Basının Gücü Sözün Gücüdür

16 Ocak 2015 Cuma

Yaşar Kemal, yaşarken kadri kıymeti tam olarak bilinenlerden mi?
Zor bir soru?
Çağdaş Gazeteciler Derneği ona 2011 yılında Basın Özgürlüğü Ödülü verdi.
“Özgürlük” de “Basın” da ne yazık ki ülkemiz için her dem taze bir “sorun”.
O gün ödül töreni için yazdıkları, en sevilen romanından sahneler gibi etkileyiciydi:
“1952 yılının son günlerinde Âşık Veysel’i görmeye gitmiştim, köyüne. Tam dönecekken büyük bir deprem haberi geldi, 3 Ocak 1952, Erzurum, Hasankale yerle bir olmuş. Yakında olduğum için ilk giden gazeteci ben oldum. Çok büyük acılar yaşanıyordu. Depremden sağ çıkanlar eksi 30 derecede incecik çadırlarda yaşam savaşı verirken çoğu ‘keşke ölseydik, bu halimizden daha iyi olurdu’ diyordu. Taş kesilmiş insanlar, donmuş toprak, gömülemeyen ölüler ve bilen bilir anlatılmaz bir koku. (....)
Basının gücü sözün gücüdür. Onun için de basın her zaman büyük baskı altında kalmıştır. Yazarları, gazetecileri, gazeteleri satın alma o batan Osmanlı’dan kalma bir gelenektir. Daha da yoğunlaşarak sürüyor.
Her darbe döneminde kimi görsem, kiminle konuşsam, ‘İyi yapmıyorsun’ derlerdi. ‘Bugünlerde yazı yazılır mı, söz söylenir mi? Azıcık sabret canım, ne oluyorsun? Sana yazık değil mi? Sonra, ne yazacaksın bu koşullar altında, neyi nasıl söyleyeceksin? Haydi sen söyledin, çalıştığın gazete koyabilecek mi?, (...)
Gazete haber verir. Gazete öğretir. Gazete okuyucunun nabzına göre şerbet vermez. Gazete okuyucularını kışkırtmaz. Kol gibi harflerle manşetler vererek, bir spor karşılaşmasını en büyük ulusal olay durumuna sokmaz. Kürt sorunu gibi büyük ulusal sorunlarla oynamaz. (....)
Basın zanaat değil sanattır, yaratıcılıktır, dirençtir. Basın hiçbir çıkarın yanında olmamalıdır, kendi çıkarı olsa bile. (...)
Özgürlük düşüncesi sınırsızdır. Basın, dünyamızdaki pek çok kötülüğün bilinmesini, duyulmasını sağlayarak önemli savaşımlar vermiştir, kahramanlar yetiştirmiştir.
Düşünceyle uğraşmak, düşünceye önem vermek baskıcı düzenlerde her insanın başını belaya sokuyor. Bugüne kadar basın şöyle bir doyasıya özgürlük yüzü göremedi. Hep baskı, hep baskı, hep satın alma... İşte bugünlere geldik. (...)
İnsanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır. Demokrasiyi yaratmak insanlığın büyük gücü olmuştur. Çok söyledim, tekrar söylüyorum. Ya demokrasi ya hiç… Ve Türkiye ‘hiç’e layık değildir.
Selam olsun düşünce özgürlüğü ve insan hakları için direnen meslektaşlarıma. Selam olsun, korkunun üstüne yürüyenlere!..”

***

Acil şifalar Büyük Usta’ya:))

Yazarlık Değil Okunurluk!
1980’lerin sonuydu. O, Türkiye Yazarlar Sendikası başkanı idi. Cumhuriyet Ankara Temsilcisi olmama çok sevinmişti. “Bakalım bizim sendikaya yazar aidatı ödemeye değer hale ne zaman geleceksin?” diye takıldı bir gün... O anda, biraz da “Bu koca yazara, kocaman bir laf edeyim de gözüne gireyim” gayretiyle... “Yaşar Abi, bu devirde artık yazar olmak değil, okunur olmak daha mühim!” diyecek oldum. Boynumu iki eliyle kavrayıp üstüme abandı. Zor kurtuldum.

Bir Transfer Öyküsü 
1980’lerin sonuydu. Gazetenin Ankara kadrosunu güçlendirmek üzere yetenekli muhabir avına çıkmıştık.
Anka Ajansı’nın diplomasi muhabiri Yasemin Çongar göze çarpan haberler yazıyordu.
Çongar’ı büromuza komşu, Washington Lokantası’na iş teklif etmek üzere yemeğe davet ettim. Üstat da, bir başka masada bir grup arkadaşıyla yemek yiyordu.
Yasemin Anka’da rahat olduğunu söylüyor, Cumhuriyet’e gelmeye pek gönüllü görünmüyordu.
Yaşar Kemal biraz da romancı merakıyla olacak yanımıza geldi.
“Lan oğlum” dedi, “Ne iş bu?”
Ardından bir kahkaha atarak:
“Sen asil bir Kürt kızıyla evliydin...” diyecek oldu...
“Yaşar Abi, Kürt’ün asili mi olurmuş?! Hepimiz insanız, hepimiz zaten asiliz!” diye kendimce önünü kesmek istedim.
Ama nafile!
Çongar’a döndü:
“Bak kızım” dedi, “ne diyorlarsa razı ol. Gazete Cumhuriyet’tir. Bak ben hapislikten sonra doğuya röportaja gittim. Hürriyet 50 lira verdi. Ama ben Cumhuriyet’in 5 lirasını kabul ettim. Yazılarımı Cumhuriyet’e verdim. Yaşar Kemal olmamda bu kararımın hissesi de vardır... Düşünme kabul et!”
Yasemin’in, Yasemin Çongar olmasında Cumhuriyet’in payı var mı?
Yaşar Kemal iyileşse de, Yaseminli Yaseminsiz kendisiyle bunu da konuşsak...

Yengedaşlık ve Bir Cumhuriyet Öyküsü 
Yeterince uzun, geniş, inişli çıkışlı yaşayınca insan, ömrüne birkaç hayat birden sığdırabiliyor.
“Dolu dolu yaşadı!” klişesi, belki bir ömre sığdırılan hayatlardır.
Yaşar Kemal, kim bilir kaç hayat sığdırdı bir asra iki elin parmaklarından üç eksik uzun ömrüne.
Bir dönem kendisiyle “sıhri akraba” bile olmuştuk.
Kürt beylerinden Ercişli Kör Hüseyin Paşa ailesinin bir kolu İsmet Paşa CHP’sinin Adana milletvekillerinden M. Kemal Küçüktepepınar’a uzuyordu.
Onların damadıydım.
Öteki kolu da Yaşar Kemal’in amcasının oğluna dek uzuyordu.
Yaşar Kemal’in “Deli Meryem” diye isim taktığı amca gelini, Nuriye Hanım, merhume eşimin, dolayısıyla da benim “yengem” oluyordu.
Tıpkı Yaşar Kemal’in “yengesi” olduğu gibi.
Ama o “yenge”mizi romanlarındaki kahramanlar gibi yeniden sıfatlıyordu:
Ortak yengemiz de “Deli Meryem”i olmuştu.
Deli Meryem okuma yazma bilmiyordu.
Ama oğlu Can Küçüktepepınar, Mersin Üniversitesi’nde heykel “doçenti” idi.
Can’ın en büyük hayali yapacağı son heykelin adını Yaşar Kemal’in vermesi.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tanrı’ya bin şükür! 15 Aralık 2024
Hasetle hasretle Demirel 8 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları