Elçin Poyrazlar

Ufak tefek kötülükler

31 Ocak 2020 Cuma

Birinin kötü olduğuna nasıl kanaat getirirsiniz? Büyük bir suç işlediğinde mi yoksa gündelik hayatındaki eylem ve niyetlerine bakarak mı?

Tam kalabalık bir sokakta boş park yeri bulmuşken başka bir aracın zınk diye yerinizi kapması örneğin? Ya da uzun bir kuyruktayken bir uyanığın öne geçmeye çalışması? Ve yahut kedi sevmeyen komşunuzun apartman yönetimine zırt pırt sizi ve hayvanınızı şikayet etmesi?

Bunlar kötülük mü, davranış bozuklukları mı, yoksa affedilmesi gereken insani hatalar mı?

Öte yandan park yerinizi kapan aracı anahtarınızla çizerek intikam alıyorsanız siz de kötülüğe kötülükle yanıt vermiş ve aynı kümenin içine düşmüş olmuyor musunuz?

Geçenlerde bir tanıdığım bana başka bir ülkedeki iş fırsatından söz ederken sesi zevkten çınlayarak ‘Nasıl da kaçırdın bu güzel işi’ demişti. 

 SIRADAN, BANAL...

İşten haberdar olmamam ya da ilgilenmemem önemli değildi onun için. O, kafasında benim bunu hedefleyeceğimi düşünmüş, kısacası beni yakıştırmış ve sonunda ‘işi kaçırarak’ onun kafasında ‘başarısız’ olmamdan pek memnun olmuştu. Bir görüşmemizde de bana bunu açıklama ihtiyacına girmişti. 

Tanıdığım kişi işin ne kadar güzel, ne kadar önemli, ne kadar paralı, ne kadar prestijli olduğundan uzun uzun söz edip ‘Ama olmadı işte. Şansına küs’ diyerek hazırladığı monoloğunu zevk içinde sonlandırmıştı.   

O an karşımdakine ters bir yanıt verme ve önemsememe arasında bocaladım. Bu kişi benim üzerimden kendi eksikliklerini örtmeye çalışıyor, çevresindekilerin hayali bile olsa ‘başarısızlıkları’ onu memnun ediyordu. 

Sonra kötülüğün böyle bir şey olduğunu düşündüm. 

Çok sıradan, küçük, rahatsız edici ve banal. Kötü olan banaldı aslında. Banal ise istisnasız kötüydü. Öyle macera filmlerindeki gibi müthiş zeki, donanımlı, bilim ve sanattan anlayan, inatçı ve çalışkan kötüler yoktu hayatımızda. 

Kendilerinden bıkmış, düşünmekten usanmış, onay peşinde koşmaktan, sevilmemekten yorulmuş ‘normal insanların’ başvurduğu bir şeydi kötülük. 

Kötülük aslında sıradandı ve düşüncenin yoksunluğuydu. 

Felsefeci ve siyaset teorisyeni Hannah Arendt ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ kitabında tam da buna işaret eder. Yani birinin kötü olması için canavar olmasına gerek yoktur. Yahudi soykırımını organize eden ve uygulayan SS Subayı Adolf Eichmann’ın davasını izleyen Arendt, Eichmann’ı şaşırtıcı biçimde sıradan hatta biraz aptal bulur. 

EİCHMANN’IN YAPTIĞI 

Arendt “Asıl sorun tam da Eichmann gibi onlarca insanın olmasından, onlarcasının ne sapık ne de sadist olmasından; ne yazık ki hepsinin eskiden de, şimdi de dehşet verici bir biçimde normal olmasından kaynaklanıyordu” der. 

Yani Eichmann o devasa bürokrasinin çarklarından biridir ve ona verilen emirleri sorgulamayı ya da uygulamamayı düşünemez bile. Asıl kötülük düşünememekten ve yaptığı şeyin sonuçlarını anlamamaktan kaynaklanır. Bu şekilde hem vicdan azabından muaf tutar kendini hem de sorumluluğu daha üst bir otoriteye yükler. 

Arendt, Eichmann ile ilgili ‘bir başkasının bakış açısıyla düşünebilme acizliği’ nedeniyle ne yaptığını fark etmediğini söyler.

KASITLI APTALLIK

Arendt’e göre kötülük düşüncesizlikle ilişkilidir. Özgür iradenin daha yüksek bir makama teslimidir. Körü körüne biattır. Ya da tepenizde ağır ağır oluşturulan toplumsal mekanizmaya karşı çıkmamak, sorgulamamak ve ufak tefek kötülüklerin kimseye zarar vermeyeceğini sanmaktır. 

Ufak tefek kötülükler yapmak kimseyi savaş suçlusuna ya da soykırımcıya çevirmez farkındayım. Ama kötülüğün bizden bağımsız olduğuna inanmak, düşünmeyi ve harekete geçmeyi bir yana bırakmak kasıtlı bir aptallıktır. 

Kasıtlı aptallık ise ufak tefek değil, kötülüğün ta kendisidir.





Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları