Adnan Binyazar

Osman Şahin

28 Ocak 2022 Cuma

Osman Şahin’in 46 Hadisesi Kuvayı Milliye Köyü Arslanköy’de Sandık Olayı (Cumhuriyet Kitapları, 2021) adlı kitabının kapağını görünce, kendimi 1950 yılının eylül ayında onunla ilk karşılaştığımız Dicle Köy Enstitüsü’nün (Diyarbakır/Ergani) geniş alanında buldum. Osman, Mersin’in Arslanköyü’ndendi, ben Diyarbakır’dan. Alanda enstitüye başlayacak öğrencilere iç giyecek, ceket, pantolon, potin, şapka dağıtılıyordu. 

Ben, aile parçalanmasından dolayı 14 yaşına dek çıraklık yapıp okul yüzü görmediğimden, ilkokulu, üçüncü sınıftan başlayarak 16 yaşında bitirmiştim. Osman bitirip enstitüye girdiğinde 10 yaşındaydı. 

Benim üzerimde yırtık pırtık bir pantolonla kirli bir gömlek vardı. Osman, o zamanki adıyla Amerikan bezinden uzun don, paçavraya dönmüş bir gömlekle örtmüştü çıplaklığını. 

O gün bize yeni bir öğrenime başlamanın yolu açılıyordu. 

GİYİM KUŞAM

Köy Enstitüleri, öğretmenlerle öğrenciler arasında işbölümünün yaratıldığı eğitim kurumlarıydı. Alanın ortasına yığılan giysileri, bir yöneticinin gözetiminde üst sınıflardan “ağabey”ler dağıtıyordu. Sırası gelen giydiriliyor, giysi üzerine uymuşsa, topluca hamama gidecekler arasına katılıyordu. 

Osman, gün yanığı yüzü, derinlerden bakan gözleriyle cin gibi bir çocuktu. Ne giydirdilerse içinde kayboluyordu. Sonunda kolları ellerinin üstüne düşen bir ceket, pantolon, ayağından fırladı fırlayacak potinle onu da hamama gidenler arasına gönderdiler. 

OSMAN’LI GÜNLER

Ertesi günün sabahı ben 101, Osman 186 numarayla enstitünün 1/B sınıfının öğrencisi olmuştuk. O günden sonra yemekhanede, yatakhanede, oyun alanlarında, eğlencelerde, tarım derslerinde, iş atölyesinde birbirimizden hiç ayrılmayacaktık... 

“Yedisinde ne ise yetmişinde de odur” derler. O günlerin üzerinden 72 yıl geçti. Shakespeare’in deyimiyle, Osman bugün 82’sinde, “ömrü güze erişen”lerden bir yaşlı. O günlerde olduğu gibi, yine gülünecek bir şeyle karşılaştığında yüzüne hoş bir kırmızılık yayılıyor, küçücük gözleri mutluluk kıvılcımları saçıyor. 

Çocukluğun öyle bir gününde İbiş Alfabe Öğreniyor adında bir kitap okuyordum. İçimden, “Ben bir gülersem Osman on güler” diye geçirdim, kitabı ona uzattım. 

HAFTA SONLARI

Köy Enstitüsünde başkasından bir şey beklemez, kendi işimizi kendimiz görürdük. Yatağımızı kendimiz düzeltir, yemekte masayı biz hazırlar, toplardık. Her hafta sınıflardan biri derse girmez, enstitünün ayak işlerini görürdü. 

Yatılı okullarda cumartesiler, pazarlar sıkıntılı geçer. Sıkıntıyı giderecek bir şeyler bulurduk biz. Bir cumartesi öğle sonrasıydı. Ezberlediğimiz İbiş Alfabe Öğreniyor’daki efendi, hizmetçi ağzıyla konuşup gülüyorduk. “Bu konuşmamızı arkadaşlarımızın karşısında da yapmak ister misin” diye sordum Osman’a. Birden yerimizden fırladık, karşılaştığımız herkese “Yemekhane salonunda tiyatro var, sizi de bekliyoruz!” diye seslendik, koşarak gidip sahne perdesinin arkasında hazırlığa başladık. 

Ben efendiydim, Osman (İbiş) hizmetçi. Peçetelerden birini kravat yapıp boynuma geçirdim, İbiş’in elinde temizlik bezi vardı. Alfabeyi öğretmeye a’dan başlamıştım. Osman, ağzını büküyor, a’yı öyle uzatıyordu ki salondakiler a! a! sesleriyle ona katılıyorlardı. 

O günden sonra enstitünün tiyatrocusu bizdik. Aramıza başka arkadaşlar da katıldı. Okuduğumuz romanlardan, öykülerden, tiyatro yapıtlarından örnekler seçip onları oynuyorduk... 

Osman Şahin’in öykücülüğünü, bu yoldaki başarılarını, sinemayla bağlantılarını, Arslanköy kitabının siyasal boyutunu önümüzdeki hafta değerlendireceğim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları