Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?
İktidarın hegemonya olanakları daraldıkça, yönetsel istikrar da bir hayale dönüşüyor. Merkez Bankası’na yeni atanmış başkanı apar topar görevden almaktan tutun da İstanbul Sözleşmesi’nden gece yarısı çekilme hamlesine kadar her şey bu istikrarsızlığın bir işareti. Yeni sistemi en çok da “istikrar”, “öngörülebilirlik” için istemişlerdi; öyle değil mi? Tablo ortada. Şu anda tek istikrar, iktidarın kararına göre hayatımızın yarın nasıl olacağı konusundaki endişemizdedir.
Anılan istikrarsızlık kendisini günlük, keyfi kararlarda ve siyasal ittifak mühendisliği girişimlerinde dışa vuruyor. Zaten ikisi büyük oranda iç içe geçmiş durumda.
İktidar bloku çok çeşitli, görünür ve görünmez katmanlardan oluşuyor. Saray, kötüleşen ekonomik tabloda bir yandan sermaye kesimleri arasındaki dengeyi ve buna paralel olarak da parti içindeki sınıfsal eğilimleri bir arada tutmaya çalışıyor. Çünkü rakip partiler var, kaymaların engellenmesi yönündeki arayış, panik hamlelerini çoğaltıyor.
Diğer yandan, ittifaka dahil olan partileri ve kesimleri birlik içinde tutmak adına da yeni tutkallar aranıyor. Bu noktada da yeni tavizler veriliyor, arka arkaya. Bu aslında bir yandan “her şeyi yapabiliyoruz, bizi kimse engelleyemez” türü bir güç gösterisi olsa da yönetenlerin iktidarda kalmak için verebileceği tavizleri, bağımlılığı gösterdiği oranda bir kırılganlık kanıtı da oluşturuyor.
Üçüncü hamle de ittifaka dahil olmayan partileri ittifaka katabilecek tavizlere dayanıyor. Bu hamle, doğrudan bir partiyi (örneğin İstanbul Sözleşmesi bahsinde Saadet Partisi’ni) tamamen yanına çekmeye yaramasa da ittifak dışında kalan parti ve kesimlere, gerçek iktidarın tek kişinin elinde olduğunu göstermeye ve buraya yakınlaşılması durumunda, istenen tavizleri almanın, iktidar gibi hissetmenin mümkün olduğu mesajını vermeye hizmet ediyor. Dolayısıyla alınan kararları, ülkenin ya da halkın “bekası” değil, iktidarın kısa vadeli siyasal çıkarları, hesapları belirliyor. Yöneten parti kendi siyasal geleceğinde gördüğü istikrarsızlığı, ülkenin karar süreçlerine, yönetimine ve halkın geleceğine dönük bir istikrarsızlık biçimine dönüştürüyor. Kendi kaygılarını bütün ülkenin yükü haline getiriyor.
‘Ben yaptım oldu’ sistemi
Bu hamleler bir yandan da muhalefet partileri arasındaki çatlakları görünür kılıp derinleştirmeyi amaçlıyor. Bir gece yarısı, kamuoyundan kaçırılarak ülkenin yoksullaşmasına hizmet edeceği bilinen bir görevden alma kararının İstanbul Sözleşmesi tartışmasıyla birlikte sunulması bu açıdan bir tesadüf gibi görünmüyor. Siyasal İslamcılık tam da bu zaten. Halkın gerçek meselelerinin üstüne kültürel, dinsel bir örtü yerleştirip, sömürüyü buradan haklılaştırıp kutuplaşmayı derinleştirmeyi, bu vesileyle de mevzileri genişletmeyi umuyor.
Diğer yandan, Meclis’te kanun yoluyla da yapılabilecek bir işlemin, anayasaya uygunluğu tartışma konusu olan, tek taraflı CB kararı ile dayatılması, tek kişilik yürütmenin bir iktidar tarzı olarak yasamanın alanına doğru kendisini daha fazla genişletme, bunu bir tarz olarak yerleştirme arzusundan da bağımsız görünmüyor. Nitekim kararlar tek taraflı alındığı gibi kamuoyu bilgilendirilmiyor, gerek bile duyulmuyor. “Ben yaptım oldu”ya daha da alışmamız isteniyor. Bunun adı sistem değil, sistemsizlik. Alışmamalıyız.
Son bir haftada hızlanan tüm gelişmeleri, HDP’ye dönük kapatma davasından İstanbul Sözleşmesi’nden tek taraflı çekilmeye uzanan tüm hamleleri bu bütünlük içinde okumak, parçalı bakış açısına yönelip iktidarın ekmeğine yağ sürmeden siyaset geliştirmek zorunlu.
Bu noktada iktidarın en büyük avantajı, ülkenin kötü yönetiminden rahatsız olan tüm demokratik eğilimlerin asgari bir program ve ilke temelinde bir araya gelmemesi, muhalefet partilerinin kişileşmiş iktidar karşısında hâlâ kişiler üzerinden mesaj vermeye, kişiler üzerinden bariyer oluşturmaya çalışmasıdır. Evet, doğru; Türkiye’de siyaset lider, kişi merkezli gidiyor. Ancak bunu veri kabul etmek, A kişisini öne çıkaralım, B kişisini yedekte tutalım, C kişisinin anmasında buluşalım mantığını bir birlik stratejisi için yeterli kılmıyor.
İktidar bloku ülkeyi kötü yönetiyor. Halk fakirleşiyor, adaletsizlikler yayılıyor. Bu noktada asıl soru, 12 Eylül faşizmine karşı Server Tanilli Hoca’nın gündeme getirdiği ve altını alternatif bir model koyarak doldurmaya çalıştığı şu sorudur: Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz? Kitabı da yeniden okumanın zamanı.
Evet, asıl bunu, ilkelerini, ekonomiden siyasete programını, anayasal gündemini, kurumsal reformlarını tartışan, halkı somut bir çıkış önerisi etrafında toplayarak bu uçurumdan ülkemizi kurtarmaya güvence veren, bir güç ve alternatif olduğunu gösteren siyasette birlik gerekiyor. Yoksa kuru kuru birlik bir anlam ifade etmiyor.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- 'Seküler müdür kalmadı'