Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
3. yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi
2017 yılında halkoylamasıyla kabul edilen “başkanlık sistemi”ne 24 Haziran 2018’de yapılan genel seçimle resmen geçildi.
Dünyanın hiçbir yerinde uygulanmayan bu sistem, üç yılını doldurmuş bulunuyor. 1950’de yapılan seçimlerle Türkiye çok partili parlamenter sisteme girmişti. Parlamenter sistem, 1961 Anayasası ile daha da güçlendirilmiş, denge ve denetim araçlarına kavuşmuştu.
Sağ görüş çizgisinde olan parti liderleri, muhafazakâr çoğunluğun her zaman yüzde 60’ı aşacağı varsayımına dayanarak daima başkanlık sistemini istediler. Demirel ve Özal bunlara örnektir. En sonunda Erdoğan bu isteğe erişti.
Erdoğan modeli
Ancak yaratılan model, başkanlık sistemi değil, “Erdoğan için düzenlenmiş, ucube bir model”di. Bunun için “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verildi.
Bu modelde başkanlık sisteminin olmazsa olmazı “kuvvetler ayrılığı ilkesi” kaldırıldı, yerine cumhurbaşkanının şahsında birleşen “kuvvetler birliği ilkesi” konuldu.
Bütün dünyada başkanlık sisteminde görülen “denge-denetim mekanizmaları” kaldırıldı, yerine bütün siyasal gücün tek bir elde toplandığı bir model getirildi.
Başkanlık sisteminde denetlemeyi yapan, kanunları kabul eden Meclis’in yetkileri elinden alındı. Yerine ülkenin Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yönetildiği, şahsa dayalı bir sistem getirildi.
150 yıllık özgürlükler tarihi
Bu durum; 150 yıllık özgürlükler mücadelesi tarihimize ve Türk demokrasi tarihine yakışmayan, ters düşen bir sonuçtur. Kısaca tabloya bakalım.
Bütün yetkiler Cumhurbaşkanlığı’nda toplandığı için parlamenter sistemde bağımsız olan ancak bakanlar kurulu kararıyla görevden alınabilen Merkez Bankası Başkanı, Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı. Erdoğan da Merkez Bankası başkanlarını “cuma gecesi kararnameleri” ile görevden aldı. Üç yılda 4 Merkez Bankası başkanı değişti.
Merkez Bankası başkanlığı gibi hassas bir makam günlük siyasete alet edildi. Sonuçta, bütün dünyada Merkez Bankası’na karşı güvensizliğin doğmasına neden oldu. Merkez Bankası’nın rezervleri eridi. “Merkez Bankası’nın 128 milyar doları nerede” sorusu Türkiye’nin en önemli gündem maddesi oldu.
Muhalefet milletvekillerinin sordukları sorulara atanmış bakanlar, yanıt bile vermiyor. Oysa parlamenter sistemde, konu Meclis’te tartışılır, 128 milyar dolar için araştırma komisyonu kurulabilirdi.
Ekonomist olma
Erdoğan, kendisini ekonomist olarak ilan etti. “Benim uzmanlık alanım ekonomidir” dedi. “Faiz sebep, enflasyon neticedir” diyerek ekonomi bilimine de ayar vermeye kalktı. Parlamenter sistem olsa bu slogan en azından bakanlar kurulunda tartışılabilirdi. Sonuçta, “Ben ekonomistim” diyen Erdoğan’ın yönetiminde faiz, dünyanın en üst düzeyine, yüzde 19’a çıktı. Sonuçlar çok sarsıcıdır. Yüksek enflasyon; Türk parasının değer kaybetmesi, hayat pahalılığı, halkın yoksullaşmasıdır.
Hukuk devletinin güvencesi
Bütün dünyada hukuk devletinin, temel güvencesi olarak kabul edilen Anayasa Mahkemesi’ne saldırılar da yoğunlaşıyor. Açıkçası, Anayasa Mahkemesi istenmiyor.
Cumhuriyetin 90 yıllık ürünleri ekonomi kurumları, fabrikalar, birer birer satıldı. Parlamentonun işlevi ortadan kaldırıldı.
Partili Cumhurbaşkanlığı gibi tarihin derinliklerine gömülmüş bir model yeniden canlandırıldı. Tarafsız cumhurbaşkanı olmadığı için de parti liderleri bir araya gelemiyor. Bir masa etrafında toplanıp konuşamıyorlar. Türk toplumu kutuplaştırıldı.
Ne yazık ki bu tespitlerimiz uzar gider ve büyük bir kitap haline gelir. Sonuç tek cümle ile şudur: “Üç yılın sonunda Türk tipi başkanlık sistemi iflas etmiştir.”
Evrensel kural
Uluslararası anayasa ve siyasetbilimi kitapları, devlet başkanlığı konusunda şöyle bir tanım getiriyor:
“Devlet başkanının siyasi bakımdan sahip olduğu mutlak sorumsuzluk, onun mutlak siyasi tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı sürece parti adamı değildir. Partiler üstü objektif ve tarafsız bir kişidir. Çünkü devlet temsilcisi, milletin başıdır. Bu sebeple asla bir partizan gibi konuşamaz ve hareket edemez. Memleketin iç ve dış politikasında belirli bir partiyi, zümreyi veya şahsı açıkça tutan ya da yeren açıklamalarda bulunamaz. Rolü ayırıcı değil, birleştiricidir. Tenkit ya da onaylama değil, uyarmadır; gerektiğinde millet adına hakemlik yapmaktır. Daha ziyade manevi rolü vardır ve tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde etkinlik ve ‘meşruluk’ kazanır.”
Bu tanımlama sonunda, devlet başkanına verilen görev ve nitelikler, onun mutlak sorumsuzluğunu ve mutlak siyasal tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı, partiler üstü, tarafsız bir kimliğe bürünmelidir. Bu nedenle bütün dünyada devlet başkanından partizan yaklaşımlar ve hareketler beklenmiyor.
Bu koşullar altında, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen ve partili cumhurbaşkanını devletin tepesine oturtan sistemden Türkiye bir an önce kurtulmalıdır. Geliştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönülmelidir.
İç politikada vesayet savaşları
Soğuk Savaş’ın 1990 başlarında bitiminden sonra, 30 yıldır uluslararası sorunlarda “vesayet savaşı” yöntemi uygulanıyor. Emperyalist devletler Asya, Afrika ve Ortadoğu’da bizzat savaşa girmiyorlar ancak taşeron güçleri kendi adına kullanıyorlar. İşte buna “vesayet savaşı” adı veriliyor.
Suç örgütü lideri Sedat Peker’in videolarının halk kitleleri arasında ilgi ile izlendiği ve etki yarattığı biliniyor.
Sedat Peker, Abu Dabi’den bu yayınları yaparken arkasında “hangi güç var” sorusu ortaya atıldı. Kimi yorumcular İsrail’in gizli örgütü MOSSAD’ı, kimileri de ABD’nin örgütü CIA’yı işaret ediyorlar.
Bu durumda Peker, iç politikada bir araç, bir “vesayet organı” olarak kullanılıyor.
Geçen hafta, yeni bir çete reisi, Sezgin Baran Korkmaz Avusturya’da ortaya çıktı.
ABD ile ilgili karapara aklanması konusunda yargılanmak üzere Korkmaz’ın ABD’ye iadesi istendi ve Korkmaz geçen pazar günü tutuklandı.
Korkmaz’ın ABD’ye iade edileceği yönünde güçlü işaretler var. Zaten Korkmaz’ın yakın iş ilişkisinde bulunduğu Jacob Kingston, ABD’de karapara aklama ve dolandırıcılık suçundan tutuklu bulunuyor. Korkmaz’ın ABD’ye gönderileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Bu durumda yeni bir “Rıza Sarraf” yeni bir “Sedat Peker” olayı ile karşı karşıya gelinecektir.
Bilindiği gibi, Rıza Sarraf ABD’de itirafçı oldu ve Amerikan makamları da Türkiye hakkında geniş bir dosyaya sahip oldular.
Abu Dabi’deki Sedat Peker’in sırtını CIA’ya dayandırdığı tarafsız yorumcular tarafından ileriye sürülüyor. Bu olaylara şimdi de Korkmaz’ın eklenmesi bekleniyor.
Böylece, ABD’nin elinde geniş dosyalara sahip ve gerek dış gerekse iç politikada kullanabileceği örgütler ve kişiler birikmiş oluyor. Özetle:
1. FETÖ terör örgütü,
2. Rıza Sarraf itirafları dosyası,
3. Sedat Peker videoları ve dosyası,
4. Sezgin Baran Korkmaz’ın (SBK) dosyası.
Bu durumda, Türkiye’nin iç ve dış politikasında vesayet savaşlarının dört koldan yürütülmesi beklenmelidir.
Türkiye’de seçimlere yaklaşılırken daha çok sürprizlerle karşılaşacağı anlaşılıyor.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu