Ayşe Yıldırım

Sahibini bekleyen mezar

02 Haziran 2016 Perşembe

Kısmen süren ablukanın 38. günüydü. Lise ikinci sınıf öğrencisi 16 yaşındaki Rozerin Çukur, okuldan çıktıktan sonra bir arkadaşına ödev almaya gitmişti. Ama dönmedi. Merak etti ailesi, telefonla aradılar, cevap veren olmadı. Başından isabet eden tek kurşunla öldürülmüştü... Tarih 8 Ocak’tı... Aradan neredeyse 6 ay geçti, cenazesine hâlâ ulaşılamadı.

“22 Ocak’ta bir koridor açılma meselesi vardı” diyor babası Mustafa Çukur, “Cenazeler alınacaktı içeriden”. Rozerin için de Dicle Kırkpınar eski adıyla Heridan köyünde mezar kazmışlardı. “O zamana kadar cenazeler devletin elinde olan bir yerdeydi” diye devam ediyor Mustafa Çukur:

“Hazırlığımızı yapmıştık biz de. Ama o zamandan beri halen mezar duruyor. Alırsak köye götüreceğiz.”

Sur’daki Dicle Fırat Kültür Merkezi’ndeyiz. Kapının hemen girişinde bir tabela var. İsimler ve öldükleri tarihleri. Çoğunun karşısında “cenazeleri alındı” notu. Rozerin ile birlikte üç kişinin cenazesi daha alınmamış tabelaya göre. Yaklaşık 10 gün önce çıkarılan iki cenazeden birinin kızlarına ait olduğunu düşünüyorlar. DNA örneklerinin sonucunu bekliyorlar. Ama bir türlü gelmiyor o sonuçlar. Mustafa Çukur, gözyaşlarının el verdiği ölçüde sessiz sedasız anlatıyor:

“Kanlardan alınan örnekler üç günde gelirmiş ama kemiklerden alınan örnekler bir hafta sürermiş. Bir haftayı geçti ama yanıt alamadık. Ailelere işkence yapılıyor. Zaten cenazelerden eser kalmamış.”

Bu sırada masada oturan oğlu Gündüz Akmeşe’nin cenazesini aylar sonra Gaziantep’te gömüldüğü yerden çıkaran ve 11 Mayıs’ta toprağa veren Abdullah Akmeşe, “Bir siyah torba verdiler, al bu çocuğun” dediler diyor.

O günleri yeniden yaşıyormuşçasına anlatmayı sürdürüyor Mustafa Çukur:

“İçeriden çıkan aileler vardı. Onlar, cenazeleri kendilerinin defnettiklerini anlatmışlardı. Yerlerini de söylemişlerdi. Yıkadık, kefenledik, zarar görmesin diye derine gömdük demişlerdi. Hatta her cenazenin başucuna da bir kavanoza kimlik bilgileri konulmuş. Biz en son savcılığa yer bildirimi yaptığımızda, bırakın biz ellerimizle çıkaralım dedik. Zaten cenazeler çürümüştür, iş makinesiyle çıkarırsanız darmadağın olacak birbirine girecek dedik. Savcı bize ‘dilekçenizi verin ben gerekeni yaparım’ diye söz verdi. Ama o akşam cenazeler iş makineleriyle çıkarıldı. Çünkü teşhise gittiğimizde oradaki morg görevlisi, ‘O çocuk hayalinizde neyse o şekilde kalsın. Ben o manzarayı gördükten sonra ailelerin görmesini istemiyorum’ dedi. Tanınacak halde değillermiş. Ben de görmek istemedim.”

Son çıkan iki cenazeden birinin kızına ait olduğunu düşünüyor Mustafa Çukur ama Dicle Üniversitesi’ne dökülen hafriyatta bulunan kadın cesedi günlerce uykularını kaçırmış. “Benim çocuğum olabileceğini düşündüm. O cenazenin ne olduğunu da bilmiyoruz. Nereye götürdüler, kime ait belli değil. Örnek alınıp Adli Tıbba gönderilmiş mi onu da bilmiyoruz.”

Peki kavanozlardaki kimlik bilgileri? Onlardan tespit yapılamıyor mu?

“Bundan önce çıkarılan dört cenaze Cihat, Gündüz, Mahmut ve Turgay’ın cenazelerinin yerini de yine biz devlete vermişizdir. Çünkü bize içeriden çıkan aileler söylemiştir. Memurlara söyledim, ‘hepsinin kimlik bilgileri var, kavanozların içinde’ dedim. ‘Doğrudur’ dedi ama onu savcılık almış. O gün o cenazeler çıkarıldığında hangi savcı görev yapmış bilmiyoruz ama o almış. Biz de avukatlar aracılığıyla o çocukların dosyalarına konmuştur bakın dedik. Diyorlar ki dosyaların gizlilik kararı var, vermiyoruz.”

Mustafa Çukur hâlâ Adli Tıp sonucunu bekliyor, 4 aydır boş duran mezar da Rozerin’i.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Son bir soru ve veda 13 Eylül 2018
Siyasal yangın 30 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları