Evet, 19 Mart 2025 gününden bu yana gençler destan yazıyorlar. Kararlılar. Ne yaptıklarının ve ne yapacaklarının bilincindeler. Sadece Ekrem İmamoğlu için değil, onun şahsında demokrasi ve insan haklarının, özgürlüklerin, hukukun, adaletin savunucuları olarak dolduruyorlar meydanları. İktidar ise sinirli, kızgın, öfkeli... Polisleri gençlerin üzerine salıyor ve onlar da saldırıyor yaşıtlarına kin ve nefretle. Şiddet tırmanıyor, basın sansürleniyor, televizyon kanalları karartılıyor, iletişim engelleniyor, sosyal medya daraltılıyor... Birdenbire bayram tatili dokuz güne çıkartılıveriyor. Ama olmuyor, olmuyor, olmayacak... Yine gençler, her yaştan kadınlar, erkekler meydanları dolduruyor. İstanbul’da Saraçhane’den Maltepe’ye uzanan, Ankara’dan İzmir’e, Mersin’e, Trabzon’a, Rize’ye, Antalya’ya ve diğer şehirlere ve hatta ülkelere taşan bir insan seli... CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun diploması sahte deseler de Silivri’ye atsalar da olmuyor, olmayacak AKP’nin kurguları. Ve “Hak, hukuk, adalet” ülke çapında baskın çıkacak.
ZAMANDA DOLAŞMAK
Biraz zamanda dolaşalım istiyorum. Çok gerilere gitmiyorum; Victor Hugo, 1880’li yıllarda “düşüncenin gümrük memurları”ndan söz ederken düşünce özgürlüğünün asla denetlenemeyeceğini vurgulamış. Emile Zola, “Aurora” gazetesinde Ocak 1894’te çıkan “İtham Ediyorum” başlıklı yazısında subay Alfred Dreyfus’un sorgusuz sualsiz tutuklanmasını insan onuruna bir saldırı olarak nitelendirmiş. Günümüzde; oyun yazarı Edward Bond, “Kurtarılmış” adlı oyununda, “yönetenlere baktığınızda şiddetin sokaklara taşması olağandır” demiş. Haldun Taner ustamız ise “Sansür Üzerine” başlıklı yazısında “Malaparte diktatörleri kıskanç kadınlara benzetirdi” diyerek başlamış söze ve devam etmiş; “zaafını, hasta bencilliğini, hiçbir esasa dayanmayan böbürünü korumak, hem maskelemek için zora başvuran bu kişilerin” akıldan çok duyuları ile hareket ettiklerini vurgulamış. “Sade diktatörlerin baskı rejimlerinin değil, sözüm ona güdümlü demokrasilerin de aydın ve sanatçı düşmanlığı buradan gelir” saptamasını yapmış.
Sonuçta, “düşünce özgürlüğü” ve “insan onuru” kavramlarının bir kez daha çiğnendiği bir süreçten geçmiyor muyuz şu günlerde? Elbette insan aklına ve bilime odaklanan genç ve dinamik kuşaklar kısa sürede bu akışın yönünü değiştireceklerdir. Değiştiriyorlar da. Atatürk’ün “Zihin yapısına ilişmeden, hiçbir toplumda hiçbir önemli yenilik beklenemez” sözlerinin öylesine derinden bilincindeler ki...
VE DÜNYA TİYATRO GÜNÜ’NE SELAM
Dünya Tiyatro Günü’ne selam ettiğimiz şu günlerde Muhsin Ertuğrul’dan bir alıntıyla Atatürk’e dair güzel ve anlamlı bir anıyla sesleniyorum aydınlık gençlerimize:
14 Nisan 1963 tarihli “Cumhuriyet” gazetesinde çıkan “Bir Dönüm Gecesi” başlıklı yazısında Atatürk ile 11 Nisan 1930 tarihinde, Şehir Tiyatrosu Ankara turnesi sırasında yaşadıklarını şöyle anlatıyor Muhsin Bey: “O akşam Gazi Hazretleri, genç Türkiye Cumhuriyetinin hemen bütün erkânı ortasında Türk tiyatro sanatçıları için cömertçe dağıttıkları bin bir iltifattan sonra söyledikleri nutku şöyle bitirmişlerdir: Efendiler, hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.” Evet, bilim ile sanat ile içli dışlı bir toplum ufku açık bir toplumdur. İşte bu nedenle böylesi bir şiddet sürecinin orta yerinde yine de “Nice umut dolu tiyatro günlerine” diyorum sanatçısından seyircisine her kuşaktan tiyatro insanına, tiyatro sevdalısına...