Bir Ankara masalı

20 Ağustos 2022 Cumartesi

İtalo Calvino’nun çok sevdiğim bir öyküsüdür, “Karda Kaybolan Kent”. Öykünün kahramanı Marcavoldo sessizlik içinde uyanır, havada tuhaf bir şey olduğu duygusuyla yerinden kalkar. Bir türlü saatin kaç oluğunu anlamaz. Pencereyi açar. Kent yok olmuştur. Yerini beyaz bir kâğıt almıştır. Calvino şöyle devam eder yazdıklarına: “Bakışını yoğunlaştırınca beyazın ortasında neredeyse silinmiş kimi çizgiler seçti, çevredeki pencereler, damlar, sokak lambaları gibi olağan görünüşün çizgilerinin karşılıklarıydı ama gece üzerlerine yağan karın altında kaybolmuşlardı.”

*

Ankara uzun zamandır karda kaybolmuş bir kent gibi. Uzaktan bakıyorsun. Sanki görünmüyor. İnsanları ise bir bir yitip gidiyor. Sokaklar yetim kalan anılar demeti artık. Toprağa verdiklerimiz günbegün çoğalıyor. Bir kent yalnızca binalarıyla değil ruhuyla, bize bıraktığı düşünselliğiyle, tartışmalarıyla, yeri gelince kavgalarıyla var olur. Oysa Ankara’da dolaşırken her şey bir anda geçmişin tozlu rafları arasında kaldı, diyebileceğimiz onulmaz bir hüzün bizi sarıp sarmalıyor.

*

Ahmet Telli’nin, “Kumrular Sokağı hüzzamdı bir zamanlar/ Kale’ye rast vaktinde çıkılırdı/ Gariptir, Sezenler’deki hanende/ Çekip gitti Sargut’tan bir ay önce” dizelerindeki gibi ıssızlaştık. Oysa eskiden öyle miydi? Düşünsenize, Sargut Çölşün gittiği Almanya’da, hayatta! Ölümün soğuk nefesini tatmamış… Sivas’ta şairler yakılmamış… Bilge Karasu Tavukçu’da oturuyor, Hüseyin Cöntürk kahvede gençlerle şiir üzerine sohbeti koyultuyor, Ahmet Erhan, Akif Kurtuluş, Behçet Aysan ve Adnan Azar Express’te biralarını yudumluyor. Körfez’de Muzaffer Buyrukçu beyaz ütülü gömleğinin kollarını özenle sıvamış anılarını not ediyor. Nostalji’de Salih Bolat’la Metin Altıok rakı üzerine güzellemelerle coşuyor. Naşide tok sesiyle utanarak şarkı söylüyor. Erhan Bener, Yüksel Caddesi’nde ağır ağır yürüyor. Hasan Uysal, Fikret Otyam’la Fikret Mualla’nın çocuksu resimleri üzerine tartışıyor, Çerkes Karadağ biraz daha zayıflamış mı? Hay Allah! Duran Karaca yeni resim sergisi açmış. Gürsel Korat ilk romanını tamamlamak üzere. Şükrü Erbaş çalıştığı Toprak Mahsulleri Ofisi’nden çıkmış, kendini Kızılay’a atmış. Ahmet Say, yeni bir yazar örgütü kurma çabası içinde… Umudumuz var! Benjamin’in, “umut dediğimiz şey umutsuzlar adına bir beklentidir aslında” sözüne özenle yaslanmışız. Umutsuzluğun geçmiş darbe tarihinde yazılı son yaprak olduğunu sanıyoruz. Ahmet Telli de 1402’lik olduğu için atıldığı işine dönmüş, emekli olmuş. Bir de eski bir Volkswagen araba almış.

*

Ankara aynı zamanda güzel karşılaşmalar şehridir. Sokakta bir tanıdığa rastlayıp çay içmenin keyfine varırsınız. Metin Çulhaoğlu’yla karşılaşma ihtimalini seversiniz mesela. Sonra bir gün gazeteyi ya da sosyal medyanızı açarsınız, bir ölüm ilanı karşınıza çıkar. Öylece donup kalırsınız.

*

Aydınlanma yalnızca her sabah güneşin doğması değildir, kuşkusuz. Aynı zamanda soru sormanın bilinciyle ve erdemiyle gün başlar. Tarihi sadece yenilginin üzerine kurmak, bir yerde müzmin bir görkemli kaybedişin esiri olmak yalnızca sözcükleri güçlendirir. Oysa taze bilinç, yeniden “Ne yapmalı”, “Nasıl bu karanlıktan sıyrılmalı” sorularını sordurtur bize. Bu nedenle Mahmud Derviş, İstanbul’da Nâzım Hikmet Ödülü’nü alırken “Ben aslında aşk şiirleri yazmak istiyorum, çiçeklerden, böceklerden, söz etmek istiyorum. Ama yazabilmem için özgür olmam gerek. Bu nedenle Filistin’in özgürlüğü için toplumsal direniş şiirleri yazmak istiyorum” demişti. Dolayısıyla özgürlüğü seçmek, öncelikle onu öğrenmekle başlar. Ne acı ki, özgürlük sözcüğünü beyaz kâğıda yazmak bizim gibi ülkelerde bedel ödemekten geçer. Ankara, acılar çekmiş aydınların acılı ezgisidir. 

Kendi sistemlerini güçlendirmek isteyenler, bir anda sizin çok sevdiğiniz kentleri de rant alanlarının doğal bir parçası haline getirir. Binalar yıkılır, yeniden yapılır, anılar talan edilir, sistemli bir unutturuluşun kurbanlarından oluşan belleksiz bir toplum kurulur. Zaten para bin yıldır sistemi yürütücülerin elindeki en büyük kozdur. Ne diyordu güzelim Sabahattin Ali çevirisiyle Antigone’de Sofokles: “Çünkü insanoğlunun hiçbir icadı para kadar fesat verici değildir / ülkeleri talan ve yerle bir eden odur.”

*

Bu nedenle hafızamızda kalan bu isimlerin her biri, aynı zamanda kirli oyunlara, küçük oyunlara tevessül etmeyenlerdendir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları