Ayşe Emel Mesci

Yürüdüğün yola inanmak: Yuri Liubimov

20 Ekim 2014 Pazartesi

Geride birçok ders bıraktı. Uğurlar olsun büyük usta, ışıklar içinde yat  

Liubimov, sadece sahnede söylenen sözün, bire bir yansıtılan görüntünün değil, sahnede kurgulanan ve seyircinin imgeleminde temsille birlikte gelişip çok farklı
yerlere de gidebilen paralel dünya ile 20. yüzyılın ikinci yarısının tiyatrosunu derinden etkileyen özgün bir sahne dili yaratmış, yazılı metinleri aşan sahne temsilleri “yazmıştı”.
Dünya tiyatrosunun yaşayan en önemli isimlerinden birini, 20. yüzyılın ikinci yarısına damga vurmuş Taganka Tiyatrosu’nun kurucusu Yuri Liubimov’u kaybettik. Kendisiyle şahsen tanışma şansı da bulduğum Liubimov, meslek yaşamımda önemli bir yer tutuyor. Çünkü özellikle 1980’lerden sonra sahne arayışlarımda belirleyici olan birçok temel kaynağa, Meyerhold’a, Vahtangov’a, genelde Rus-Sovyet tiyatro deneyimine onun tiyatrosunu tanıdıktan sonra yöneldim.

Finlandiya turnesi
Sene 1982’ydi. Tuncel Kurtiz’le birlikte Finlandiya’ya turneye gelen Taganka Tiyatrosu’nu izlemeye gitmiştik. Helsinki Şehir Tiyatrosu’nun önünde kuyruk olmuş seyircilerle birlikte biletlerimizi 1917’nin askeri üniformaları içindeki iki oyuncunun süngülerine takıp içeri girdik. Liubimov’un o meşhur uyarlamalarından birini, John Reed’den uyarladığı “Dünyayı Sarsan On Gün”ü izleyecektik. Fuayede dört fotoğraf asılıydı: Meyerhold, Stanislavski, Vahtangov ve Brecht. Taganka Tiyatrosu, kendi tiyatrosundaki bu düzenlemeyi turneye gittiği her yere de taşırmış, öyle dediler. Aslında Liubimov 1953’te Taganka Tiyatrosu’nu öğrencileriyle birlikte kurduğunda fuayeye sadece Meyerhold’un resmini asmak istemiş; ama resmi makamlar ancak Stanislavski’nin resmini de asarsa buna izin verebileceklerini belirtmişler. O zaman Liubimov da resim sayısını dörde çıkarmış.
Beni Meyerhold Tiyatrosu üzerine derinlemesine araştırma yapmaya ve düşünmeye yönelten en önemli etkenlerden biri bu karşılaşma olmuştur. Orada iki saat boyunca virtüöz oyunculuklar ile kusursuz bir “ensemble”ın harmanlandığı bir tiyatro şöleni yaşamış, Tuncel Kurtiz ile birlikte şaşkına dönmüştük. Aslında bu şaşkınlığı yaşayan sadece biz değildik. 1983’te, Schaubühne’de çalıştığımız dönemde, Peter Stein Taganka Tiyatrosu’ndan söz ederken, “Onları seyrederken koltukta küçülüyorum sanki, ok gibi yağıyorlar üzerime” demişti.

Liubimov ve Meyerhold
Taganka’nın o Finlandiya turnesinde sahnelediği diğer oyunlar “Tartuffe(Molière) ve “Suç ve Ceza”ydı (Dostoyevski). Liubimov ile Meyerhold arasındaki en önemli benzerliklerden biri sanırım her ikisinin de “temsil yazarı” olmalarıydı: Her ikisi de yazılı metne karşı son derece serbest davrandıkları uyarlamalarla unutulmaz temsiller yaratmışlardı.
Ben, Finlandiya turnesinden sonra Liubimov rejilerini kaçırmamaya çalıştım: Budapeşte’de “Üç Kuruşluk Opera”yı, Stockholm’de Puşkin’in “Küçük Trajediler”ini izledim. Bu arada Liubimov ile Sovyet yönetimi arasında zaten gergin olan ipler iyice kopmuş, önce sürgünde yaşamak zorunda kalan sanatçı, Taganka’daki görevinden uzaklaştırıldıktan sonra vatandaşlıktan da çıkarılmıştı. Ancak 1989’da Gorbaçov döneminde ülkesine geri dönebildi. Sovyet rejimi yıkıldıktan sonra ise Taganka Tiyatrosu da parçalandı, birbirine neredeyse düşman iki topluluğa bölündü. Sonra Liubimov’un yine bir uyarlama olan “Dr. Jivago”sunu 1996 İstanbul Tiyatro Festivali’nde gördüm. Yıllar sonra ülkeme dönüp burada tekrar Liubimov ile buluşmak hoş bir sürpriz olmuştu benim için. Uyarlamada sadece Pasternak’ın metni ile sınırlı kalmamış, Blok’un “Onikiler” şiirini de kullanmıştı. Zaten şiir ile olan bu yakınlık Liubimov ile Meyerhold arasındaki bir diğer ortak noktaydı. Repertuvarlarının önemli bir bölümünü şiir kolajları oluşturuyordu.
Sonra “Rus-Türk Çağdaş Dramaturji ve Tiyatro Festivali” kapsamında 2000 yılının aralık ayında bir haftalığına Moskova’ya gittik. Orada sevgili Hayati Asılyazıcı ile birlikte o ünlü Taganka (“açık havada yakılan ateş” manasında) Meydanı’ndaki tiyatroda, savaş karşıtı bir çizgide yorumladığı “Medea”yı seyrettik. Ardından Yuri Liubimov ile buluştuk. Odasının duvarları kendisini ziyarete gelenlerin yazdıkları cümlelerle, imzalarla doluydu. Uzun uzun konuştuk. Meyerhold’dan, Finlandiya turnesinden, bizim Halk Oyuncuları’ndan, yollarımızın sürgünde nasıl kesiştiğinden söz ettik.
Liubimov, sadece sahnede söylenen sözün, bire bir yansıtılan görüntünün değil, sahnede kurgulanan ve seyircinin imgeleminde temsille birlikte gelişip çok farklı yerlere de gidebilen paralel dünya ile 20. yüzyılın ikinci yarısının tiyatrosunu derinden etkileyen özgün bir sahne dili yaratmış, yazılı metinleri aşan sahne temsilleri “yazmıştı”. Belki de bu nedenle roman uyarlamaları, şiir kolajları ve klasik oyunların yeniden yorumlanması Liubimov’un repertuvarında her zaman en önemli bölümü oluşturmuştur.
1982’deki Finlandiya turnesinde düzenlenen bir toplantıda konuşan Liubimov sözlerini şöyle noktalamıştı: “Yaratım, Vladimir Mayakovski’nin de söylediği gibi, ‘bilinmeze bir yolculuk’, yeni olanın keşfidir. Sanat, alışılagelmiş olanı süpürüp atarak öze yönelir. Koşullara boyun eğmemek, bizi çevreleyen dünyanın zaman zaman dayattığı standartlaşmış ölçütler adına kendi yaşam ilkelerinden ödün vermemek. Tüm güçlüklere karşın, yürüdüğün yola inanmak... Yaşamda insana doyum getiren, bir yaşama anlam ve içerik veren başka bir şey yoktur. Önümde kalan yılları da bu yolu arayarak yaşamak isterim.”
Gerçekten böyle yaşadı Liubimov ve geride birçok ders bıraktı. Uğurlar olsun büyük usta, ışıklar içinde yat.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları