Ayşegül Yüksel

Sıra tiyatroları ‘normalleştirme’ye geldi mi?

07 Temmuz 2020 Salı

Mart ayından bu yana, gündemin başköşesindeki yerini koruyan pandemi olgusuna bağlı olarak, önce toplum yaşamında alınacak sağlık önlemleri ve kısıtlamalar, sonra işsizlik, ardından çalışma ve üretim ortamlarının zorunlu sınırlanması nedeniyle yüzleşilen ekonomik darboğaz, doların Türk Lirası karşısındaki değerinin ikiye katlanmasıyla her alanda ortaya çıkan fiyat artışları ve alınan ücretlerin açlık sınırının altında kalmaktan kurtulamadığı olumsuz koşullar, doğal ki yaşamımızı ağır biçimde etkiledi, etkilemeyi de sürdürüyor.

Temmuz ayına gelindiğinde ise ülkemizdeki sağlık koşulları istenen noktada geliştirilmemiş olsa da AVM’lerden restoranlara, otellerden sinemalara, yolculuk etme ve tatil yapma kurallarına uzanan birçok alanda “sınırlı normalleştirme” adına adımlar atıldı.

Sahne sanatları ne zaman ‘normal’e yakın bir düzene girecek? 

“Ödenekli” olanlar dışında kalan sahne sanatları ise şimdilik öksüz çocuk durumunda… Mart ortalarında orkestra konserleri, bale ve opera temsilleri ile tiyatro oyunları durdurulmuştu. O gün bugündür, tek yaygınlaşan bilgi, sahne sanatlarının sunulduğu mekânların yüzde 50 oranında seyirciyle etkinliklerini sürdürebileceği oldu. Devlet Tiyatroları 1 Eylül’de perde açacağını bildirdi. Yazlık yörelerde “sağlıklı mesafe” kuralına uygun konserler tek tük verilmeye başlandı. Ne ki söz konusu alanların “özel” statüde çalışan sanatçıları çoğunlukla sonu belli olmayan bir tatile girmiş gibiler.

“Özel” tiyatrolar, bir başka deyişle kendi yağıyla kavrulan ve sundukları sanat hizmeti karşılığında devlete çeşitli biçimlerde vergi ödeyen topluluklar korkunç bir çöküntüyle karşı karşıyalar. Mart, nisan ve mayıs aylarında seyirciyle buluşamadıkları, haziranda da yaz turnesi yapamadıkları için hiçbir gelir elde etmedikleri gibi 2019-2020 dönemi için hazırladıkları yapımlar da tam değerini bulamadan ellerinde kalmış durumda. Bu yapımların dekorları nerede saklanır, topluluğun personeli ile teknik elemanların ücretleri nasıl ödenir, salon kira masrafı nasıl karşılanır, dağılmış olan kadrolar yeniden toparlanabilir mi, yeni yapımlar için parasal kaynak bulunabilir mi gibi sorular yüzlerce özel tiyatrocunun bitmeyen karabasanı olup çıkmıştır. (Unutulmasın, topluma sanat hizmeti veren bu insanlar da ev kirası ödemekte, aile geçindirmekte, çocuk okutmaktadır). Sonuç olarak da, temmuz ayında tiyatro etkinliklerinin başlayabileceği yönündeki açıklamaya karşın, çoğu özel toplulukların üretimlerini verimli biçimde sürdürmeleri olasılığı zayıf görünmektedir.

Devlet, özel sektör, seyirci desteği zorunlu

Yıllardır ekonomik zorluklarla boğuşan özel tiyatrolar, içine girdikleri bu son açmaza çözüm üretme adına, çeşitli kuruluşlar aracılığıyla devletten, belediyelerden, özel sektörden ve seyirciden isteklerde bulunmaktadır. 

Bunların arasında, salon kirası, salon bakımı, satıştan alınan vergiler, personel giderleri gibi yapılmış/yapılacak masrafların ödemesinin ertelenmesi, yakıt, aydınlanma vb. borçlarının bağışlanması ya da resmi kuruluşlar tarafından karşılanması, devletin özel tiyatrolara proje karşılığında verdiği -birçok sorun içeren- yıllık desteğin, toplulukların içinde bulunduğu bunalımı giderici yönde yeniden düzenlenmesi, seyircinin gelecek tiyatro dönemi biletlerini önceden satın alması gibi öneriler bulunmaktadır.

Kazanç getirmediği için özel tiyatroya destek vermekten hep yan çizen özel sektörün, sponsorluk (tiyatro etkinliklerine parasal kaynak aktarma) sistemini çalıştırması en çok bu sancılı dönemde yararlı olacaktır. 

Seyirciye gelince, sağlık koşullarına uymak koşuluyla, tiyatroya olan ilgisini ve kültür harcamalarını sürdürmesi, sanatçıların yüzünü alkışlarıyla güldürmesi vazgeçilmez olmalıdır. 

Özel tiyatroları yaşatmak için sözü edilen önlemler sanatın şu temel ilkesi çiğnenmeden alınmak zorundadır: Toplumun sanatla iç içeliğini korumakla yükümlü olan yetkili kuruluşlar, bu yönde attıkları adımlarda sanat kurumlarının “özerk” konumuna saygı göstermek durumundadır. Ödenekli/ödeneksiz tüm sanat kuruluşları için geçerli olan bu ilke, toplum adına yapılan kültür-sanat hizmetini, “parayı veren düdüğü çalar” düşüncesinin yanına bile uğrayamayacağı bir zorunluluk olarak öngörmektedir.

Gelecek kuşaklara doğru dürüst bir tiyatro mirası bırakmak istiyorsak, doğru adımlar atmalıyız…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Özdemir Nutku anlatıyor 3 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları