Erdal Sağlam

Güven verilemezse işsizlik dahil sıkıntılar çok ağırlaşır

12 Mayıs 2020 Salı

Dün açıklanan, salgın etkisinin rakamlara yansımadığı, 2020 Şubat ayı işsizlik oranları, mevsimsel etkilerden arındırıldığında geçen yılki seviyesinde gözüküyor. Ancak aynı dönemde istihdam oranının büyük ölçüde azaldığı, dolayısıyla çalışan sayısının geçen yıla göre düştüğü görülüyor. Yani kurallarına uygun hesaplanmış gözükse de, işsizlik sıkıntısı büyümeye devam ediyor.

Şubat ayı verileri bir önceki ve sonraki ayları kapsadığı, yani ocak-şubat-mart aylarının ortalaması olduğu için, salgının ekonomik etkisi bu rakamlarda görülmüyor. Önümüzdeki aylardan itibaren oran büyümeye başlayacak ama kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin gibi formüller nedeniyle ilk yarıdaki işsizlik oranlarının da gerçek işsizliği yansıtacağı sanılmıyor.

İş âlemiyle yaptığımız görüşmelerde istihdamın ciddi biçimde düştüğünü, yılın ikinci yarısında toparlanmasının fazla mümkün olamayacağını söylüyorlar. İş insanlarının en çok üzerinde durduğu konular, acil olarak dış kaynak sorununun çözülmesi, kamu yardımlarının artırılması ve bu sayede büyüme oranlarında meydana gelebilecek yüksek oranlı düşüşlerin engellenmesi gerektiği.

İş âlemi çok yüksek sesle bu hususu dile getiremese de dış kaynak başta olmak üzere, “ekonomi yönetiminin gerekenleri yaptığını artık bir an önce görmeleri gerektiğini” aksi takdirde yüksek oranlı daralmaları önlemek için geç kalınacağını söylüyorlar. Özel sohbetlerde “güven sorunu” gündemlerinin başında ama kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda, bu sorunun arkasından dolanıp ürkek biçimde dile getirmeyi tercih ediyorlar. Daha çok KOBİ’ler ve esnaf başta olmak üzere, kamunun yardımlarının artırılması gereği üzerinde duruyorlar. Çok dar bir kesim dışında, iş âleminin genelinin, bir süredir olduğu gibi bu kritik dönemde de asıl sorunları açıkça dile getirme konusunda, yine iyi bir sınav veremediklerini kayıtlara geçirmek gerekiyor.

Açıkça dile getirilemese de durum ortada, yerli ve yabancı yatırımcılarda Türkiye ekonomisinin yönetiliş biçimi konusunda oluşan güvensizlik artarak büyüyor. Bu nedenledir ki faiz oranları sıfırlansa bile yerli yatırımcının döviz mevduatı talebi devam ediyor. Ekonomi yönetimi yatırımlarını korumak isterken hâlâ sistem içinde kalmayı tercih eden bu yatırımcı kitlesini anlamak, ihtiyaçlara göre hareket etmek gerektiğini artık görmek zorunda. Ekonomi yönetimi, ithal enflasyon olmayacak diye, enflasyondaki düşüşün devam edeceğini öngörüyor, buna rağmen TL’de eksi faiz veriyor. Kaldı ki kurlardaki bu gidişatla, özellikle üretim için aramalı talebinin açılmasıyla, enflasyondaki düşüşün tersine dönmesi kaçınılmaz olacak ve yabancı kuruluşlar şimdiden bunu görmeye başladılar.

Yabancı ne diyecek?

Ekonomi yönetimi yabancı yatırımcıyı da tedirgin etmeye devam ediyor. 3 gün önce 3 uluslararası bankaya TL ayaklı swap yasağı koyup kamuoyuna “manipülasyon yapıyorlar” diye lanse edip 3 gün sonra yasağı kaldırıyorsunuz. Manipülasyon soruşturmasının ne önemi kaldı, geçmişte de aynı yolu izleyip günlük sorun çözmek adına “yabancılar bizi vuruyor” demeniz unutuldu mu?

Gelişmiş ülkelerde devam edecek likidite bolluğuna dayanıp “kısa sürede salgın etkisi gider, yine dünyadaki likiditeden pay alır işleri düzeltiriz” umudu taşıyan oyuncular var. Bankaların piyasa birimleri “para kazanma fırsatı yaratan dalgalanma” özlemi çekiyor olabilir ama iktisatçılar buna pek katılmıyor.

Kısa dönem içinde neler olacak bilmiyoruz. Piyasada, bazı ülkelerle miktarı küçük olsa da swaplar gelmesinin, kamu bankalarına sermaye enjeksiyonu yapılmasının, “süper bono” çıkarmanın piyasadaki olumsuzluğun kırılmasında önemli rol oynayabileceğini belirtenler var. Aslında bu söylem doğal olarak, swap için FED’den umut kesildiğini, akıllar almasa da IMF’yle artık kaynak için görüşülmeyeceği beklentilerini gösteriyor. Bunu söyleyenler bence “küçük de olsa artık iyi bir şeyler olsun” havasına girmiş gibi gözüküyorlar.

Ancak unutulmasın ki biz bu sıkıntının 2018 Ağustos ayından beri içindeyiz. O tarihte durup dururken çıkarılan krizin en önemli nedenlerinin “faiz düşerse enflasyon da düşer” mealindeki ideolojik anlayıştan, “biz dünyanın lideriyiz” diyerek rahip Brunson olayındaki gibi ekonomi düşünülmeden girişilen popülizmden kaynaklandığını unutmayalım. 

Ardından da şunları sormak gerekiyor: Ekonomik ve ideolojik olarak yönetimde bir anlayış değişikliği var mı? Ya da tavır değişikliği bekleyen var mı? Peki, anlayış değişikliği olmadan kısa dönemde günü kurtarmak için pragmatist bir iki adım atıldı diyelim, ekonomiyi kalıcı olarak düzeltebilir mi? Sorunları öteleme nereye kadar devam ettirilebilir? Şimdi olmazsa bir yıl sonra aynı darboğazları yaşamayacağımızın garantisi var mı?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları