Feyzi Açıkalın

Babayı hatırlarken

21 Haziran 2020 Pazar

Pencerenin önüne koyduğu, her iki tarafa da dönebilen ayna ile sakal traşı olurkenki hali belki de ilk anımsadığındır. Yanı başında onu izlerken, sevinesin diye sakal niyetine yüzüne sürdüğü o beyaz köpüğü unutamazsın.

Dalga boylarında yer alan yabancı şehirlerinde dalıp gittiğin Philips marka, lambalı bir radyo vardır evde. Tam da ajans(!) vakti TRT Ankara kaybolduğunda, hışımla yerinden kalkıp ayarlamaya çalışması gelir gözlerinin önüne.

Elektrik gider sık sık. İlkel lüks lambasının amyantını yerleştirip yakmak onun görevidir. Çeşmenin eskiyen lastiğini değiştirmekteki gibi.

Yatarken bile baş ucunda duran tabancasını, çiftliğe giderken beline neden ters yerleştirdiğini bir türlü anlamazsın. Kovboylar gibi düz taksın istersin.

Üst katta oturan anasına olan sevgisini, onunla hin hin gülerek kocasını çekiştirmelerini; geceleri düzenlenen bezik partisinde babasına hile yapışını gülümseyerek hatırlarsın. Karşılıklı vido çektikleri tahta bezik marközünü bir anı olarak saklayışından gurur duyarsın.

Bahçesinin ürününü sattığındaki sevincini, don ya da dolu gelip ürün telef olduğundaki üzüntüsünü; ertesi gün o adama koşup borcunun geri kalanını silişini…

Ağır ceza davalarına hazırlanışını, gerginliğini eve yansıtışını; sonrasında da elinde çanta, sırtında cübbesi ile eve gelişini. Daha doğrusu, ilk durak olarak bahçedeki tavukları yemleyişini…

Sigarayla mücadelesini, bıraktıktan sonrasında suratına bari üflenmesini isteyişini! Anasının yemin ettirdiği rakıyı yaşamı boyunca ağzına sürmeyişi ama başka her türlü içkiyi zevkle deneyişini…

Sigara kokan o sağ el avuç içinin yumuşaklığını, seni öperken belki de bıyıkları batmasın diye dudaklarını öne uzatışını özlersin babanın. O sağ elin, yumruk oluşturup tam da zamanında çenende patlayışını, bununla aldığın hayat dersini unutamazsın…

Karısını gün doğumu güzelliğine ortak etmek için onu erkenden uyandırışını, karşılığında yediği paparayı! Ona bahçeden topladığı kucak dolusu gülleri, nergisleri getirişini; karnı doyduktan sonraki keyiflenişini…

Yaşı ilerledikçe sulu gözlü oluşunu, milli bayramlardaki resmî geçit törenlerini televizyonda izlerken gizli gizli ağlayışını; aynı ekrandaki, sonradan bir hoşgörü abidesi olarak baş tacı edilen dönemin başbakanına, hafif öne doğru eğilerek tükürüp, küfredişini…

Küçük dokunuşlarla ergenlik komplekslerimi ve bunun derslerime olan olumsuzluklarını gidermesini; bunun yanında, son derece yanlış(!) ilk cinsellik öğütlerinde bulunmasını sevgiyle ve gülerek yad edersin…

Mesleğinin ve politik geçmişinin sağladığı insan sarraflığını gün geçtikçe daha çok takdir eder, şehrinde yarattığı “baba” kavramını, bir ahir zaman ombudsmanı olarak davalarına bile yansıtışını övünçle hatırlarsın.

Keyif içindeki son üç günün ardından gelen ambülans yolculuğunuzu, yoğun bakım asansöründe sen ağlarken söylediği, “Arabanın önünde parasını aldığım 10 kilo zeytin var, onu lütfen sahibine ver” deyişini hiç ama hiç unutamaz, bu soylu davranışı bir genetik miras olarak aldığına sevinirsin…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları