Milliyetçiliğin her türlüsü problemli. Vatanseverliğe, insanın ülkesinin geleceği için çalışıp didinmesine sözüm yok.
Ancak milliyetçilik, ulus-devletlerin yükselişte olduğu son yüzyıl içinde Avrupa tarihini karartmak dışında pek kimseye fayda getirmedi.
Milliyetçi söylem, baskın kimlik dışındakilere karşıt, çoğunluk dışındaki kimlikleri ötekileştiren, “iç düşman” ve “dış düşman” gibi olgulardan beslenen bir ideoloji. Her daim düşman yaratarak yükseliyor. Bu ideolojinin, son yüzyıl içinde insanlık tarihine çok acı bir faturası oldu. Yahudiler, azınlıklar, Ermeniler, komünistler, gay’ler, Müslümanlar, yerine ve ülkesine göre milliyetçiliğin hedef olduğu çatışma ve savaşlarda bedel ödediler.
Hal böyleyken, ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın yemin töreninde yaptığı konuşmayı, hafif bir ürpertiyle dinledim.
Görüntü, organizasyon, gelenek, Melania Trump’ın uçuk mavi elbisesi vs. güzeldi. Ancak içerik olarak yeni ABD Başkanı, seçim sürecinde kullandığı o son derece primitif milliyetçilik söylemini devam ettirdi. Dünya ve ABD arasında duvarlar ördü. Amerikan siyaset söylemi ve her türlü kurumsal işleyişte yer edinmiş çoğulculuk, çok renklilik, farklılıkların kucaklanması gibi kavramların kıyısından bile geçmedi. Ne kendi ülkesi, ne de dünya için demokrasi vurgusu yapmadı. Amerika’nın dünya için temsil ettiği değerlerden, ittifaklarından, küresel dostlarından, globalleşmeden, ortak refahtan da söz etmedi.
Göstermelik olarak bile ağzına almadı bu kavramları...
Bu beni ürküttü. Onun yerine ABD’yi, Tanrı tarafından kutsanmış, ancak kötü yönetim yüzünden adeta bir “katliam” yaşayan, yıkık-bitik bir ülke olarak tanımladı. Her popülist demagog gibi, hayali elitlere çattı, iktidarı “millet adına” kullandığını iddia etti ve “Bugün sadece yönetim bir partiden diğerine geçmiyor; aynı zamanda güç Washington’dan halkın kendisine geçiyor” dedi.
Biz, bu vurguları çok iyi biliyoruz. O yüzden de kaygılanmamak elde değil...
Trump’ın çoğulculuk, demokrasi, eşitlik gibi kavramları kullanmaması, dünyayla ilişkilerini de bu kavramların süzgecinden geçirmeyeceğini gösteriyor. Zaten kendisi de söylüyor. “Ben sadece Amerika’nın çıkarlarına bakarım” diyor ve bu çıkarları, Batı değerleri dediğimiz liberal demokratik düzenin tahkimi üzerine değil doğrudan Amerika’nın ekonomik çıkarları üzerine inşa ediyor.
Ve daha da vahimi, o ekonomik çıkar tanımında globalleşmeyi değil, ticaret duvarlarının yükseldiği ve ülkelerin ekonomilerinin “entegre” değil “karşıt” olduğu eski bir modele dayandırıyor. Yani 30 yıldır bize anlatılan “Hindistan’daki bir işçinin Zara için çarşaf üretmesi hem o işçiye, hem Hindistan’a, hem de Zara ve İspanya’ya faydalı” tezini temelden reddediyor.
Bu durum, yani ABD’nin içe kapanması, dünyanın farklı yerlerindeki otoriter rejimler için iyi haber olabilir; ancak otoriter ya da yarı otoriter ülkelerde demokrasi mücadelesi verenler için son derece kötü haber.
Acı tecrübelerden sonra inşa edilen demokrasi ve insan hakları konusundaki uluslararası standartlar bir anda çöpe atılacaksa, vay halimize! Özellikle Türkiye, Batı ittifakı içinde yer almasından dolayı son 30-40 yıl içinde iyi-kötü bazı demokratik standartları yerine getirmekle mükellef görüldü. Demokrasiden sapmalar ve ihlaller olsa da, nihayetinde gidilmesi gereken yerin demokrasi olduğu konusunda içeride ve dışarıda bir konsensüs vardı.
Şimdi, Soğuk Savaş boyunca var olan ve özellikle de son 20 yılda Türkiye’nin kaderini şekillendiren bu konsensüs, yıkılıyor. Bizzat ABD’nin kendi ağzından demokrasinin nihai hedef olmadığını duyuyoruz.
Demek ki dünya hızla her türlü ortak değerden yoksun, gücü gücüne yetenin hâkim olduğu, astığı astık kestiği kestik liderlerin türediği ve küresel ilişkilerin değerler değil al-ver üzerine kurulu olduğu bir 19’uncu yüzyıl düzenine geri dönecek.
O zaman, vay halimize!
Trump kaygılandırdı
Yazarın Son Yazıları
Yaklaşan facia
Yalancı bahar mı ikinci bahar mı?
Bu mu devlet aklı?
Lale Devri bitti!
Mutsuzluk beter umutsuzluk daha beter
Avrupa ile yakınlaşmak için
Trump, Brunson’la ilgili ne demiş?
Alis harikalar diyarında
Türkiye ile ABD arasında tarihin en büyük krizinde gerilim düşüyor. Henüz bir “el sıkışma” olmasa da, Brunson krizinin nasıl aşılacağı konusunda bir formül yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Formül, iki ülkenin de aylardır konuştuğu “Andrew Brunson-Hakan Atilla” takası. Brunson’ın ABD’ye gönderilmesi karşılığında Atilla bir süre sonra Türkiye’ye gelecek.
Brunson yaptırımları ve devam eden pazarlıklar
Brunson’la takas fikri kimden çıktı
Al Papaz’ı ver Halkbank’ı
Sessizlik
Bir demokrasi kendini nasıl savunur?
Batı’yla pazarlık
Osmanlı bu değildi
Yeni dönem ne olur?
Dünya karıştıkça biz geriliyoruz
Hüzün
Sonuçlara bir de böyle bakın
Kazanacağız
25 Haziran Türkiye’si
Emanetim sende saklı
İki seçim arası
MERKEL: Kendine gel! TRUMP: Dükkân benim
Oyun büyük
Ver Papaz’ı, Al Münbiç’i
Ben sana iktidar olamazsın demedim...
Sessiz çoğunluk
Burası Rusya değil kardeşim
Ne yapmalı?
Dip dalga ne gösteriyor?
Baskıda kaosa geçiş süreci
Dışarıda olan seçimi nasıl etkiler?
Attım bunu cebe
Bilinenler, bilinmeyenler
Piyesin son sahnesi
Diktatörlüğün sıradanlaşması
CHP’nin zor kararı
İki çift lafım var...