Gülengül Altınsay

Acı konuşma zamanı

22 Şubat 2018 Perşembe

Duygusal mı yorumlayacağız yoksa akılcı mı? Beşiktaş’ın Bayern karşısında aldığı 5-0’lık mağlubiyeti değerlendirirken işin kolayına mı kaçacağız yoksa gerçeklere mi bakacağız?
Doğru; insan sevdiğini eleştirirken bahaneler üretebiliyor. Fakat gerçekler değişmiyor.
Tabii ki Bayern’in saha içi ve saha dışı gücü tartışılmaz. Zaten kurada Bayern çıkınca bir Türkiye takımının bir Almanya devine karşı şansının çok zayıf olduğunu belirtmiştim.
Fakat doğrusu Kartal’ın pas yapan yaratıcı orta alandan vazgeçip, bu kadar savunma ağırlıklı bir kadroyla sahaya çıkacağını ve sonuçta topu rakibe bırakıp bu kadar mahkûm oynayacağını tahmin etmemiştim. Oysa üzerine gidildiğinde açık veren bir takım Bayern.
Kısacası, Beşiktaş’tan eziklik duymadan mücadele etmesini beklemiştim. Ağrıma giden bu. Yoksa 6 yersin 8 yersin. Hepsi futbolda var. Ayrıca Beşiktaş’ın beraberliğe oynama alışkanlığı hiç yokken, hem de Bayern’e karşı deniyorsun bunu.
İşte yine gördük; beraberliğe oynarsan fark yersin. Haydi diyelim şansın tuttu beraberliği aldın, 2. maçta ne olacak? Son 16’ya kalınca şanstan medet umamazsın.

Tek suçlu
Şimdi pek çok kişi “Vida’nın 16’da gördüğü kırmızı karta kadar Beşiktaş iyi mücadele etti, kırmızı kart olmasaydı bu skor çıkmazdı” falan diyor.
Doğru; Bayern’e karşı bir eksik oynamak çok zor. Ama o ana kadar da ceza alanının içine çekilmeye ve her topu rakibe atmaya başlamıştı Beşiktaş.
Zaten asıl üzerinde durmak istediğim konu bu maçın 90 dakikasının çok öncesinde; takım planlamasında, yapılan zamansız transferlerde ve en önemlisi Beşiktaş’ın değişen futbol anlayışında. Beşiktaş’ı içeride ve dışarıda son yılların başarılı takımı yapan üçlü-dörtlü kombinasyonlu, paslı, akışkan takım oyununun adım adım değişmesinde.
Çünkü kadroyla her yıl oynandı.
Yine de diyorduk ki, Atiba-Oğuzhan ve Tolgay üçlüsünün orta alandaki etkinliğine göre takım düzenlenirse oyun istikrarı korunur. Atiba’ya da genç bir alternatif bulunur. Ama öyle olmadı. Atiba-Oğuzhan (ya da Tolgay) ikilisi bazen korunsa bile onların pas alışverişine girebileceği oyuncular olmayınca bu ikili de iş yapamadı. Kanatlar kendi başına kaldı. Takım 6-4 ortadan yarıldı. Ve çözüm takımın daha çok Quaresma’ya göre oynatmasında bulundu. Topu alan Q7’yi aradı. O da gelişigüzel ortalar yaptı. Her topun başına geçti. Bazıları isabetli olunca övgüleri de o aldı. Pas oyunu seçenekleri azalan orta alan oyuncularına da eleştiriler yağdı. Salı akşamı olduğu gibi.
Bu da Siyah-Beyazlıların şu anda geçmişi aratan görüntüsünün kısa özeti.

Transfer hastalığı
Yani asıl problem Beşiktaş’ın transfer politikasında. Tamam çok iyi oyuncular da geldi bu arada ama ya zamanlama doğru olmadı ya da takım yapısına uymayan futbolcular alındı. Tarihi maç öncesinde Cenk yollandı. Şenol Güneş’e “Hoca sen yaparsın” denildi hep. Ama o da bir yere kadar. Her yeni alınan oyuncu takımın ritmini bozdu. İki günlük transferler Vida ve Love’ı gördük işte salı akşamı.
Sonuçta Güneş kendi oyununu bırakıp, zayıflığını kabullenmiş teslimiyetçi bir anlayışla çıktı sahaya. Bu ne Beşiktaş geleneğine sığar, ne de Karadenizliliğe…
Şimdi 14 Mart’ta yapılacak tek şey çıkıp Bayern’e karşı en az onlar kadar çağdaş futbol oynama isteğinde olduğumuzu göstermek. Fark yiyeceksek böyle yemek. Sonra da bu futbolu kalıcı kılacak uzun vadeli yapılanmalara yönelmek.
Belki o zaman kendimizi bahanelerle avutmayız ve Şampiyonlar Ligi’nde bir çeyrek final şansı için bir 15 yıl daha beklemeyiz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Şimdi ders zamanı 5 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları