Bağış Erten

Bir büyüktür yirmi

31 Ocak 2018 Çarşamba

Federer’i izlediniz, değil mi? Tam yirminci kez (eskilerin deyimiyle) ‘gran şilem’ kazandı majesteleri. Spora dair sözü olup da onun zarafeti, kararlılığı, devamlılığı üzerine yazmayan kaldı mı acaba? Yeni kuşak Amerikalı edebiyatçılarını ‘havalı’ isimlerinden biri olan David Foster Wallace’ı bile heveslendirdi kendisi. Ne diyordu Wallace: “Bir kısmı etten, bir kısmı ışıktan bir varlık!” (Yakında bir Foster derlemesinde “İlahi Bir Deneyim Olarak Federer” yazısının tam çevirisini okuyabileceksiniz).
Türkçede ise ona dair en iyi tanımlardan birini Prof. Dr. Nilgün Toker karalamıştı. Hani bir KHK’yle saçma sapan nedenlerle, arkadaşlarıyla beraber saygın bir referans haline getirdikleri Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden atılan akademisyen var ya, o! Kısa bir bölümünü aktaralım: Nadal ve Djokovic her biri farklı tarzlarda da olsa bir yeni ‘imal edilmiş’, yani kapasiteleri oyuna göre biçimlendirilmiş oyuncular. Oysa Federer, oyunu biçimlendiriyor… İmal edilmiş değil, kendi kapasitelerini edimselleştirme yoluyla oyunu da kendinin kılarak orada bir ‘fark’ dolayısıyla genişleme sağlıyor.(…) Federer’in muhataplarına verdiği duygu korku değil, onların meydan okumasına izin veren ve bu bakımdan ‘denk’ bir muhataplıkla süren ve ‘iyi’ olanın kazanacağı bir oyunun garantisini veren bir duygu bu. Oyunun adaleti gereği, ‘iyi’ olanın aranması gerekir, gücün ezmesinin beklenmesi oyuna ait bir şey değildir değil mi?”
Ama tenisin tahtında bu aralar sayın Federer oturmuyor. Asıl başrol bir kadında, Caroline Wozniacki’de. Çünkü galiba bu sefer “bir büyüktür yirmi” olabilir. Büyük iş başardı Leh asıllı Danimarkalı. Rakibi Halep’le birlikte Federerli finali kıskandıracak derecede güzel bir maça imza attı. Kupa kime gitse sevinecek, kim kaybetse üzülecektik. Öyle de oldu. Ama böyle güzel maçları çok izledik biz. Bunu farklı kılan başkaydı. Karşımızda; çalışkan, inatçı iki tenis yıldızı vardı ama ikisi de son adımı bir türlü atamıyordu. Bir numaraya kadar yükselmişlerdi ama ikisi de hiç gran şilem kazanamamıştı. En yetenekli değillerdi, en güçlü de değillerdi. Ama inat ve dirayet konusunda herkesle baş edebilirlerdi. Yani daha başlamadan kocaman bir vaadi vardı maçın. Nitekim bu vaadin altında da kalmadılar. Epik, dramatik bir mücadele izledik.
Ama Caroline’in hikâyesindeki drama payı bununla da kalmıyor. Zor zamanlardan geçmiş Danimarkalı. Erman Yaşar ayrıntısıyla yazmış Redbull Türkiye sayfasında. Dünyanın en büyük golfçülerinden biri olan Rory McIlroy’la evlenmesine birkaç gün kala terk edilmiş. Haliyle formu da düşmüş. Zaten tenisi konusunda ‘yeterince agresif değil’, ‘büyük maçları kazanamıyor’ eleştirileri vardı. Yani kötüye gitmek için her türlü sebebe sahipmiş. Gitmemiş. İnsanın en yakın arkadaşı ‘ikonik’ Serena Williams olunca sanırım kolay vazgeçmiyor.
Dünyanın en iyisi… Sonra bir kişisel travma… Kötüye gidiş… Küllerinden doğuş ve geri dönüş… Kaç kere izledik bu senaryoyu değil mi? Olsun, doymuyoruz. Bu drama -hele de sporda- bizi hep içine çekiyor. Ama Wozniacki’yi bence ‘zamanın ruhuyla’ ilgili farklı kılan bir şey var. Tenisin Barbie bebeğiydi o. Güzel, sempatik ve iyi. THY reklamlarına uygun bir ‘mazbut’ aile kızı. Galiba asıl bunu kırdı Wozniacki. Sıradan kalmaya, ‘olduğu kadar’a isyan etti. Kendi küçüklüğüne yazdığı bir mektup var. Orada her şeyi ailesine, özellikle de babasına borçlu olduğunu söylüyor. Sanırım tam da babasının gölgesinden çıkmaya, büyümeye başladığı anda geldi bu zafer. Kendisi olduğu zaman kazandı.
Diyorlar ki önümüzdeki yıllar kadınların yılları olacak. Erkekler değil ama ‘erkeklik’ zor durumlara düşecek. “Adam gibi adamlar” pek makbul görülmeyecek. Emareleri görünmeye başlandı galiba. Düşünsenize Federer gözyaşları içinde 20. zaferine ulaşıyor, ama biz onun kadar Wozniacki’yi de konuşuyoruz. Artık Nilgün Hoca’dan bir kadın tenisi yorumu beklemek hakkımızdır, değil mi?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları