Ahmet İnsel

Savaş ve kopuşa karşı panzehir

08 Ekim 2015 Perşembe

Selahattin Demirtaş, iki ay önce, daha çatışmalar yeni başlamışken, İzmir’deki konuşmasında, “PKK’nin amasız, ancaksız, silahlı, bombalı şiddet eylemlerini, şehirlerde ve dağlarda durdurması lazım. Bizim açımızdan bunun alternatifi yoktur” demişti. KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, bu çağrıyı değerli bulduklarını, ne Türkiye’nin ne de KCK’nin bu sorunu silahla çözmesinin mümkün olmadığına inandıklarını söyleyerek çağrıyı yanıtlamıştı. Türkiye’nin çözüm yolunda önce her şeyi erteleyip, sonra inkâr etmesinden sonra, artık silahların tek taraflı susmasının mümkün olmadığını ilave etmişti.
İki ay sonra, PKK cephesi başka bir stratejinin diliyle konuşuyor. Devrimci halk savaşı stratejisi yürütüldüğü her vesileyle dile getiriliyor. Devlet de buna savaş mantığı içinde yanıt veriyor. Silvan, Cizre, Nusaybin savaş sonrası kent görünümündeler. Bu kentlerde halk günlerce ve aralıksız sokağa çıkma yasağına mahkûm ediliyor. Siviller ölüyor. Devlet görevlileri bu maktullerin hepsini çatışmada ölen PKK’li olarak göstermeye çalışsa da gerçeğin üstünü örtemiyorlar. Bir cesedi polis aracının arkasına bağlayarak sürüklemekle sınırlı kalmayan, hem iç hukukta hem de uluslararası ceza hukukunda insanlığa karşı suç kapsamına giren suçlar işleniyor.
Bu durumun birincil sorumlusunun iktidar partisi ve onun fiili ve hukuki yöneticileri olduğunu birçok kez belirttik. Ama savaşın yeniden başlaması için, savaşmaya hazır ve niyetli bir karşı taraf olması lazım. O da var. İktidarın kurmayları savaşa yeniden başlama kararı alınca, savaşın tüm şidddetiyle başlayacağını biliyorlar.
PKK’nin de hem çözüm süreci ateşkesi sırasında, hem de Suriye’de YPG’nin elde ettiği konuma dayalı olarak, iki yılı aşkın bir zamandan beri alternatif bir stratejinin altyapısını hazırlamış olduğu ortaya çıkıyor. PKK’nin alan kontrolünü sağlayıp, seçtiği yerleşim yerlerinde devlet görevlilerini binalarından çıkamaz duruma getirecek milis teşkilatlanması hazırlığı yaptığı anlaşılıyor. Çözüm süreci denen, kuş mu deve mi belli olmayan, tarafların birbirlerine duydukları güvensizliğin hâkim olduğu sürecin belki de en somut sonucu bu. Murat Karayılan 28 Eylül tarihli Özgür Gündem’de bunu açıkça söyledi. “Esasında, dedi, 2012’nin başından bu yana Kürdistan’ın birçok bölgesi gerillanın denetim alanı durumundadır.” Ardından “Türk devleti giremez” dediği bölgeleri ve yolları tek tek saydı.
Cemil Bayık da üç gün önce yayımlanan söyleşisinde ulus devlet savunucuları ve AKP’nin ortak savaşı olduğunu belirttiği bu savaşın kararının Ekim 2014’te MGK’de alındığını iddia etti. Savaşın hızla Türkiye’nin batısına taşınması tehdidini savurdu.
PKK cephesinden gelen sesler ve yürütülen eylemler bir kopuş stratejisinin baskın hale geldiğini gösteriyor. Fırat Haber Ajansı’nda dün yayımlanan Doğan Çetin imzalı değerlendirmede, artık “birçok gerilla bölgesi arasındaki ara bölgelerin birbirine bağlandığı, dağla şehir arasındaki sınırın ortadan kalktığı” iddia ediliyor. “Kırsala dayalı şehir savaşı” olarak nitelenen bu savaşta, “devletin kendi eliyle modern bir Kürt isyanı temelinde kopuşun zeminini oluşturduğu” belirtiliyor.
PKK’nin bu stratejisi, Türkiye devletinin de şiddet yoluyla yanıt verme zeminini oluşturuyor. Bu durum, başta sivil halka yönelik olmak üzere, yasal olmayan şiddet kullanımını elbette meşru kılmıyor ama devletin egemenlik alanı içinde silahlı bir ayaklanmaya karşı mücadele ettiği iddiasına dayanan bir savunma zemini yaratıyor.
İki tarafın da farklı nedenlerle savaşmaya niyeti var. Barışı savunanlar için ise tutunulacak dal, HDP’nin, Demirtaş’ın altını çizdiği “alternatifi olmayan” siyasal tavrı koruyarak, 1 Kasım seçimlerinden güçlenerek çıkmasıdır. Sadece inat olsun diye değil, Türkiye’de savaş beylerinin borazanlarına ot tıkamak için, barış içinde müzakerenin zemininin kaybolmaması için HDP Meclis’te yerini almalıdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları