Adnan Binyazar

Bilgiç Dede

17 Aralık 2021 Cuma

O yıllarda ilkokullarda okutulan 3. Yıl Kitabı’nda “Bilgiç Dede” başlıklı bir öykü vardı:

 “Yaşlı adamın tek işi, mangalın başına oturup okumaktı. Elinde kitap gördüklerinden, köylüler ona Bilgiç Dede adını takmışlardı.  

Savaş yıllarıydı. Evlerde kibrit bile yoktu. Komşular birbirlerinin ateşiyle ocaklarını yakıyorlardı. Beş altı yaşlarında bir kız, bir gün dedenin kapısını çaldı, ‘Annem ocağı tutuşturacak, sizden iki üç parça ateş istedi’ dedi. ‘Kızım, tamam da kap getirmemişsin, ateşi elin yanmadan nasıl götüreceksin’ diye sorunca, kız, avuçlarını birbirine yaklaştırarak ‘Buraya biraz kül dökün, elim yanmaz...’ dedi. 

Yaşlı adam içinden, ‘Demek hayatın kitabını da okumak gerekiyor’ diye düşündü, ateşi külün üzerine koydu.” 

BİLDİKÇE...     

Hacettepe Üniversitesi’nde Türkçe öğretim görevlisi olduğum yıllarda, öğrencilere bir soru yöneltmiştim: “Öğrendikçe, bilmediklerimiz azalır mı, çoğalır mı?” 

Sınıfta düşünme suskunluğu oldu. Ardından alaycı gülümsemeler başladı. Biri parmak kaldırdı, “Yanıt çok açık, öğrenince, bir daha öğrenmeye kalkmayız” dedi. 

Öğrenci, bilgiyi somut birim olarak algılıyordu. Soru üzerinde biraz daha düşünmesini önerdim. Sınıfta suskunluk daha da uzadı. Arka sıralardan, Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’ni o yıl bitiren Fikret Kargı söz aldı, “Arkadaşım gibi düşünmüyorum ben. Bilgi devingendir, hem kendi bağlamında hem gelişim sürecinde, içinde yeni bilgiler üretir. Ancak o üretilenler bilinince bilginin önemi ortaya çıkar. Örneğin birkaç yıl öncesine kadar kanda bir iki değer bilinirken, bilim insanları araştırarak başka veriler de buldular” dedi.

İnsanın tek bir soruya verdiği yanıt bile ileride yeni buluşlara yol açabilir. Yıllar sonra Kargı’nın, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde dekan olduğunu bir gazetede okumuştum...

ANMALAR 

Aile parçalanmasından dolayı İstanbul’un Kocamustafapaşa semtinde altı yıl aşçı çıraklığı yaptıktan sonra 14 yaşında Elazığ’ın Ağın ilçesindeki annemin yanına gelmiştim. Dayım ertesi gün beni okula götürdü, okumayı söktüğümü söyleyince, başöğretmen, beni 3. sınıftan başlattı ilkokula. 

Bana arka sıralarda yer gösteren öğretmenim Esat Oğuz ders işlerken, kartal bakışlı gözlerini üzerimizden ayırmazdı. Sorduğu sorunun yanıtını beklerken keskin bakışlı gözlerinde ateş yanardı. 

Soruyla başladı: “Sokrates, ‘Bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir’ diyor. Açıklayın bakalım, Sokrates neden hem bildiğinden hem bilmediğinden söz ediyor?” 

BİLGİ AKTARIMI 

İlk bakışta, 3. sınıf öğrencisine böyle bir soru yöneltmek belki şaşkınlık yaratır. Oysa Atatürk Cumhuriyeti’nin öğretmenleri, bilgi aktarmakla yetinmiyordu, arada öğrenciye bu tür sorular yönelterek düşünmeyi de öğretiyordu.

Altı yılımı İstanbul’da geçirmiştim. İstanbul ortamının bende yarattığı güven duygusuyla, parmağımı kaldırmış, “Öğretmenim, insan bildikçe bilmek ister ama yine de bilmediği olur. Direksiyon başına oturan kamyonu hemen süremez. Önce onu çalıştırmayı, harekete getirecek yerlerini kullanmayı öğrenmesi gerekir. Bilmediğini bilmek budur” demiştim. 

“Aferin! Şimdi de bu yaşa kadar okula neden başlayamadığını anlat da arkadaşların seni tanısın” demişti. Nereden başlayacağımı bilememiş, susup kalmıştım...   

Öğretmenimin sorusunu 52 yıl sonra, Masalını Yitiren Dev (Can, 2000) adlı romanımı yazarak yanıtladım. 


DÜZELTME: “Türk Kimliği” başlıklı yazımda, Mevlana’nın sandığım sözlerini, ondan iki yüzyıl önce İran’da yaşayan şair Said Ebu’l Hayr’ın dile getirdiğini anımsatan Sayın Ekrem Aksoy’a teşekkürlerimle...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları