Aslı Aydıntaşbaş

Tarihi durdurabilir miyiz?

03 Temmuz 2016 Pazar

Tarih, çok ama çok hızlı akmaya başladı. Onlarca yıl etkisi sürecek devasa gelişmeler, birbiri ardına pat pat geliyor.
Son bir hafta içindeki olaylara bakın. Hafta başı, Lahey’de Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin (ECFR) düzenlediği toplantıda Brexit sonrası Avrupa’nın halini konuşuyorduk. Avrupa’nın önde gelen siyasetçi ve karar vericileri, tam bir “şok” halindeydi. Olay sadece Britanya’nın AB’den çıkması değil, 2. Dünya Savaşı sonunda kurulan uluslararası düzenin sarsılması demekti. Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı, tarihi bir “dönüm noktasından” geçtiğimiz ortadaydı.
İngiltere başka ülkelere ibret olsun diye cezalandırılmalı mı? NATO boşluğu doldurabilir mi? Hepsinden daha da önemlisi, Brexit gibi, Trump gibi, kurulu düzene karşı alttan gelen ve referandumu bir “silah” olarak kullanan “kızgın millici-sağcı” akımların uzun vadede demokrasiyi teslim alması nasıl engellenebilir?
Bu tartışmalar yaşanırken Türkiye’nin önce İsrail sonra da Rusya’yla barıştığı haberi geldi. Pat pat. Avrupa için Türkiye, artık kulübün bir üyesi değil, çeperde yönetilmesi gereken bir durum. Kâh müttefik, kâh değil. Ama her daim komşu. Komşuluk ilişkisinin şu anki ismi, AB üyelik süreci. Ancak herkes bu sürecin sanal bir gerçeklik olduğunu, iki tarafın da bir aldatmaca içinde olduğunu, sürecin nihayete ermesi gibi bir ihtimalin olmadığını biliyor.
Benim de katıldığım bir panelde “Peki, Türkiye’nin Avrupa’yla başka bir ittifak modeli olabilir mi? Sahte bir üyelik süreci yerine gerçek bir stratejik ittifak daha mı iyi daha mı kötüdür?” diye tartıştık. Ben Avrupa’nın ya Türkiye’yle ilişkisinde kendi değerlerini ve demokrasiyi savunup sürecin hakkını vermesini ya da Türkiye’ye ciddi ciddi başka bir model teklif etmesini savundum. Tartışmalar uzadı... Salı gecesi Amsterdam’dan gelen uçağımız, İstanbul’daki dehşet saldırı nedeniyle Ankara’ya yönlendirildi. IŞİD bu saldırıyla artık Türkiye’ye resmen savaş ilan etmişti. Gerçi, son bir yıl içinde metropollerdeki kör terör eylemlerine 300, ülke genelindeki şiddet sarmalına binlerce kurban veren Türkiye, zaten artık kendi coğrafyasındaki kaosa çoktan teslim olmuştu.
Burada asıl ilginç olan IŞİD’in terör yapması değil Ankara’nın buna verdiği tepkiydi. Yetkililer, tuhaf bir refleksle “Yok farz edelim” havasına girdi, konfetiler uçuruldu, Meclis’te sanal kurdele kesme törenleri yapıldı, gazetelere havalimanındaki saldırı yerine yeni açılan köprüyü manşet yapmaları talimatları gitti.
Siyasi planda yapılması gereken, Türkiye’nin doğusu ve batısında zemin bu kadar kayganken ülkeyi içeride toparlamak, birleştirmek, Kürt barışını acilen masaya getirmek, gerekirse PYD’yle temas kurup IŞİD’e karşı Suriye’de bir “Kürt seti” oluşturmaktı. Osmanlı bunu yapardı.
Ancak bizimkiler Osmanlı falan değil. 20. yüzyıl ulus-devlet şablonunun hantal bürokrasisine teslim olmuş kızgın yerelci-milliciler. Sınırötesi sorunlarla baş edemiyorlar.
Türkiye’nin atacağı adımı tahmin edebiliyorum. Suriye’de sınırımızda bizi koruyacak bir Kürt seti oluşturmak yerine ivediyetle Moskova’yla anlaşıp Suriye’de uçak uçurmak olacak. (Şu anda Rusya yüzünden TSK Suriye’de uçak uçuramıyor.) Cerablus-Dabık-Mare bölgesinde IŞİD’i bombalayarak orada IŞİD’i geriletmek, bir tampon bölge kurmaya çalışmak, aynı zamanda Kürt kantonlarının birleşmesini engellemek ve muhtemelen bu kış itibarıyla da Moskova üzerinden Esad’la konuşarak PYD’ye karşı Esad ve Rusya’yla ortak bir eksen oluşturmaya çalışmak olacak.
Mantıklı olan çözüm bu değil. Osman Gazi de böyle yapmazdı. Ama ne yaparsınız, bizimkiler de gerçek Osmanlı değil...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları