Ayşe Emel Mesci

Tiyatro iktidarlarla empati kurmaz

21 Nisan 2014 Pazartesi

Hiçbir siyasal iktidar sanatçıdan, hele tiyatro sanatçısından sorularını sormaktan vazgeçmesini beklememeli

>Tiyatro, tüm baskılara karşı kendi dilini konuşma hakkını ödünsüz bir biçimde savunmak zorundadır, çünkü bu, tiyatro sanatı açısından varoluşsal bir sorundur.

Tiyatro sahnesi siyasi iktidarlarla empati kurmaya çalışma yeri değildir; tiyatrocu böyle davranırsa kendisini var eden en yaşamsal köklerini budamış, bir anlamda intihar etmiş veya farklı bir dünyada yaşamayı seçmiş olur.
Dün (Cumartesi) Radikal gazetesinde Özgür Mumcu’nun insanı yüreğinden yakalayan yazısını okudum. Filistin’de Refah kampında mültecilerin evleri yıkılmasın diye bir İsrail askeri dozerinin önüne dikilen ve henüz 23 yaşında iken ezilerek öldürülen Amerikalı Rachel Corrie’nin annesine yazdığı bir cümlesini de alıntılamış Mumcu: “Çünkü hesapta böyle bir dünyaya gelmek yoktu ve eğer burada olanlara göz yumarsam dünyanın böyle olmasında sorumluluğum var demektir.”
Evet, yaşadığımız yüzyılda, yaşadığımız topraklarda tiyatro yapmak da böyle bir şeydir ve böyle bir duruşu, böyle bir muhalif ahlakı, böyle bir sorumluluk duygusunu gerektirir.

Emniyet kemerini takar mıydınız?
Mumcu çok ilginç bir hadiseyi anlatmış yazısında: İran’dan İsveç’e kaçmış bir Kürt mültecinin sınır dışı edilip İran’a geri gönderilmesine karar veriliyor. Genç adam uçağa bindiriliyor ama ailesi diğer yolcularla konuşuyor, onları bilgilendiriyor ve bu yolcular emniyet kemerlerini takmayınca uçak havalanamıyor, çünkü sivil havacılık yasalarına göre pilotun buna hakkı yok. Bu toplu protesto en azından şimdilik sonuç alıyor, Kürt mülteci göçmen merkezine götürülüyor. Ve Özgür Mumcu soruyor: Acaba siz olsanız o emniyet kemerini takar mıydınız, takmaz mıydınız?
Ne kadar önemli bir soru…
İşte sanat, özellikle de tiyatro sanatı, toplumsal anlamını, yerini, varoluşunu ancak kendi estetik normları içinde böyle sorular sormayı sürdürdükçe koruyabilir. Onun için hiç kimse, hiçbir siyasal iktidar sanatçıdan, hele tiyatro sanatçısından sorularını sormaktan vazgeçmesini beklememeli; tiyatro sanatını temsil etme iddiasındaki sanat kurumları da siyasal iktidarlara empati çağrıları yapmamalıdır. Burada konu, iktidarda şunun veya bunun olması değildir; sanat tüm siyasi erk mekanizmalarının dışında kalması gereken özerk alanını kendi elleriyle uzlaşma bataklığına sürükleyemez, çünkü uzlaşan sanat, sanat olmaktan çıkar.

Meyerhold ve Liubimov
20. yüzyılın en yaratıcı tiyatro insanlarından biri olan Vsevolod Meyerhold, Sovyetler Birliği’nde Stalin döneminin cadı avlarına kurban gitti, uydurma bir mahkemede casuslukla suçlandı ve 2 Şubat 1940’ta kurşuna dizildi. Yuri Liubimov, 20. yüzyılın ikinci yarısında dünya tiyatrosunda büyük iz bırakan Taganka Tiyatrosu’nu 1963’te kurduğunda, fuayede Meyerhold’un kocaman bir resmi asılıydı. Sonra Liubimov da bir dönem yasaklandı, 1984’te Sovyet vatandaşlığından çıkarıldı, 1989’da “perestroyka” sonrası geri dönebildi, bugün Taganka hâlâ var ama SSCB diye bir şey kalmadı. Peki, Taganka eski Taganka mı? Bu da ayrı bir soru tabii ki.
Dünyanın totaliter rejimlerle yönetilen, bireye ve ifade özgürlüğüne saygı göstermeyen bütün ülkelerinde tiyatro sanatçıları benzer sınavlardan geçmişlerdir, geçmeye de devam ediyorlar. Ama “demokratik” diye nitelenen ülkelerde de adına piyasa koşulları denen bir başka baskı düzeninin var olduğunu unutmamak gerek.
Tiyatro, tüm baskılara karşı kendi dilini konuşma hakkını ödünsüz bir biçimde savunmak zorundadır, çünkü bu, tiyatro sanatı açısından varoluşsal bir sorundur.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları