Bu yazı Özgür Özel’in “Stockholm Sendromu” uyarısı yapmasından sonra, geçen hafta başında yazmaya başladığım yazıların yedincisi.
Önce bu kavramın Özgür Özel tarafından dile getirilmesinin nedenini ve ülkemizdeki siyasal gündem açısından anlamını anımsayalım:
1) 2008 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu” kararıyla mahkûm edilmiş ve cezalandırılmış olan İktidar, Parlamenter Demokratik Rejim’i, “Şahsım Devleti” niteliğindeki otoriter bir “Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi”ne çevirdi ve gittikçe, totaliterliğe doğru evrilmeye başladı.
2) Sadece, DEM Parti’yi değil, Ana Muhalefet Partisi CHP’yi de baskı altına aldı; bu partilerin mensuplarının bir bölümünü ve CB Adayı olan liderlerini hapse attı.
3) “Terörsüz Türkiye”, “Barış” ve “Demokrasi” sloganları ile başarısızlıklarından dolayı biten siyasal ömrünü uzatmak için yeni bir anayasa yapımını hedefleyen bir “Açılım” sürecini uygulamaya koydu.
4) Bütün bu yaptıklarına rağmen, siyasal ömrünü uzatmak amacıyla yeni bir anayasa için, baskı yaptığı Ana Muhalefet Partisi CHP’den ve sürekli suçladığı ve cezalandırdığı DEM Parti’den “Süreç” desteği istiyor.
5) Bu “Sürecin” uygulayıcısı ve sözcüsü olan ABD’nin Suriye Temsilcisi ve Türkiye Büyükelçisi Thomas J. Barrack Jr. “Sürecin”, “Türkiye Cumhuriyeti”nin “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” yapısına aykırı hedefleri olduğunu ilan etti.
(Bakınız medya haber kaynakları, Kalkandelen, Güller ve Umar’ın köşeleri ve “Olayların Ardındaki Gerçek” yazıları.)
İŞTE STOCKHOLM SENDROMU’NUN GÜNCEL SİYASAL ANLAMI:
Demokrasiyi tahrip eden ve muhalefet partilerini yok etmeye yönelik olan koşullar altında...
Üstelik baskılar ve hapis uygulamaları artarak devam ederken...
DEM Parti ve CHP başta olmak kaydıyla, varlığını Demokratik Rejime borçlu olan herhangi bir siyasal partinin...
Totaliterliğe doğru evrilen bir İktidarın, bitmiş olan siyasal ömrünü uzatacak bu girişime destek vermesi...
Kendisini yok edecek bir oluşuma katılması, “intihar etmesi” anlamına gelmektedir.
***
Şok Doktrini ve Stockholm Sendrom’u birlikte, İktidarın “Demokratik Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” olan “Cumhuriyet Rejimi”ni çökertme “Sürecini” açıklıyor:
1) Anayasa, Hukuk ve Demokrasi rafa kalktı:
a) Yargı bağımsızlığı yok edildi.
b) AYM kararlarına uyulmuyor.
c) Laiklik ilkesi uygulanmıyor.
d) Politikacılar TBMM’de görevleri gereği ettikleri yeminlere uymuyorlar.
e) TBMM işlevsiz bırakıldı.
2) Halkın yargıya yani devlete güveni kalmadı:
Çünkü masumiyet karinesinin reddi, tutuklu yargılamaların ceza olarak kullanılması, “gizli tanıklık kurumu”nun istismarı, haksızlık, hukuksuzluk ve yolsuzluk iddiaları, yargıç ve savcı atamaları yoluyla kararlara müdahale olayları, özellikle de “cezasızlık sendromu”, halkın yargıya güvenini yok etti.
3) Ekonomi ve maliye iflas etti: Kaynaklar bitti, Enflasyon arttı. Vergiler arttı. Ücretler ve gelirler düştü. Halk geçim sıkıntısına mahkûm edildi.
Bu üç olay ve olgu bir arada, vatandaşların devletten beklediklerini, dolayısıyla, hukuku, ahlakı, adaleti, güvenliği, eğitimi, sağlığı, sosyal güvenliği, günlük yaşam gereklerinin yerine getirilme olanaklarını ve gelecek umutlarını yok etti.
***
Sonuç olarak mevcut devlet yapısı çökertildi ama yeni bir devlet yapısı da kurulamadı.
Yani Stockholm Sendromu ve Şok Doktrini yoluyla, bireysel ve toplumsal kimliğin, kişiliğin çökertilmesi gerçekleştirilmiş görünüyor ama yeni bir umut, yeni bir yapı, yeni bir kimlik aşılanamadı.
Bu nedenle de “Süreç” bugüne kadar başarılı olamadı; müzakereler ve temaslar uzatılıp duruyor!
“Cumhuriyet Rejimi” ile “Demokratik Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” fiilen çökertilmiş görünseler de milletten aldıkları güçle direnecekleri için, bunları yok etmeye yönelik olan “Sürecin” başarılı olması “son tahlilde de” pek olası görünmüyor!