Bilsay Kuruç

Bu iktisat bize nerelerden geldi?

17 Şubat 2025 Pazartesi

Bir ara verdikten sonra devam ediyoruz.

Bugünün koordinatlarına bakalım. Neredeyiz? Şimdi bir “deflasyon ekonomisi”ndeyiz. Buraya bir “enflasyon ekonomisi”nden (2021-23) geldik. Enflasyon şiddetli idi. Deflasyon da öyle. 2023 Seçimi bitti, “enflasyon ekibi” gitti. Görevleri bitmişti. “Deflasyon ekibi” geldi, görevde.

İKİ ENFLASYON, BİR DEFLASYON

Türkiye’de “klasik enflasyon” dönemleri 2000’lerin başında kapandı. 1988’de yıllık enflasyon yüzde 75 idi. Bu 1990’larda bir süre yüzde 60’larda sabit kaldı. Sonra biraz yükselip yüzde 80’e çıktı. Son “klasik enflasyon” oldu. İşin siyaset tarafına girmeyelim. Ancak, vurgulayalım: 1980 darbesi siyaseti silip süpürdüğü için “darbeden siyasete” geçişte (1983-84) yeni iktidar kendini, “elini cömert tutan” yeni harcamalarla takdim etti. Siyasetin, “Bakın, biz sizlere neler getiriyoruz!” ve “O bir veriyorsa, ben beş veriyorum!” zeminindeki harcamalar. Biliyoruz, o zeminde vergiden söz etmek sevimsizdi.

1990’larda, böylece açıklar büyüdü. En başta, iktisatçı deyişiyle kamunun “borçlanma gereksinmesi” gitgide büyüdü. Ancak, iç borçlanma yeni başlıyordu ve bankacılık böyle hacimli bir finansmanı kotaracak yapıya sahip değildi. O, sayısı ha bire artan küçük bankalarla tasarrufları kendine çekmeye çalışıyordu. Kamu açıkları büyürken sahneye, daha önce yazmış olduğum gibi, yepyeni, gıcır gıcır dolarların da girmesiyle enflasyon yönetilemez oldu. “Kemiksiz” dolar faizinin yüzde 25’e yerleştiği o ortamda, doksanlarda, Cumhuriyetin son “klasik enflasyon”u yaşandı. Bu son 30 küsur yılın “birinci enflasyonu”dur.

“Birinci enflasyon”dan çıkış bir ağır deflasyonla mı oldu? Yaşayanlar düşünebilir: Hem evet hem hayır. Ama “İkinci”den sonra, 2023’te ağır deflasyon geldi. Niçin öyle? Bakalım.

HIZIR

2000’lerin başında bir “Hızır” arayışı başladı. Amerika’dan Kemal Derviş geldi. Görevliydi. İşin esasını enflasyonu durdurmak ve yapıyı onarmak değil, “başka bir ekonomi”ye geçiş olarak koydu: Kastedilen kapitalizme özel bir “geçiş”le eklemlenme idi. Enflasyon bunun için büyük fırsattı. Elbette böyle denilmedi. “Güçlü ekonomiye geçiş” başlığı ile resmileşti. Programı Derviş yapmamıştı. Memur edilmişti. Türkiye yönetimi razı olacak, dış finansman için şart koşulan ne varsa kabul edecekti.

Ne için rıza ve kabul? Buna uluslararası jargonla “conditionality” deniyor. “Sana önereceklerim var. Senin için yeni bir yapı lazım. Bunun programını yaptık. Dediklerimi yaparsan parayı alırsın!” Kabaca böyle. Bu “program”ı kim yapıyor? 1944’te yazılmış olan statüsünü aşarak 1990’larda çizmenin iyice üzerine çıkmış IMF. Türkiye’ye de Cumhuriyetin kurduğu tüm tesisleri satması, kamuda çalışanları kapının önüne koyması, ücretleri bastırması, çiftçilerin ekimini sınırlaması gibi adımları atmak üzere on beş günde on beş yasa çıkarmasını söylüyor. Kısaca, dünya kapitalizmine eklemlenmek üzere, “para”yı alabilmek için tarihi adım. Rıza ve kabulle adım atıldı. Cumhuriyetin son “klasik enflasyonu” gelen “para” (gökten yağan dolarlar) ile kısa sürede sona erecektir. Tarih 2003-04.

NİKAH

Peki, para verilecek. Ama kime emanet edilecek? İşin özü burada. Ekonomide dünya sermayesine uyumlu yeni bakış için siyasetin de yepyeni bir zemine oturması lazım. Siyasete emanet edilecek büyük iş şansa bırakılamaz. Kapitalizmin has siyaseti lazım. Bu, Derviş’e verilen memuriyet “manda”sının ötesindedir. Kapitalizmi yerleştirecek büyük adımdır.

Bir “nikâh” kıyılacak. Sermaye ile siyasetin nikâhı. “Ortakyaşamları” (Simbiyoz) için. Bu işin sahibi olacaklar. Bir yastıkta kocayacaklar. Buna “pakt” da denilebilir. Tarihi önemini görmez, anlamazsak, nikâhtaki son yirmi yıllık “kerameti” de kavrayamayız.

Nikâh “dolar”la kıyıldı. Dünya finans sermayesi sağdıçlık yaptı. Ekonominin temel fiyatı “döviz kuru” (“dolar”/TL) oldu. Tüm öteki fiyatlar bu temel fiyata göre belirlenmeye başladı: Dolarizasyon. Ekonomi artık “dolar”ın kılavuzluğundadır. Hazırlanmış programla getirilen ekonomik vesayet (“conditionality”) “ikram” olarak sunuldu. Alkış aldı. Ana akım meslektaşlarımız içten tezahürat yaptılar. Cumhuriyet karşıtlığını kendilerine dert edinmiş liberaller de nikâhta tanıklık yaptılar. Zengin servise katılarak çoğaldılar.

Kitaba göre, her enflasyon (hele yüksek enflasyon) toplumu cendereye sokmakla, iktisatçı deyişiyle, “deflasyon”la söndürülebilir. Mantık, gelirleri prangaya vuracaksın ki fiyat artışlarını yavaşlatıp durdurasın, mantığıdır. Ama 2000’lerin başında öyle yapılmadı. Dolar yağmuru içeride gelirleri yapay olarak artırdı. “İthal satın alma gücü” getirdi. Geçici ferahlık verdi. “Bu kapitalizm ne güzel bir şeymiş! Cumhuriyet ekonomisinin kalıplarından kurtulduk” havası yarattı. Adına kapitalizm denilmedi. “Doğru ekonomi” filan denildi. Demokrasi de denildi. Gerçi 2000’in dönemecinde, program gereği, banka sektöründe küçüklerden başlayan büyük yıkım oldu. Şok halinde gelen işsizlik yaşandı. Şirket iflasları oldu. Ama olacak o kadar, gibi algılandı. Geçici ferahlığı, “razı olan insan” tipinin var edilişini ve başlayan ilkel sermaye birikimini daha önce yazmıştım. Girmeyelim.

İKİNCİ ENFLASYONA

“Pakt”ın ete kemiğe bürünebilmesi, öncelikle sermaye sınıfının yeni maddi “varlıklar” (menkul, gayrimenkul) edinerek, yeni katmanların eklenmesiyle beslenerek yeniden oluşmasıyla gerçekleşirdi ve öyle oldu. Sosyal bilimci deyişiyle, sermaye sınıfı “kendini yeniden üretti” (“reproduction”). Ama ülkeye yeni bir ekonomik yapı getirmedi. “Misyon” sahibi olmadı. Ticaret ve inşaatla zenginleşti. Sanayi sermayesi yeni teknolojiler dünyasına girmekten ürktü. Göze alamadı. İddia sahibi olmadı. Kısaca, dolarizasyonu seven sermaye sınıfı, ülkeye dünyadan döviz getirerek açıkları “fazla”lara çevirecek bir zahmete girmedi. Sermaye dünya ile bütünleşmeyi, zenginleşmeyi ve serveti severken açıklar sürdü, zaman zaman büyüdü. 2015-16’ya böyle gelindi. Siyaset dokusu buna uyumla şekillendi. Muhalefet için iktidara imrendi.

Bir dolarizasyon ekonomisi yetersiz üretim yapısını sürdürür ve kendi dövizini kendi getiremez, yola sürekli borçlanma ile devam ederse bir köşe başına gelinir. Borcun akmayıp damladığı, bunun da kolay olmadığı bir köşe başı. 2017-18’de buradayız. Eldeki (Merkez Bankası’ndaki) rezervleri eriterek artık şirketlerin değil bankaların yurtdışı borçlanmayı zorlanıp artırmalarıyla gelinen nokta. Sonra, kırmızı alarm lambasının yanıp sönmesi: Dolar kurunun 7.7’den 13.5’e çıkışı. Tarih 2021.

Bu noktada “dolar”la kıyılmış olan nikâh tehlikeye girer. Çünkü sermaye ürkektir. 20. yüzyıl tarihi sermayenin “kaçış öyküleri” ile doludur. Ürkerse bavullarını toplayabilir. Böyle bir tablo “pakt”ın siyaset kanadını perişan eder. O halde, sermayeye dolar veremeyeceğimize göre ne yapacağız? Tek seçenek var: TL vereceğiz. Bunu daha önce yazdım.

Faizler adeta sıfırlanacak. TL mucize gibi ucuzlayacak. Yirmi yıldır “pakt”ı kredilemiş olan bankacılık, şimdi “pakt”ı kurtarma görevini yapacak. Kredileri açtıkça açacak. Sermaye sınıfı mucize kredi bolluğu ile başta gayrimenkuller (konut, arazi) olmak üzere “varlıklar”a yönelecek, Londra’da ev alacak, BIST, dünya borsaları düşerken, yıllık yüzde 150’lik artışla kapısında milyonluk kalabalık görecek, altın, antika vs.ye hücum olacak. Kısaca, pek kısa sürede daha önce görülmemiş bir “varlık enflasyonu” yaşanacak. Bu ilginç ve dehşetli “havadan kazanç” (“capital gains”) süreci içinde şirketlerin ve bankaların bilançoları şiştikçe şişecek. Kısaca, moda deyişle, sermaye-siyaset “pakt”ının kanatları için bir “kazan- kazan” tablosu.

İKTİSAT POLİTİKASI İÇİN LAZIM

İşte, “ikinci enflasyon” bu. Üç şeyi berraklaştırıyor: Bir, dolarizasyona sıkışmış bir ekonomide enflasyon artık “kamu”dan kaynaklanmaz. “Enflasyon yapma hakkı” (eğer bu bir “hak” ise!) artık sermaye-siyaset birlikteliğine aittir. “Klasik enflasyon” zamanı çoktan, yirmi yıl önce kapanmıştır. Bu, bundan sonra gelebilecek enflasyon “hamleleri” bakımından düşünülecek noktadır.

İki, “varlık enflasyonu” henüz ilkel birikim süreçlerini tamamlamamış bir kapitalizmde kısa bir gecikme ile tüketici enflasyonuna (mal ve hizmet fiyatlarının artışına, TÜFE’ye) aktarılır. Medya ve muhalefet hemen çarşı- pazar konuşmalarına başlar. Kısaca, sermaye sınıfı ucuz para ile kredilendirilince önce ve hemen “varlık” edinmeye koşar. Yatırım yapmaktan uzak durur. Yatırımı ve ulusal geliri artırmak diye bir hedef bu ilginç enflasyon sürecinde onun için komik kaçar. 2022 ve 2023’de de böyle olmuştur.

Üç, dolarizasyonlu iktisat politikasında TL faizin yatırımla, istihdamla ve ulusal gelirle bağlantısı iyice zayıflamıştır. Dolar kıtlaştıkça bu bağlantı kopar. Ekonominin merkezindeki sermaye-siyaset birlikteliği TL faizin ana bağlantısını belirler: “Varlıklar”ı, kısaca serveti artırarak “pakt”ı sürdürmek. Varlık enflasyonu “pakt”ın “selameti” için dolar kıtlığını telafi eder. Mal ve hizmet enflasyonunun (ücret gelirlerinden kaynak aktaran fiyat artışlarının) anasıdır. Bankalar öncelikle varlık enflasyonundaki görevlerini bilirler.

NAS MI? O DA NE? KİTAPTA YAZMIYOR!

Biliyoruz, siyaset bu süreci ilginç bir söylemle sundu. Yetkili ağız ucuz para politikasına “nas” dedi. Başta ana akım meslektaşlarımız olmak üzere, yorumcular bunu havada kaptılar. Hatta yetkili ağızla eğlenme fırsatı saydılar. Daha ciddi olanlar ise “Efendim, yanlış yapılıyor. Faiz düşerse enflasyon olur!” dediler. Sermaye sınıfından ise “çıt” çıkmadı. Bu enflasyonu, getirdiği havadan kazancı çok sevdi. Kısa sürede biraz daha zenginleşti. Varlık fiyatlarının artmasını yakın gelecek için teminat olarak gördü.

Yetkili ağız, dilinden anlayanlar için şunu vurguluyordu: Ekonomik olarak yanlış dediğiniz bir adım, eğer siyaseten kaçınılmaz (yineliyorum, kaçınılmaz) ise yapılacak şey o adımı atmaktır! Çünkü enflasyonun bedelini sermaye sınıfı ödemez, toplum yakına yakına öder. Ödemenin adına iktisatçılar “deflasyon” derler. Yetkili ağızın görevlileri ise “rasyonellik” dediler. Buna sonra bakalım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları