Çin’in Ortadoğu hamlesi

28 Ocak 2016 Perşembe

Çin devlet başkanı Xi Jinping’in geçen hafta Suudi Arabistan, Mısır ve İran ziyaretleri, Çin’in Ortadoğu’daki gelişmelerin dışında kalmaya niyetli olmadığını gösteriyor.

‘Arap Politikası Raporu’
Çin 2013 yılında bir “Arap Politikası Raporu” yayımladı. Rapor çok genel ve soyut olsa da yeterli bir fikir verebiliyor.
Çin’in bölge politikası, Suudi Arabistan, Mısır ve İran ziyaretlerinde de vurgulandığı gibi, ortak ülkelere (rejimlerine), “kendi gereksinimlerine uygun yönde kalkınmaları...” “güvenliklerini ve istikrarı güçlendirmeleri, bölgede, dünyada daha etkin bir rol oynamaları yönünde yardım etmek...” olarak tanımlanıyor. Çin “uygarlıkların birbirlerine saygı göstermeleri, ortak varoluş ilkesini desteklemeleri” gerektiğini savunuyor.
Bu ilkeler, yönelim Çin kapitalizminin genel çıkarlarıyla uyumlu. Çin kapitalizmi gittikçe artan iki basıncın altında. Birincisi, Çin’in tükettiği hammaddelerle, enerji mallarıyla, ihraç ettiği malların büyük bir kısmının geçtiği deniz yolları esas olarak ABD’nin donanmasının “vesayeti” altında. İkincisi Çin’in altyapı ve sanayi yatırımlarına, ihracata dayalı sermaye birikim modeli tükendi. Bir taraftan aşırı birikim (kapasite fazlası - hem iç pazarda, hem ihracat pazarlarında talep yetersizliği) sorunu, diğer taraftan bu soruna uyum sağlamak için genişleyen krediler (borç) artık patlama noktasına gelen bir balon ekonomiyi zorluyor.
Çin devleti, bu sermaye birikim rejimini iç tüketime, hizmet sektörüne ağırlık verecek yönde dönüştürmek istiyor. Dönüşümü sağlayacak zamanı kazanabilmek için aşırı birikimin getirdiği yükün hafifletilmesi gerekiyor. Bunun en kestirme yolu, Çin’in şu anda krizde olan sermaye birikim modelinin sorunlarını ihraç etmesinden geçiyor.

İki basınç
Çin kapitalizminin jeopolitik hamleleri işte bu iki basınç altında şekilleniyor. Çin, “Bir Kuşak-Bir Yol” projesi, hızlı tren hatları, bunları besleyecek limanlar ve gerekli altyapı yatırımları üzerinden bir Asya - Avrasya - Avrupa yolu ve ekonomik koridoru tasarlıyor. Böylece Çin, dış ticaretine hizmet edecek bir taşımacılık hattı inşa ederek ABD egemenliğindeki deniz yollarından uzaklaşmayı, bu arada yolun geçtiği bölgeleri Çin mallarının, sermaye fazlasının ihraç edilebileceği pazarlar olarak Çin ekonomisine entegre etmeyi amaçlıyor.
İkincisi Çin Latin Amerika’da, Sahra Altı Afrika’da ve şimdi Ortadoğu’da büyük altyapı yatırımlarını finanse ediyor, ortak projelere imza atıyor. Bu gelişmeler Çin ekonomisine yönelik ticaret bölgelerinde kaynak taşıma yollarının oluşmasını kolaylaştırıyor. Böylece Çin “sanayileşmeye yardım etmek” başlığı altında, kendi ülkesindeki ağır sanayiyi, çevre kirletme kapasiteleriyle birlikte daha az gelişmiş ülkelere transfer etmeyi, buralarda sermaye birikiminin hızlanmasına paralel kendi ihracat mallarına, “girişimci sınıfına” yeni pazarlar oluşturmayı amaçlıyor.
Çin bu hamleleri, belli bir uluslararası ilişkiler modeli içinde hayata geçirmeyi amaçlıyor. Bu model ise soğuk savaş sonrasında ABD ve Batı’nın küreselleşme söylemi altında zayıflatılarak “serbestleştirilerek” tahrip edilmiş “ulusal kalkınma” projelerini hedef alıyor. Çin yönetimi dış ilişkilerde ulusal egemenliklerin dokunulmazlığı, yerel egemen sınıfların iç işlerine karışılmaması ilkesini benimseyerek bu ülkeleri “Batı’nın zehirli müdahalelerinden” korumaya çalışarak ABD hegemonyasının kurduğu “neo-liberal küreselleşmeci” düzeni çözmeye başlıyor.
The Economist’in uyardığı gibi, yarın Çin de Batı gibi müdahaleci politikaları benimsemek zorunda kalabilir.Doğru ama, bugün bu politika Çin devletine gelişmekte olan ülkelerin, “demokratikleşme”, “insan hakları” vb. üzerinden gelen baskılardan bunalan egemen sınıfları, diktatörleri arasında yeni dostlar kazandırıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları