Dil koparmak mı halktan kopmak mı?

23 Ocak 2022 Pazar

Devlet Bahçeli, “Tek Adam Anayasası”na geçişi şöyle savunmuştu:

“Fiili durumu hukuki hale getireceğiz”..

Ve el ele tutuşup fiili durumu “hukuki” hale getirdiler..

Dört yıldır bu “hukuki macera”nın politik, ekonomik, kültürel ve insani sonuçlarını milletçe ve dehşetle izlemekle yetinmiyor, yaşıyoruz da..

Reyiz cuma günü bu kez, hem de cami içinde, gündemdeki bir şarkıcıya işaret ederek “O dilleri yeri geldiğinde koparmak da bizim görevimizdir” buyurdu. 

Minberde değildi, elinde kılıç yoktu. 

Bu “şeriata geçiş” fetvası değilse bile yine de fiili bir “niyet beyanı” idi. 

Bahçeli’nin iştah ve iştiyakla bu beyana sahip çıkması elbette ittifak ve zihniyet gereği.

Dil, kol, ayak ve kelle kesmek” ise şeriat hukukunun icabı!

Zaten “Öl de ölelimci” meczup bir çekirdek kitle var..

Bu kitlenin, “kes de keselim!”e, “kopar de koparalım”a geçiş yapması çok zor olmasa gerek..

Reyiz, yine de Bahçeli ile el ele verip “Bir işaret çaksak yeter!” diye düşünmüyordur eminim. 

Biri devletin başı, ötekinin de adı Devlet! 

Ebed müddet-Devlet!” diye bir sloganı da var.. Bunun bir anlamı olmalı!

**

İkisinin de yaşı Türkiye erkek ortalama yaşam süresinin sınırına yaklaşıyor. İp atlayacak formda da olsalar, dünyevi hırsların peşine takılacak halleri yok.

Dahası Zincirlikuyu Mezarlığı’nın anıtsal girişine “Her canlı ölümü tadacaktır!” ayetini yazdıran da bizzat Reyiz’in kendisi..

**

Bu dil kopartma beyanı halktan kopma beyanından ve önceki son çıkış mı acaba?

Bu vesilesiyle eski bir yazımı, DAMBAHDIŞ’ın (Danışmanlar-Bahçeli-Dış güçler) bilgisine sunuyorum..

ÖLÜMSÜZ ANAYASAMIZ

Zincirlikuyu Mezarlığı girişindeki ayeti o yazdırmıştı:

Her canlı ölümü tadacaktır.

İstanbul Reyizi idi. Muhalif olmanın, hapislik dahil her acısını çekmişti.

Sonra “takdiri siyasi” ile Türkiye Reyizi oldu.

Bu defa TBMM girişine “Her siyasetçi muhalefeti tadacaktır” yazdırmasını bekleyenler oldu.

Üç kez değiştirdiği anayasaya da yazdırmadı. Ya fazla demokratik buldu ya da uğursuzluk getirmesinden korktu.

Şimdi tüm mücadelesi, “muhalefeti tatmamak” için!

Oysa muhalefetin ucunda ölüm yok.

Hatta bazı liderler için tadından yenmiyor.

(...)

Muhtar bile olamaz!” deniyordu. Mükerreren cumhurbaşkanı oldu.

Bizans’a meydan okur gibi Covid’e aldırmadan, Fatih Sultan Mehmet’i kıskandıracak kalabalıklarla Ayasofya’yı yeniden fethetti.

Siyaset bu.

Yeter ki ölme.

*

Kapısından-kafasından ölümü ırak tutmak için danışmanlar her türlü önlemi alıyorlar. 

Lafına bile müsaade etmiyorlar.

1921 Anayasası ile Atatürk’ün ve darbeci paşaların çıkardığı tüm anayasalardan “Cumhurbaşkanının ölümü halinde” maddesini silip attılar. (1924 AY. Madde 33); (1961 AY. Madde 100); (1982 AY. Madde 106)

Maddeyi “Makamın, ‘herhangi bir nedenle’ boşalması halinde” diye düzenleyip “ölümü” yok ettiler.

Tek adam anayasamızda çok şükür artık hiç ölüm sözü yok.

(Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine de ölü muamelesi yapıldı. Ona da anayasada yer verilmedi.)

Ölümden bu kadar korkmak, cehennem korkusundan değildir inşallah.

*

Her mümin gibi kadere, meleklerin varlığına ve kıyamet gününe inandığına inanıyoruz. Bir ara “öl de ölelim”cilerin ilhamıyla şöyle demişti: “Yarın öldüğümüzde hoca efendi, ‘Cumhurbaşkanı, başbakan, devlet başkanı niyetine’ demeyecek, ‘Er kişi niyetine’ diyecek. Ve sadece kefenle gideceğiz, iki metreküp çukura koyacaklar!” (7 Şubat 2011, Habertürk)

Peki, öyleyse o zındık danışmanlar “ölüm” sözcüğünü anayasadan neden çıkardılar ki?

Niyetleri eğer kendisini “El Baki (Sonsuz)” veya “Layemut (Ölümsüz)” kılmak ise ona “şirk” tuzağı kurulmuş ve cehenneme bile kesilmiş demektir.

Ölümsüzlük” öyle sanıldığı kadar da iyi bir şey değil.

Bakmayın dünya ile birlikte elimiz yüreğimizde Covid-19 aşısı beklediğimize...

Sürünmek acı çekmek elbet kötü. Ama ölüm yaşamı anlamlı kılan, en muhteşem gerçek.

Ölüm olmasaydı, onu icat etmek zorunda kalacaktık.

*

Nobelli yazar Jose Saramago, yaşamın anlamının ölümde gizli olduğunu belgesel esinliğinde uzun uzun anlatıyor (Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş - Kırmızı Kedi).

Adı sanı belirsiz bir ülkede kimse ölmemeye başlıyor.

Bu durum ilk başta herkese çok güzel geliyor.

Ama daha sonra işler çığırından çıkıyor:

Trafik kazaları, virüsler, mikroplar özetle Azrail, o güne kadar yerine getirdiği görevden vazgeçiyor.

Ama zaman durmuyor. Herkes yaşlanıyor.

Her akşam Covid-19 tablosundaki “vefat sayısının sıfırlanmasını” hasretle beklediğmiz gibi yine de hiç kimse ölmüyor..

Devamı mı?

Dedik ya, Azrail’de tık yok.

Dalga dalga ülkeye yayılan sevinç, çok geçmeden yerini hayal kırıklığına ve kaosa bırakıyor.

Bürokrasiden din adamlarına, sağlık kurumlarından ailelere, herkes ölümsüz olmanın sonuçlarıyla boğuşmaya başlıyor.

Artık ülke ahalisi için ölüm ve mezarlık yok. Sadece ezeli ve ebedi bir yaşlılık var.

Ölüm olmadığı için cennet özlemi ve cehennem korkusu da kalmıyor. Bütün din adamları ve kiliseler de işsiz ve işlevsiz kalıyor.

Yine de en çok paniğe kapılan hastaneler ve huzurevleri oluyor. Kimse ölmediği için sosyal güvenlik kurumları ile özel sağlık ve emeklilik sigortaları dehşete kapılıyor:

Eğer ölüm geri gelmezse geleceğimiz karanlık. Emeklilik maaşlarını, hayat sigortalarını ödemek imkânsız.”

Ölümsüzlüğün yarattığı ekonomik, politik ve pratik sorunlar, deniz dibindeki milyarlarca metreküp doğalgaz veya yöneticinin itibardan tasarruf etmesiyle çözülecek gibi değil.

Ama ahali doğanın mucizesinden umut kesmiyor. Ölüm tuhaf bir şekilde aniden, rutin işlevine geri dönüyor.

Başta devlet ve sağlık kurumları, aileler ve çoluk çocuk rahat nefes alıyor.

*

Ölümü” anayasadan silenler belli ki ölümsüzlüğün sonuçlarını hiç düşünmediler.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Küçükpazarlı Kemal 17 Mart 2024
Vakıa vakası! 10 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları