Ahmet İnsel

Seçimli otokrasiler

03 Şubat 2018 Cumartesi

21. yüzyılın üstünde bir yeni hayalet dolaşıyor. Yüzyılın ilk çeyreğinde giderek yaygınlaşan, kurumlaşan bir siyasal rejim türü bu. Ne tek parti diktatörlüğü olan ne geçen yüzyılın totaliter rejimlerine bütünüyle benzeyen ama bunlarla ortak özellikler barındıran bu siyasal rejimler için genel bir ifadeyle popülizm kavramı kullanılıyor. Ancak popülizm kavramının göreli muğlaklığını tanımlamakta yetersiz kaldığı birçok örnek var. Örneğin, Rusya’da Putin, Venezüella’da Maduro, Hindistan’da Modi veya Türkiye’de Erdoğan’ın başında olduğu rejimler için popülizm kavramı yetersiz kalıyor.
Hem otokrat niteliği baskın olan hem genel oya dayalı, çoğulcu seçimlerle iktidara gelip düzenli aralıklarla yapılan seçimlerle meşruiyetlerini tazeleyen rejimler bunlar. Otokrasi, bütün güç ve yetkilerin bir kişinin elinde toplandığı siyasal rejimi ifade eder. Bu mutlakıyetçi bir sultanlık rejimi de olabilir, şimdi giderek örnekleri çoğalan seçimli, cumhuriyetçi bir otokrasi de. Yukarıda saydığım ve başka örneklerin ilave edilebileceği rejimlerin ortak özelliklerinden biri, hukuk devletini askıya alma eğiliminin yüksek olmasıdır. Otokratik gücün dönemsel siyasal gereksinimine uygun biçimde içerik ve biçim değiştiren, belirsiz bir hukuk düzeni hâkimdir. Bu anlamda, keyfilik rejimi nitelikleri baskındır. Yasal şiddet olanaklarını kullanma yoğunluğu açısından aralarında nicel farklar olsa da, bu rejimlerde yargı, otokratın güdümlü baskı ve sindirme aracına dönüşür.
Seçimli otokrasilerin diğer ortak özelliği, bütün devlet kurumlarının yürütmenin, yani otokratın doğrudan yönetim ve tahakkümü altına alınmasıdır. Bunu halkın gerçek egemenliği kullanması olarak tanımlıyor despotik güçler. Ama hangi halk? “Bizi destekleyen gerçek halk, gerçek millet” bu. Geri kalanı ise, “bize karşı çıkan hainler, satılmışlar, düşmanlar”. Bu keskin kutuplaşmaya dayanarak, özgürlükler milli/yerli çıkarlar adına, tarihi haksızlıkları düzeltmek gerekçesiyle ya da milletin yitirilmiş şan ve gücünü yeniden tesis etmek amacıyla kısıtlanıyor. Medyanın teksesli hale gelmesine özen gösteriliyor.
Seçilmiş otokrat, genellikle bir yeniden kuruluş projesini dile getirip bunu kısmen hayata geçiriyor ve bir kültür savaşının önderliğini yapıyor. Putin’in Yeni Rusya’sı ile Erdoğan’ın Yeni Türkiye’si arasındaki içerik yakınlığı, Modi’nin Yeni Hindistan söyleminde de karşımıza çıkıyor. Bir mağduriyet halinin ifadesini, uzun yıllardan beri iktidarda olmalarına rağmen sürekli canlı tutan bu rejimler, mağdur olmanın kutsal meşruiyeti ile ideolojik içerik boşluğunu doldurmaya çalışıyorlar. Toplumun düşman olarak gösterilen kesimine yönelik kin ve nefret otokratlar tarafından sürekli canlı tutulup, besleniyor. Bazıları bunu hakareti sıradanlaştırarak yapıyor.
Günümüzün seçimli otokrasileri, 20. yüzyıl totalitarizmlerinin yaptığı gibi, iktidara gelince seçimleri lağvetmiyor. Ya da göstermelik satelit partilerin katıldığı seçimlere izin veren tek parti diktatörlükleri kurmuyor. Bu rejimler, genellikle demokratik bir ortamda ve demokratik kurumlar aracılığıyla iktidara gelip iktidarda kaldıkça diktatörlüğe meylediyorlar. Son zamanlarda Venezüella’da, Rusya’da, Türkiye’de olduğu gibi, ya hukuki bahaneler icat ederek muhaliflerin seçimlere katılımını engelliyorlar, ya açık biçimde yalnız kendi işlerine gelen bir seçim sistemi dayatıyorlar. Ama göreli çoğulcu seçimden vazgeçmiyorlar.
Seçilmiş otokrasiler elbette şahıs rejimleridir. Otokratın iktidarda kalma süresinin ötesinde, geride bıraktıkları kurumsal, kültürel, toplumsal mirasın boyutu, bu rejimlerin geçici olmama ihtimalini güçlendiriyor.
İktidara karşı çıkmanın gayri meşru ilan edildiği ortamlar -örneğin savaş, başka ülke toprağını ilhak, sınırların değişmesi gerektiğini sürekli ima etmek- yaratarak, hegemonyalarını pekiştirmeye çalışıyorlar. Bu açıdan seçilmiş otokrasileri geçen yüzyılın faşist rejimlerine benzetmek elbette mümkün. Ama faşizm kavramıyla yetinmek, bu yüzyılın geçen yüzyılın tekrarı olacağını kabul etmek anlamına gelir. Sanırım önümüzdeki dönemde siyaset bilimciler bu seçilmiş otokrasileri, 21. yüzyılın faşizmleri olarak ama özgül niteliklerini öne çıkararak başka bir kavram altında ifade edeceklerdir. Geriye esas konu kalıyor. Seçimli otokrasilere karşı özgürlük, eşitlik, demokrasi ilkeleri ışığında nasıl mücadele edilebilir? Bunu tartışmaya devam edeceğiz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları