10/2/022752074-02-galip-s6-dekupe-sb.jpg" width="100%" /><strong><span style="font-size: 10pt;">(Reşit Galip)</span></strong></p> <h3>‘PARASI YOK AMA KARAKTERİ VAR’</h3> <p>Atatürk, uyanınca Dr. Reşit Galip’i sordu. Tüm gece pencere kenarında kaldığını anlattılar. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu, “Reşit Galip’in yeterli parası olmadığını Ankara’ya dönmek için bir miktar ödünç para istediğini, bu nedenle kendisine 25 lira verdiğini” belirtti. Atatürk bunu duyunca çok üzülmüştü, Tevfik Bey’e:</p> <p>“İnsan bu durumda bulunan arkadaşına 25 lira mı verir? Hiç değilse benim hesabımdan birkaç yüz lira vermeliydin” diye çıkıştı. Ardından “Adamın parası yok ama karakterinden ödün vermiyor... Parası olmasa da yüreği var” dedi.</p> <p>Reşit Galip daha sonra, Ankara’dan Atatürk’e yazdığı uzun bir mektupla affını istemişti. Eşsiz lider, mektubu ilgiyle okumuş ve “Nedir, bir kabahati mi var ki?” demişti.</p> <h3>MİLLİ EĞİTİM BAKANI OLUYOR</h3> <p>Kısa bir süre sonra Atatürk, bir gece Doktor Reşit Galip’i Çankaya Köşkü’ne davet ederek ilgi gösterdi. O sırada görevinden istifa eden Esat Mehmet (Sagay) Bey yerine 19 Eylül 1932’de Milli Eğitim Bakanlığı’na getirildi.</p> <p>Şimdi aynı soruyu soruyoruz.</p> <p>Böyle diktatör olur mu?</p> <p>Kendisine karşı çıkan bir kişiyi birkaç ay sonra Milli Eğitim Bakanı yapar mı?</p> <p>Tekrar ediyoruz. Bu tarihi gerçekleri bugünün politikacılarına bir ders olması için yazdık. Ancak ders alırlar mı? n</p> <h3>DR. REŞİT GALİP KİMDİR?</h3> <p>1893 yılında Rodos’ta doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Rodos’ta tamamladı. Adanın İtalyanlar tarafından işgali üzerine kardeşi Hüseyin Ragıp ile birlikte kayıkla Marmaris’e oradan Aydın ve İzmir’e geçti. Liseyi İzmir’de okudu. </p> <p>Tıbbiye öğrencisi iken arkadaşları için “Hakikat” gazetesi adlı bir gazete ve “Sivrisinek” adlı karikatür dergisi çıkardı. Gönüllü olarak Balkan Savaşı’na katıldı, yaralandı. I. Dünya Savaşı’na da gönüllü olarak katıldı.</p> <p>Sakarya Savaşı’ndan sonra Ankara’da Sağlık Bakanlığı’nda daire başkanlığına getirildi. </p> <p>Mart 1923 yılında doktorluk yaptığı Mersin’e gelen Atatürk’ün karşısında yaptığı konuşma ile Mustafa Kemal’i etkiledi, iki yıl sonra onun önerisiyle milletvekilliğine aday gösterildi ve Aydın milletvekili seçildi: Şeyh Sait İsyanı sırasında, Ali Çetinkaya başkanlığındaki Ankara İstiklal Mahkemesi’nde üye olarak görev yaptı. </p> <p>III. ve IV. dönemlerde de Aydın milletvekilliği yapan Reşit Galip, Harf Devrimi hazırlıklarının yapıldığı 1928 Ağustos ayında Cumhuriyet gazetesinde şunları yazıyordu:</p> <p>“Milli Mücadele deyimini yalnız askeri hareketler dönemine ait saymak doğru değildir. Lozan Barışı, saltanatın ve hilafetin kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı, mahkemelerin birleştirilmesi, medreselerin, tekkelerin kapatılması, fesin atılması, Türk Medeni Kanunu’nun kabulü, bütün bunlar, Milli Mücadele’nin askeri zaferimiz kadar başarılı aşamalarıdır. Eski harflerde dini bir değer ve nitelik görmek isteyenler cahil değilseler, mutlaka azılı gericilerdir.”</p> <p>Halkevlerinin kurulmasında etkin rol aldı. Sonradan Türk Dil Kurumu’na dönüşecek olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti içinde de yer aldı ve bu cemiyetin çıkardığı “Öz Dilimiz” dergisinin başyazarlığını üstlendi.</p> <p>Reşit Galip, 19 Eylül 1932’de Milli Eğitim Bakanlığı’na atandı. 26 Eylül 1932’de açılışı yapılan Türk Dil Kurumu’nun başkanlık görevini üstlendi.</p> <p>Bakanlığı sırasında ilkokuldan başlayarak öğrencilere Atatürk ilkelerine bağlılık ruhu aşılamaya yönelen Reşit Galip, Cumhuriyet 10. yılını doldururken 23 Nisan 1933 sabahı çocuklarına kendi yazdığı bir andı okutmuş ve o gün Çocuk Haftası’nı açış konuşmasında da bu metni tekrar etmişti. Öğrenci Andı olarak bilinen metin, bu konuşmanın ardından bakanlıkça yayımlanan bir genelge ile Cumhuriyetin 10. yılından başlayarak okullarda sürekli hep bir ağızdan okutulmuştur.</p> <p>Dünyanın sayılı müzeleri arasına giren Anadolu Medeniyetleri Müzesi, onun bakanlığı döneminde tasarlandı. Milli bir müze kurulmasının yanı sıra Milli Kütüphane ile İlimler ve Sanatlar Akademisi’nin kurulması da onun bakanlığı döneminde kararlaştırılmıştı.</p> <p>Bakanlığı dönemindeki en büyük dönüşüm, 1933 yılındaki “Üniversite Reformu”dur. İstanbul Darülfünunu’nun çağdaş bir üniversiteye dönüştürülmesi kararı 1931’de verilmişti. Kararın uygulaması Reşit Galip’in bakanlığı sırasında gerçekleştirildi. Kadro oluşturulurken Nazi Almanyası’ndan kaçan Alman bilim insanlarına yer verildi. İstanbul Üniversitesi’nin gerçek bir bilim merkezi olmasını sağladı.</p> <p>Gerçek bir Atatürkçü olan Reşit Galip, Aydınlanma devrimleri yoluna daha çok hizmet edeceği bir yaşta, 5 Mart 1934’te, 41 yaşında yaşamını yitirdi.</p> <p><strong>REŞİT GALİP TARAFINDAN YAZILAN “ANDIMIZ”:</strong></p> <p><strong>“Türküm, doğruyum, çalışkanım.</strong></p> <p><strong>Yasam: Küçüklerimi korumak </strong></p> <p><strong>              büyüklerimi saymak;</strong></p> <p><strong>Yurdumu, halkımı özümden çok sevmektir.</strong></p> <p><strong>Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir.</strong></p> <p><strong>Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.”</strong></p> <h3>KAYNAKLAR</h3> <ul style="list-style-type: square;"> <li>Kâzım Özalp, <em>“Özalp, Atatürk’ü Anlatıyor”</em>, Milliyet gazetesi, Sayı: 7902, 21 Kasım 1969, s. 7.</li> <li>Hasan Rıza Soyak, <em>Doğumundan Cumhuriyetin İlanına Kadar Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri</em>, Hayat Yayınları, İstanbul 1964, s. 29-31; Hasan Rıza Soyak, <em>Atatürk’ten Hatıralar</em>, Cilt: 1, Yapı Kredi Bankası Yayınları, İstanbul 1973, s. 21-23.</li> <li>Ali Kılıç<em> “Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor”</em>, Milliyet, 7 Mart 1952, s. 1-7; Hulusi Turgut (Der.), <em>Atatürk’ün Sırdaşı-Kılıç Ali’nin Anıları</em>, İş Bankası, 2005.</li> <li>Yener Oruç,<em> Atatürk’ün Fikri Fedaisi: Dr. Reşit Galip</em>, Gürer Yayınları, 2007.</li> <li>Namık Kemal Zeybek, <em>Ateşten Adamlar- Türk Devrimini’nin Öncü Savaşımcıları</em>, Doğan Kitap, 2022, s. 25-30.</li> </ul>
Böyle diktatörlük olur mu? Böyle diktatörlük olur mu? <p>Karşıdevrimciler ve kimi kesimler tarafından Atatürk’e yöneltilen “diktatör” suçlaması her fırsatta dile getiriliyor. Mustafa Kemal Atatürk diktatör olsaydı, kendisine karşı çıkan Şükrü Saracoğlu ve Mahmut Esat Bozkurt’u, Çankaya’da dikkatle dinler, notlar alır ve kendisinin de desteklediği iki önemli anayasa maddesinden vazgeçer miydi?</p> <p>Bu yazımızda 1924 anayasa tasarısında bulunan bazı aşırı yetkiler ele alınacak ve Atatürk’e yakıştırılan “diktatörlük” konusu irdelenecektir.</p> <p>1924 Anayasası tasarısında bulunan bu aşırı yetkiler, aslında Atatürk tarafından da destekleniyordu. Ancak bu hükümler anayasaya girmedi, giremedi, direniş gösterildi. Bu nasıl oldu?</p> <p>Önce kısa bir giriş: Bağımsızlık Savaşı 9 Eylül 1922’de sona erince bilindiği gibi önce Mudanya Ateşkesi sonra da Kasım 1922’de Lozan barış görüşmeleri başladı. Gazi Meclis, 1 Nisan 1923’te yeni seçimler yapılmasına karar verdi, seçimler yapıldı ve 11 Ağustos 1923’de İkinci Meclis, çalışmalarına başladı.</p> <h3>YENİ MECLİS’İN İLKLERİ</h3> <p>Yeni Meclis’in yaptığı ilk işler şunlardır:</p> <ul style="list-style-type: square;"> <li>23 Ağustos 1923’te Lozan Antlaşması kabul edildi. </li> <li>29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.</li> <li>3 Mart 1924’te halifelik kaldırıldı. Mahalle Mektepleri, Şeriyye ve Evkaf Vekâleti kapatıldı. Eğitim Birliği kabul edildi. </li> </ul> <p>Yeni atılımlar yapılıyor ancak yürürlükte olan 1921 Anayasası, bu yeni düzen için yetersiz kalıyordu.</p> <p>Bu durumu anayasa hukukçusu Prof. Dr. Bülent Tanör, şöyle özetliyor:</p> <p>“1921 Anayasası, aslında olağanüstü koşulların ürünü olan eksik ve yetersiz bir metindi. Bu geçiş döneminden başarıyla geçilmesinden sonra, devletin temel kuruluşunu, toplumun ve bireylerin konumunu ve haklarını ortaya koyacak ve belirleyecek bir yapılanmaya gereksinme vardı. O günlerde aslında iki anayasa; Osmanlı’dan gelen 1876 Anayasası ve 1921 Anayasası yürürlükteydi. Bu duruma artık bir son verilmeliydi. Meclis, yeni devletin yeni anayasasını yapma gibi tarihsel bir görevle karşı karşıyaydı.”1</p> <p>İşte bu ortamda, Yunus Nadi’nin başkanlığını yaptığı Meclis Anayasa Komisyonu, yeni anayasa tasarısını, yukarıda anlattığımız laik ilkelere dayalı yasaların Meclis tarafından kabul edilişinden altı gün sonra, 9 Mart 1924 tarihinde TBMM’ye sundu.</p> <p><span style="font-size: 10pt;"><strong><img src="https://media.cumhuriyet.com.tr/Archive/2022/9/25/011607365-basliksiz-1.jpg" width="100%" />(Yeni Türk Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi ile.)</strong></span></p> <h3>‘KUVVETLİ BİR DEVLET DÜZENİ’</h3> <p>Bu yeni anayasa taslağının oluşmasında dört yıllık hızlı değişimin birikim ve deneyleri esas alınmış ayrıca Fransa’nın 1875 tarihli anayasası ile Polonya’nın 1921 tarihli anayasasından yararlanılmıştı.2</p> <p>Anayasa hazırlığı ve Meclis müzakereleri sırasında epeyce tartışılan iki önemli öneri olmuştur. Bunlardan birisi çift meclis sistemi, diğeri de Cumhurbaşkanlığı makamının güçlendirilmesidir.3</p> <p>Çift meclis sistemine geçilmesi isteği, Anayasa Komisyonu’nda tartışıldı ancak çoğunluk sağlanamadığı için tasarıya girmedi. </p> <p>İkinci önemli öneri, cumhurbaşkanının yetkilerinin artırılmasıyla ilgiliydi. Tasarıda, cumhurbaşkanının hükümetin görüşünü aldıktan sonra Meclis’i feshetme ve seçimleri yenileme, ayrıca cumhurbaşkanına, Meclis’te kabul edilen bir kanunu veto etme yetkisi veriliyordu.</p> <p>Mustafa Kemal, devlet başkanına kanunları veto etmek ve gerektiğinde yeni bir seçim için Meclis’i feshetme yetkisinin verilmesinin yararlı olacağını belirtmişti. Bu öneriler çağdaşlaşma hamlesine karşı oluşacak girişimlere ve milli egemenliğin örselenmesi hareketlerine karşı bir önlem olarak değerlendiriliyordu.4</p> <p>Ancak cumhurbaşkanına tanınmak istenen bu yetkiler, Meclis içerisinde kimi genç milletvekilleri tarafından itirazlarla karşılanmaktaydı. </p> <h3>SARACOĞLU VE BOZKURT’UN KARŞI DURUŞLARI</h3> <p>Anayasa tasarısının Meclis’teki görüşmelerinde iki genç İzmir milletvekili Mahmut Esat Bozkurt ve Şükrü Saracoğlu, birer yıldız gibi parladılar. </p> <p>İsviçre’de hukuk öğrenimi görmüş olan Kuşadalı Mahmut Esat Bey, konuyu anayasa hukuku açısından yine İsviçre’de siyaset bilimi öğrenimi görmüş olan Ödemişli Şükrü Saracoğlu, konuyu anayasa hukuku ve siyaset bilimi açısından irdeleyerek Meclis kürsüsünde konuşuyorlar, cumhurbaşkanına tanınacak bu geniş yetkileri eleştiriyorlar, açıkça karşı çıkıyorlardı. Konu, tasarının cumhurbaşkanına Meclis’i feshetme yetkisi veren 25. maddesi ve yine cumhurbaşkanına yasaları veto yetkisi veren 36. maddesi ile ilgiliydi...5</p> <p>Mahmut Esat, bu maddelerin “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine aykırı olduğunu belirtiyordu.6</p> <p>Bu tasarıyla ilgili olarak 16 Mart 1924 tarihinde, söz alan Şükrü Saracoğlu ise Meclis kürsüsünden yaptığı uzun konuşmada, dünya özgürlük tarihinde verilen mücadeleleri anlattı. </p> <p>Saracoğlu’nun Meclis’te yaptığı ve tutanaklara geçen konuşmasından aşağıya alınan cümleler onun cumhurbaşkanına verilmesi düşünülen geniş yetkiler konusunda ne derece sert bir eleştiri yaptığını göstermeye yeterlidir.</p> <p><img src="https://media.cumhuriyet.com.tr/Archive/2022/9/25/011815688-25-saracogu-s8-rnk.jpg" width="100%" /><span style="font-size: 10pt;"><strong>(Şükrü Saracoğlu)</strong></span></p> <h3>MECLİS’İN HAKLARI</h3> <p>Saracoğlu şöyle diyordu:</p> <p>“Bize tarih, hukuk bilimi, ihtilal açıkça gösteriyor ki bugün, Millet Meclisi’nin kişiliğinde toplanmış olan haklarından hiçbir şey geriye doğru dönemez. Bunlar yalnız millet tarafından ve yalnız millete gitmek şartıyla Büyük Millet Meclisi’nin elinden alınabilir… Böyle olduğu halde cumhurbaşkanına veto, seçimlerin yenilenmesi hakkının verilmesi kelimesi altında saklanan fesih hakkını milletten başka herhangi bir başa veya birkaç başa vermek, bir irticadır (geriye dönüş) efendiler.”</p> <p>Burada açıkça bir karşı çıkış, yeni cumhurbaşkanı seçilmiş Atatürk’e verilmek istenen yetkilere karşı bir direniş söz konusudur. Saracoğlu, sadece karşı çıkmıyor, geniş bilgisiyle demokratik ülkelerdeki uygulamaları da anlatıyordu.</p> <p><span style="font-size: 10pt;"><strong><img src="https://media.cumhuriyet.com.tr/Archive/2022/9/25/011838851-25-mahmutesatbozkurt-s8-rnk.jpg" width="100%" />(Mahmut Esat Bozkurt)</strong></span></p> <h3>HERKES SUSMUŞTU</h3> <p>Bütün Meclis, adeta sus pus olmuş bu genç milletvekilini dinliyor, onların cesaret ve bilgilerini takdirle karşılıyor ancak bir tepki gösteremiyordu, yalnızca alkışlıyordu.7</p> <p>Meclis’teki, özgürlük ve demokrasi havasının bir kanıtı olan bu tartışmalarda, eleştirilen bu maddelere yönelik Anayasa Komisyonu başkanı uzun bir savunma yaptı. Hatta, Yenigün ve Hâkimiyeti Milliye gazeteleri konuyu kamuoyuna taşıdılar. Modern devletlerde bu gibi yetkilerin devlet başkanına verildiğini belirterek bu önerileri destekliyorlardı. </p> <h3>ÇANKAYA’DA ÜÇLÜ GÖRÜŞME</h3> <p>İşte bu ortamda Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi, Çankaya’ya Mustafa Kemal’in yanına gidip anayasa tasarısının Meclis’teki müzakereleri üzerinde bilgi vererek şunları söyledi:</p> <p>“Genç milletvekilleri Mahmut Esat Bey ile Saracoğlu Şükrü Bey, cumhurbaşkanına veto ve gerektiğinde Meclis’i feshetme yetkisi verilmesini kabul etmiyorlar.”</p> <p>Mustafa Kemal sordu: “Neden karşı çıkıyorlar?”</p> <p>Yunus Nadi: “Milli egemenliğe aykırı buluyorlar.”</p> <p>Mustafa Kemal şöyle karşılık verdi:</p> <p>“Partiler çoğalınca, hükümetsizlik tehlikesi baş gösterebilir, gerici eğilimler belirebilir, devletin kuruluş amacına aykırı kanunlar Meclis’ten geçebilir. Bu yetkileri, böyle durumlar için düşünmüştük. Bir anayasada bütün olumsuzlukları çözecek maddeler, imkânlar bulunması gerekmez mi?”</p> <p>Yunus Nadi’nin yanıtı:</p> <p>“Bu gençler çok etkili konuşuyorlar. Birçok milletvekili de bu iki genç arkadaşımızın düşüncelerini paylaşmaya başladı. Bu maddelerin Meclis’te kabul edilmesi zor görünüyor.”</p> <h3>CESARETLE ANLATTILAR</h3> <p>Mustafa Kemal, bu milletvekilleriyle bir de kendisi görüşmeye karar verdi. </p> <p>Mahmut Esat Bey, Birinci Meclis’te bulunmuş, Ekonomi Bakanlığı yapmıştı. Atatürk kendisini tanıyor ve güveniyordu. Saracoğlu Şükrü Bey’de Meclis’e ikinci dönemde katılmıştı. Meclis’e geleli henüz sekiz ay olmuştu. </p> <p>Atatürk, Yunus Nadi’ye, “Mahmut Esat’ı tanıyorum ama Saracoğlu Şükrü’yü tanımıyorum” dedi. Ancak her ikisini Çankaya’ya davet etti. Çankaya’da görüşmeler epeyce uzun sürdü. Milletvekilleri, cumhurbaşkanını saygıyla dinlediler ancak düşüncelerini değiştirmediler. Bu tasarıya karşı direniyorlar, evrensel hukuktan örnekler veriyorlardı.</p> <p>Genç milletvekilleri, Mustafa Kemal’e böylesi yetkilerin anayasaya konulmasıyla bir yarar sağlanamayacağını, tersine anayasanın, devlet başkanına vereceği geniş yetkilerle dünya kamuoyunda tartışmalara neden olacağını da belirttiler.</p> <p>Bağımsızlık savaşının önderi Mustafa Kemal, o sırada çok güçlüydü. Ne isterse kabul görüyordu, ama iki idealist genç, Mustafa Kemal’e cesaretle karşı tezlerini anlatmışlardı.</p> <h3>ATATÜRK’ÜN BEĞENİSİ</h3> <p>Mustafa Kemal, sonucu öğrenmek isteyen Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi Bey’i ertesi gün Çankaya’da kabul etti. Ve şunları söyledi: </p> <p>“Saatlerce görüşlerimizi açıklayıp tartıştık. Biraz sıkıştırdım da. Ama çocukları ikna edemedim. Dilerim bu yetkilere ihtiyaç duyulmaz. Fakat bu görüşmeden çok memnun kaldım. Türkiyemizin milli egemenliğine, özgürlüğüne böyle sahip çıkan, hukuka saygılı, sağlam, dürüst, dirençli, bağımsız ruhlu genç siyasetçilere çok ihtiyacı var. Mahmut Esat’ı zaten beğenirdim. Şükrü Bey’i de çok beğendim.”8</p> <p>Sonunda, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, bu genç milletvekillerinin ileri sürdükleri demokratik, hukuki ve siyasi gerekçeleri kabul ederek cumhurbaşkanına verilmesi düşünülen veto ve fesih yetkisi konusundaki ısrarından vazgeçti.9 Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi’ye bu konuda ısrar edilmemesini ve konunun Meclis’in özgür iradesi ile çözülmesi talimatını verdi.</p> <p>TBMM’de, Meclis’i fesih yetkisini öngören 25. madde için 23 Mart 1924’te 130 milletvekilinin katılımı ile yapılan oylamada 127 ret ve bir çekimser oyla bu madde kabul edilmedi.10 Kanunları veto etme yetkisini öngören 36. madde ise Bütçe Yasası dışında “İlanı uygun bulunmayan yasalar on gün içinde yeniden görüşülmek üzere Meclis’e gönderilir” şeklinde yeniden düzenlenerek kabul edildi.11</p> <h3>AKIL VE BİLİME İNANIYORDU</h3> <p>9 Mart 1924 günü başlayan anayasa tartışmaları, aralıksız sürdü ve 20 Nisan 1924 tarihinde 1924 Anayasası kabul edildi.12</p> <p>Kimi kesimler tarafından “diktatör” nitelemesi yapılan, “diktatör” olarak gösterilen Atatürk, bu genç milletvekillerini Çankaya’da dikkatle dinlemiş, notlar almış ve kendisinin de desteklediği bu iki önemli maddeden vazgeçmişti.</p> <h3>BU NASIL DİKTATÖR?</h3> <p>Böyle diktatör olur mu? Yapılan itirazlar üzerine, kendisine verilmek istenen yetkilerden vazgeçen diktatör görülmüş müdür? Atatürk diktatör değil, tam bir devrimci, akıl ve bilime inanan bir devlet adamıydı.</p> <p>Bu tarihi gerçekleri, bugünün politikacılarına bir ders olması için yazdık. Acaba ders alırlar mı?</p> <h3>KAYNAKLAR</h3> <p>1 Bülent Tanör, <em>Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri</em>, Yapı Kredi Yayınları, 2002, s. 290.</p> <p>2 A.Ş. Gözübüyük ve Z. Sezgin, <em>1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri</em>, Ankara, AÜSBF Yayını, 1957, s. 29-35.</p> <p>3 Tanör, <em>age</em>, s. 292.</p> <p>4 Turgut Özakman, <em>Cumhuriyet-Türk Mucizesi</em>, İkinci Kitap, s. 39-40.</p> <p>5 <em>TBMM Zabıt Ceridesi</em>, D. II, C. 7, s. 19.</p> <p>6 Mahmut Esat’ın yaptığı konuşması için bkz: Şaduman Halıcı, <em>Mahmut Esat Bozkurt</em>, s. 204-271.</p> <p>7 Saracoğlu’nun bu konuşması için bkz. <em>TBMM Zabıt Ceridesi</em>, D. II, C. 7, s. 526-531. Ayrıca: <em>Türk Parlamento Tarihi II. Dönem 1923-1927</em>, I. Cilt, TBMM Vakfı Yayınları, N.1, s. 476-483.</p> <p>8 Turgut Özakman, <em>age</em>, s. 40.</p> <p>9 Falih Rıfkı Atay, <em>Atatürkçülük Nedir?</em>, Ak Yayınları, 1966, s. 35.</p> <p>10 <em>TBMM Zabıt Ceridesi</em>, D. II, C. 7, s. 1010.</p> <p>11 <em>TBMM Zabıt Ceridesi</em>, D. II, C. 7, s. 1022-1023.</p> <p>12 20 Nisan 1924 tarihinde Meclis tarafından kabul edilen 1924 Anayasası 105 maddeden oluşur ve 24 Mayıs 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.</p>