Feyzi Açıkalın

Yayladaki ensarcılık

03 Ağustos 2022 Çarşamba

Bin metre yükseklikte yer alan nefis bir coğrafyanın, yol üstü dinlenme noktalarından birisindeyim. Onlar “çay bahçesi” diye adlandırıyor. Yıllardır ekip biçtiği, mekan tuttuğu alanın hemen önünden ana yol geçmesi, çay bahçesi sahibini şanslı kılmış. Böylece emeğini ve ürünlerini pazarlayacağı bir fırsat oluşmuş. 

Aslında o bölgenin tarihsel önemi de var. Binlerce yıl öncesinin uygarlıkları da orada yeşermiş. Talan edilemeyen insanlık mirası yapılar, bir turizm değeri olarak hayat bulmuş. Toprağın altında kaldığına inanılanlar ise, her ne kadar açık edilmese de, kasabalılarca imece usülüyle halâ aranıyor!

Çay bahçesi tesisinin(!) loş mutfağına kurulmuş yer sofrasında oturanlar tanıdık. Başı yazmalı, ayağı çiçekli şalvarlı iki genç kadın çocuklarına beni tanıtıyor. Çocukların annelerini, o çocukların yaşından beri tanıyorum! Dışarda kadınların babaları ile sohbet ederken, iki kadın dışarı çıkıp binanın hemen önündeki lüks arabayı kullanarak uzaklaşıyorlar…

Babaya arabayı soruyorum. Araç kızının değilmiş, kocasıyla ortak kullandıklarıymış. Onunki cipmiş! Kabzımal olan kocası kış aylarında Antalya halinde ortak iş yaparken, yaz gelince kasabadaki hale gelirmiş. Yaz boyunca yaylanın sebze ve meyve ürünü, her gün neredeyse yüz araçlık bir TIR filosu ile ihraç edilirmiş.

Beş bin nüfuslu kasabada her evin önünde bir lüks araba varmış. Ama gençler çok görgüsüzmüş; ihtiyaçları olmadığı halde evlerinin önüne birer de 500’lük traktör çekmişler!

Tesis ve arkasındaki oturdukları ev geçen yıl yenilenmiş. Evi yenileyen usta onlara kıyak olsun diye evin üstüne bir tuğra ve Türk bayrağı motifi işlemiş! Geçen yıl, tam da bu tuğralı, Türk bayraklı tesisin önündeki çadırlarda konaklamakta olan Urfalı ırgatlara ne olduğunu soruyorum; iki kişiden ayrı yanıtlar alıyorum… 

Bir akrabası, ırgatların konakladıkları boş alanın sahibinin bir takım bahaneler uydurarak, paralarını peşin vermelerine rağmen onları yerlerinden ettiğini söylüyor. Tesis sahibi ise kasabanın “koruma kurulunun” 90 liradan 180 liraya çıkarttığı günlük yevmiyeyi beğenmeyen Urfalıların başka yere gittiğini belirtiyor. Ona göre sorun yok. Çalıştırılacak adam her zaman bulunabiliyor! 

Ama her ikisi de itiraf ediyor: Eğer Urfa ve Suriye’den gelen mülteciler çalışmasa bu toprakları ekip biçemeyecekler. Çünkü kasabanın gençleri toprakta çalışmak yerine, daha temiz olan bir iş ve belirli geliri tercih ediyor. Ve oradan uzaklaşıyor.

Arabaya binip yola çıkınca sorular kafamda uçuşuyor. Babadan kalma bir arazi üstünde tarım yapan eğitimsiz ama uyanık insanlar; kendilerinden olmadığını var saydıkları ucuz iş gücü olan Urfalı ve Suriyelilere muhtaçlığını her fırsatta dile getiriyorlar. Ülkeyi yöneten siyasi rejim mülteci sorununu ensar üstünden değerlendirirken, onlar çok basit ve karşılıklı bir yarar ilişkisi kuruyor.

Konuşurken AKP karşıtlığını korkusuzca dile getiriyor ama ülkenin fırsatlar sunduğunu da söylüyor. Mazota ve gübreye zam gelmiş ama tarladaki ürünleri de onun dört, beş katı değerlenmiş! Mesela pembe domates tarlada 12,5-15 TL arasındaymış. Bunu, bana ayak üstü uyguladığı sebze meyve ve yumurta fiyatlardan da anlayabiliyorum!

Ona, “Bak, ülkenin kıyıları başta olmak üzere her yerinde müthiş bir talan var. Siz gözden ırak bir yayla yerleşkesi olarak bu talandan nasibini almayan şanslı kullarsınız. Ülke kıyısında üretimin sonlandığı bir dönemdeki, ucuz iş gücüne bağlı yaptığınız tarım ile iyi para kazanıyorsunuz. Ama bu Türkiye geneli için geçerli değil” diyorum. Bana, “Yok yok öyle değil, her taraf böyle!” diyor…

Kalkarken, kabarık hesabı ödemek için IBAN istiyorum, damadınınkini veriyor…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları