Ayşe Emel Mesci

Seçmeyi ve görmeyi bilmek

21 Haziran 2021 Pazartesi

“Zaman sanki ortasından bir bıçakla ikiye ayrılmıştı...”

İlhan Selçuk, Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” romanından bu cümleyi çok severdi. Zaman üzerine düşünmekten, konuşmaktan hoşlanırdı. 

Bir gün Cumhuriyet’in Cağaloğlu’ndaki tarihi binasında sohbet ederken konu zamana gelmiş, muzip bir gülümsemeyle bir fotoğraf koymuştu önüme: “Zaman nedir Ayşe Emel? Haydi, şu fotoğrafa bak da söyle bana.” Sonra devam etmişti: “Bak, bu fotoğrafta zaman donmuş. Ama biz bugünden bakıyoruz ona, şimdiki zamanın içinden, geleceğe taşıyoruz onu, fotoğrafın geleceğine. Onun geleceği bizim şimdimiz. Dördüncü boyutu, zamanı unutmadan bakmak gerek yaşama. İnsanlar için de öyle. Onun için araya giren zamanın niteliği, senin onu nasıl yaşadığına, aslında kendini nasıl yaşadığına bağlıdır, görecelidir.” 

ARAYA GİREN ZAMAN

21 Haziran 2010… 21 Haziran 2021… 

İlhan Selçuk’u kaybettiğimizden bu yana geçen on bir yılda, “araya giren zamanda” neler olduğunu düşünürken aklıma tekrar geldi bu sohbetimiz.

Daha önce de birçok kez yazdım, İlhan Selçuk’un en etkileyici özelliklerinden biri, çok çeşitli alanlara duyduğu ilgi, merak ve bu geniş yelpazedeki birikimiydi. Her alanda vasatlığın, entelektüel birikim düşmanlığının öne çıktığı şu tuhaf zaman diliminde çok kıymetliydi bu yanı.

Türkiye’de yaşanan ve yıkıcı sonuçlarını bugün hep birlikte deneyimlediğimiz sürecin en erken farkına varanlardan biri, belki de birincisi olduğuna, “Tehlikenin farkında mısınız” sorusunu gazetesinin manşetinden indirmeyen, ödünsüz bir siyasi tavır aldığına kuşku yok. Ama İlhan Selçuk en sert polemik yazılarını bile güncel siyasetin üzerine taşımayı bilen, aslında güncel siyaset ölçütleriyle düşünmekten hoşlanmayan, felsefeyle anlamayı, “insan sıcağı”yla sevmeyi, dünyayı Bektaşi mizahıyla, müzikle, şiirle, edebiyatla anlamayı tercih eden bir düşünür, bir entelektüeldi. Özellikle de felsefe ile sanat arasındaki ilişkiyi sezme, görme yeteneği bende iz bıraktı.

TANGO

İnanılmaz bir tango koleksiyonu olduğunu da eklemeliyim. Bunu da 1999-2000 sezonunda İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Toygun Orbay’ın “Mat” adlı oyununu sahneye koyarken öğrenmiştim. Bir satranç tahtasının başında geçen tek kişilik oyun tarzında yazılmış metinde, “satır aralarındaki gölgeleri” sahnede dansla var etmeyi tasarlamış, bu nedenle metne paralel ikinci bir öykü oluşturan bir koreografi hazırlamıştım. Bu koreografi için bir de tango gerekiyordu. İlhan Ağabey birçok kasetten oluşan tango koleksiyonunu ödünç vermiş, “Aman dikkat et, benim için kıymetlidir” demeyi de ihmal etmemişti. Kayıt aracı olarak kasetlerin kullanıldığı bir dönem şimdi ne kadar uzak geliyor. Oysa topu topu 20 yıl öncesinden söz ediyorum. Ve yine “araya giren zaman” hatırlatıyor kendini.

KATEDRAL

İlhan Ağabey’i son kez gördüğümde, hastanedeki odasında pencerenin yanında bir koltukta oturuyordu. Zayıflamıştı ama onu yatakta görmediğime sevinmiştim. Sohbeti edebiyata getirdi. “Burada son okuduğum kitap etkiledi beni, Amerika’dan da çok iyi yazarlar çıkıyor” dedi. Merak edip sorduğumda, beyaz bir dosya kâğıdına çaprazlama yazdı: “Katedral, yazan Raymond Carver.” Altına bir parantez açıp ekledi: “(kitap).” Hatırladıkça gülerim buna. Uzun soluklu satranç oyuncusunun o bitkin halinde bile tıkır tıkır çalışan keskin zekâsı, “Başıma bir de ‘Katedral’ örgütü çıkarmasınlar” diye tedbirini almayı ihmal etmemişti.

Sanırım okuduğu son kitap “Katedral” oldu İlhan Ağabey’in… Seçmeyi ve görmeyi bilmek üzerine kısa ama derin bir öykü… 

Bence İlhan Selçuk’un yaşamında da en belirleyici temalardan biriydi bu…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dünya bir sahnedir 1 Nisan 2024
On yıl sonra... 18 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları