Alev Coşkun

Yönetemeyen demokrasi

17 Ekim 2021 Pazar

Bu haftaki pazar yazımda “yönetemeyen demokrasi” konusunu ele alıyorum. 

Demokrasi, halkın yöneticilerini seçimle belirleme esasına dayalı bir yönetim biçimidir. Temel unsur; eşit, adil, dürüst ve hukuka dayalı olarak yapılan genel seçimlerle yöneticilerin seçilmesidir. 

Ancak sadece genel seçim, demokrasinin varlığını ispatlamaz. Sadece seçim demokrasi için yeterli olsaydı, 2. Dünya Savaşı öncesi genel seçimlerle iktidara gelen Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, Portekiz’de Salazar ve İspanya’da Franco gibi faşist ve otoriter yönetimler demokrasi sayılırdı. 

Kuvvetler ayrılığı

Demokrasilerde genel seçimler ne kadar önemliyse, halkın temel hak ve özgürlüklerinin de anayasal güvence altına alınması o derece önemlidir. 

Kuşkusuz diğer önemli bir unsur, siyasal iktidarın elinde toplanan gücün anayasal kurallar çerçevesinde sınırlandırılmasıdır. Bu da kuvvetler ayrılığı ilkesinin kabul edilmesi ve işlemesi ile olanaklıdır.

Türk halkı, Tanzimat’ın ilanı olan 1839’dan bugüne, belirli dönemlerde kısıtlamalar olsa da parlamenter sistemle yönetilmiştir ki bu da toplam 182 yılı bulmaktadır. 

Ancak son yapılan halkoylaması sonucunda dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmayan ve “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen bir sisteme geçildi. Dünyada bir benzeri olmayan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne 2018 yılında geçtik.

Erdoğan, “Her şey iyi olacak. Ekonomi kanatlanıp uçacak” diyordu. Oysa bu sistemle çok büyük bir gerileme dönemi başlamıştır.

Bu sisteme geçeli 3 yıl 3 ay oldu. Bu kadar kısa bir dönemde devlet kurumları adeta çöktü. Özellikle devletin her katmanında denetim sistemleri devre dışı bırakıldı. Kamu yönetiminde yetenek (liyakat) yerine, dine dayalı zihniyete inanan adamlar yerleştirildi. 

Bu sistemde, “partili cumhurbaşkanı” tek yetkili oldu. Her şeyi o biliyor, her şeye o karar veriyor. Yasama organı, yetkileri elinden alınmış, sadece adı “Meclis” olan bir kuruma dönüştü. 

Cumhurbaşkanı tarafından atanan bakanların Meclis’e gelip hesap vermeleri ortadan kaldırıldı. Çağdaş ve evrensel demokratik sistemin vazgeçilmez unsuru olan kuvvetler ayrılığı ilkesi iptal edildi. 

Son 3 yıl 3 aydır uygulanan bu sistemle Türkiye ne yazık ki “yönetemeyen demokrasi” modeline dönüştü. 

Yöneten - yönetemeyen demokrasi

Yöneten ve yönetemeyen demokrasi konusu, siyaset bilimciler tarafından derinlemesine incelenmiştir. 

Siyaset bilimci G. Bordeau, “Yöneten Demokrasi” adlı 3 ciltlik kitabında bu konuyu inceledi. Prof. Bordeau: “Kimi siyasal partilerin demagoji ve halk dalkavukluğu yaparak seçimlerde tepkisel oyları ele geçirebildiklerini, ancak böylesi durumların demokratik yaşamda daha büyük yeni sorunlara yataklık yaptığını” irdeliyor. 

Yazar, yetersiz ve donanımsız siyasal iktidarların oluşması sonunda, kaybedenin aslında “yönetilen”lerin yani halkın kendisinin olduğunu savunur ve bu gibi modellerin sonunda “yönetemeyen demokrasi”lere dönüştüğünü de vurgular. 

Demokrasi teorisine geri dönüş

ABD’nin Colombia Üniversitesi siyaset bilimi öğretim üyesi Prof. Dr. Giovanni Sartori ise “Demokrasi Teorisine Geri Dönüş” adlı yapıtında, “Yönetemeyen Demokrasi” konusunu ele almıştır. Bir ülkede yönetemeyen demokrasinin unsurları olarak “Aşırı Yük ve Sorunların Çözülememesi” kavramlarını irdelemiştir. 

Prof. Sartori, bir ülkede iktidarın çözmekle yükümlü olduğu sorunların ağırlığını belirtmek amacıyla da “overload” (aşırı yük) olgusunu ortaya atmıştır.

Örneğin siyasal, toplumsal, dış politika ve ekonomi alanlarındaki birçok sorunla (aşırı yük), karşı karşıya olan bir ülke, öncelikle bu sorunları çözmek için “sorun üreten” değil; “sorun çözen” siyasal iktidarlara gereksinim duyar...

Popülist yaklaşım ve yönetemeyen demokrasi

Ancak, iktidara gelen siyasal parti eğer sorunları görmezden gelerek popülist davranışlarla halkı oyalama yoluna giderse, siyasal ve toplumsal sorunlar birikir. Bu noktada “sorun çözücü” olmak yerine, “sorun yaratıcılık” ve “sorun üreticilik” ortaya çıkar ki bu da “yönetilmezlik” (ungovernability) olgusunu yaratır ve sonunda durum, “yönetemeyen demokrasi”ye dönüşür.

Prof. Sartori’ye göre bir ülkede hem “aşırı yük” (ağır sorunlar) hem de sorun çözememek, sorunları ortada bırakıp “halk dalkavukluğu” ya da “çatışma yöntemi” yani “toplumu kutuplaştırma” öne çıkıyorsa, “yönetilmezlik” konusu üst düzeye ulaşır. Bu da “yönetilemeyen demokrasi” olgusunu ortaya çıkarır.

Sartori bu noktada şu yargıya varıyor: Toplumsal sorunları çözemeyen siyasal iktidarlar giderek erirler ve ufalırlar.

Prof. Dr. Sartori bu noktada siyaset bilimci Karl Mannheim’ın ünlü “Man and Society in Old Age Reconstruction” kitabına gönderme yaparak “...toplumdaki liderlik yokluğuna” işaret eder, “halkın giderek umudunu yitirmesini” ve “demokrasi dışı istekleri bulunan gruplara fırsat veren olgunun işte bu genel yönetme, çekip - çevirme yokluğu” olduğunu vurgular. (s.179)

Türkiye’de durum

Şimdi Türkiye’ye bakalım.

1. AKP, iktidara geldiği günden itibaren temel politika olarak toplumu kutuplaştırma yolunu izledi.

2. Ayrıca, ekonomik alanda Türkiye son derece ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. İşsizliğin en üst düzeyde olduğu, her üç gençten birinin iş bulamadığı, ekonomik daralmanın son yılların en üst düzeyine ulaştığı bir ekonomik durum. İşçilerin tedirginliği, tarım kesiminin giderek yoksullaşması, orta tabakanın giderek kaybolması gibi son derece önemli ekonomik ve toplumsal sorunlar...

3. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderek büyümesi,

4. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisini doğruları en çok bilen kişi olarak görüyor ve buna göre hareket ediyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde devlet başkanları merkez bankalarına karışmaz (müdahale etmez). Erdoğan, “faiz sebep, enflasyon neticedir” gibi kendisinin yarattığı ekonomik teorilerle Merkez Bankası’na karışıyor. Bunun sonunda Merkez Bankası başkanı kısa sürelerde değişiyor. Merkez Bankası rezervleri eriyor, halkın 128 milyar doları kaybediliyor. Ocak 2020’de 5.96 TL olan dolar 22 ayda 9.18 TL’ye yükseliyor (Yüzde 55’in üzerinde bir yükselme gerçekleşiyor.). 

5. Dış politikada ABD ile Rusya arasında adeta bir top oyunu gibi gidip gelmeler, zikzaklar çiziliyor. Ortadoğu’da; Irak, Suriye, Afganistan, Yunanistan ve Doğu Akdeniz’deki sorunlar giderek büyüyor.

Gündem saptırılıyor

Bugünkü siyasal iktidar bu önemli sorunlar üzerine yoğunlaşma yerine sürekli sürtüşme ve kavga yolunda politika geliştiriyor; temel konulardan kaçma politikası uyguluyor.

AKP iktidarı, rövanş alma hırsı ile yargı, eğitim ve orduya karşı bu alanları “ele geçirme” anlayışıyla hareket ediyor ve özellikle üniversiteler, aydınlar ve eleştirel basınla kavga etmeyi temel bir politika önceliği haline getirmiş bulunuyor.

Siyasal iktidar, düşman yaratıp, bu düşman kesimle sert bir kavga vererek, hem tabanını güçlendirmeye çalışıyor hem de gündem değiştiriyor.

Oysa, gerçek ve çağdaş demokrasilerin temel unsurları çatışma değil, uzlaşmadır.

Türkiye’de son üç yıldır uygulanan ve dünyanın hiçbir yerinde olmayan “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”, dünya siyaset bilimi literatürüne “Yönetemeyen demokrasi modeli” olarak geçmiş bulunuyor.

Sayısal çoğunluk

Çağdaş demokrasi kuramının önde gelen düşünürlerinden Robert A. Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri adlı eserinde “sayısal çoğunluk” ve “çoğulculuk” kavramları üzerinde durur. Gerçek demokrasinin çoğulculuktan geçtiğini vurgular. Amaç bütün kesimlerin demokrasi sürecine katılımının sağlanmasıdır.

Demokrasi, mecliste sayısal çoğunluğa sahip siyasal partilerin her istediklerini yapmasını onaylayan bir sistem değildir. Tersine çağımızın demokrasi anlayışı katılımcılık ve çoğulculuk ilkelerine; yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsızlığı ve birbirlerini denetlemeleri temeline dayanır. Çağdaş demokrasi anlayışı, geniş fikir alışverişi, uzlaşma ve oydaşma kavramları üzerine yükselir.

Ne yazık ki, AKP iktidarında bu çağdaş düşünceleri göremiyoruz. AKP iktidarı ve lideri uzlaşma yerine çatışmayı; erklerin birbirlerini denetlemesi yerine, gücün bir elde toplanmasını, oydaşma yerine sayısal çoğunlukla her türlü kararı Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle ve gerektiğinde Meclis’ten geçirerek sonuçlandırmayı yeğliyor.

Bunları temel politikalar olarak kabul ediyor ve uyguluyor.

SONA DOĞRU

Ancak bugün, AKP iktidarı bir yanda yoğun dış politika baskıları, öte yanda ekonomik alanda yapılan hatalar ve çalkantılar içinde çırpınmaktadır. 

Genel kabul gören görüş şudur: 

AKP iktidarı artık ekonomiyi düzeltemez, işsizliği çözemez, enflasyonu denetim altına alamaz, yükselen kurları toparlayamaz.

AKP iktidarının temel ekonomi politikası borçlanma üzerine kurgulanmıştır. Nitekim, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin uygulandığı son üç yılda, Türkiye Cumhuriyeti’nin 95 yılının toplamından daha fazla borçlanıldı. 2018 Haziran ayında 970 (969.9) milyar TL olan Türkiye’nin borç stoku, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra 1 trilyon 57 milyar TL’lik borç eklenmiş ve toplam borç stoku 2 trilyon 27 milyar TL’ye ulaşmıştır. 

Döviz cinsi iç borç stoku ise bu üç yılda tam 394 kat artmış bulunuyor. 

Milli gelirin durumu

Özellikle işaret etmemiz gereken önemli nokta şudur: 

Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir son 7 yıldır sürekli düşüş gösteriyor. Verilere göre 2013 yılında 12 bin 582 dolar olan milli gelir, 2020 yılında 8 bin 547 dolar oldu. 2013’ten bugüne kişi başına düşen milli gelirdeki azalma yüzde 31.67 oldu. Bu derece düşüş 2. Dünya Savaşı’nda bile görülmedi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, her konuda en çok bilendir. “Faiz sebep, enflasyon neticedir” biçiminde formüle ettiği, ekonomi kuralını ısrarla uygulayarak Merkez Bankası rezervlerinin erimesine neden oldu. Geçen hafta yine aynı yola girildi. Faiz indi ama enflasyon düşmedi; tersine, yükseldi ve döviz kurları tavan yaptı.

AKP iktidarı bir kısırdöngünün içine girmiştir. Yeteneksiz ve partizan yönetimin yarattığı sorunlar ve her gün ortaya çıkan yolsuzluklar karşısında AKP siyasal iktidarı sarsıntılar geçirmektedir. AKP iktidarı giderek otoriterleşiyor. En tipik örnek Basın İlan Kurumu’dur ve bu kurum bir ceza kurumuna dönüşmüştür.

Böylece art arda verilen resmi ilan kesme cezalarıyla başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere eleştirel basın ekonomik baskı altında tutulmak isteniyor.

KUTUPLAŞMAYI KÖRÜKLÜYOR

Türk siyasal yaşamının hiçbir döneminde kurumlar arasında bu derece çatışma ve güvensizlik oluşmadı. 

Halk artık mevcut siyasal kurumların işleyişinden, ülkenin yönetiminden memnun olmadığını açıkça göstermektedir. Nitekim son kamuoyu anketleri halkın bu düşüncesini açıkça ortaya koymaktadır. Bulguların özeti şudur:

1. Halk, uygulanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden memnun değildir.

2. Bu sistemi destekleyen AKP+MHP’nin Cumhur İttifakı giderek erimektedir. 

Türk toplumunda gelir dağılımı adaletsizliği son kertede büyüdü. Orta gelir tabakası yok oldu. Araştırma şirketi Konda’nın son bulguları şöyledir: 

Cumhur İttifakı yüzde 41.6, Millet İttifakı yüzde 44.1. Bunların açılımı şöyledir:

AKP yüzde 32.7, MHP yüzde 8.9, CHP yüzde 24.8, İyi Parti yüzde 19.3, HDP yüzde 11.7’dir.

Ülkemizin gerek ekonomik, gerek toplumsal yüzlerce sorunu çözüm beklerken, siyasal iktidarın bunları çözmek yerine sürekli çatışmaya dayalı politikalarla ülkeyi kutuplaştırması çok hatalıdır. Üç yıldır uygulanan ve dünyanın hiçbir yerine olmayan “Türk Tipi”  Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi iflas etmiştir. Ne yazık ki, AKP siyasal iktidarı “yönetemeyen demokrasi” konumuna girmiştir. 

İlk seçimlerde, çağdaş parlamenter sisteme dönmek en acil yapılacak iştir.

KAYNAKÇA:

1. Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, (Çev.: Tuncer Karamustafaoğlu ve Mehmet Turan), Ankara, Yetkin Yayınları, 1993.

2. Karl Mannheim, Man and Society in Old Age Reconstruction, London, Routledge & Kegan, 1940.

3. A.D. Lindsay, The Modern Democratic State, London, Oxford Press, 1943.

4. Robert A. Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri, (Çev.: Levent Köker), Ankara, Yetkin Yayınları, 1196.

Not: Aynı başlıkla 22.7.2009 tarihli Cumhuriyet gazetesinde özet bir yazım yayımlanmıştı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Atatürk ve karşıdevrim 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları