Tarih Beklemez

25 Mart 2018 Pazar

Kuşkularla dolu bir seçim dönemine girdik. Seçimlere hile karışacağı yaygın bilgi. Baskı altında yapılacağına ilişkin bilgiler, belirtiler umutsuzluk yaratıyor. Seçimleri boykot etmek dahil “önlemler”, “yöntemler” tartışılıyor. Öyle ya da böyle seçimlerin, parlamento içi, dışı muhalefet partilerinin amacı olan değişimi sağlayıp sağlayamayacağını göreceğiz.
Aynı anda daha pek çok şey göreceğimiz de kesin gibi.

***

Burada dışardan “nesnel” bir gözlem yapma zorunluluğu var. Bunu yaklaşan ekonomik felaketi anlayabilmek için yapmak zorundayız. Önümüzdeki yıllar değil, aylar, işçiler, emekçiler, memurlar dahil yoksul halk kesimleri için “zor” sözcüğünün yeterince anlatamadığı sıkıntılı aylar olacak. Ekonomik kriz gizlenebilir olmaktan çıktı. Artık hiç kimseye, hiç bir ekonomiste ya da siyasetçiye sormadan durumu görebiliyor, hissedebiliyoruz.

***

Saklanması mümkün olmayan durumun belirtileri, kendi mutfağımızda, dövizdeki tırmanışta, ödenmesi olanaksız sınırlara yaklaşmış kamu ya da özel dış borçlarda, hızla yükselen genç işsizliktedir. Yakında patlayacağına kesin gözüyle bakılan, “medar-ı iftiharımız” inşaat sektörümüzün yanıp sönen kırmızı lambası da tehlike işareti veriyor. Ama dahası var: Dahası, ekonomik krizi tamamlayan yani boğazımızı sıkan, üstelik krizin çaresi gibi sunulan, hareket olanaklarımızı kısıtladığı, yok ettiği için çözüm yollarını da tıkayan siyasal baskıdır.

***

Su kaynıyor ve biz ne olduğunu anlamadan haşlanırken tencereden fırlayıp, kendimizi kurtaramıyoruz. Ama artık nesnel duruma teslim olmanın pasifliğinden kurtulmanın, seyirci konumunu terk etmenin zamanıdır. Bir yıl kadar önce yani 16 Nisan Anayasa Referandumu’nda kazandığımızı kaybederek, elimizi kolumuzu bağladığımızı biliyoruz. Sorun ya da soru bu kez aynı akıbete uğramaktan nasıl kurtulacağımız, önümüzdeki seçim maratonunda “kaderimizi” kendi elimize almanın yolunu nasıl bulacağımızdır.

***

Yolu bulamazsak, başarısızlığımız, ekonomik krizin ve “kriz devletinin” artan baskı yöntemleriyle “yönetilmesi” anlamına gelecektir. Pek çok isim takılabilir, sessizliğin mutlaklaştırıldığı, sokakların susturulduğu, itiraz etmenin evin içinde bile mümkün olmadığı, orta gelir grubunun “sweet home”larının dahi hapishaneye dönüştüğü süresi belirsiz bir dönem başlayacak, yoksulluğu suskunluk izleyecektir. Öyleyse ekonomik yangının, alevlerin hızla yaklaştığı bu günleri iyi değerlendirmek zorundayız.

***

“Ne yapmalı?” sorusu her sıkıntılı zamanda düşünceyi harekete geçirmek için işe yarar sorudur. Ekonomik krizin çözümünün siyasi olduğunu kabul etmeye yanaşmayanlar, “işsiz kalmamaya bakın, tasarruf edin, dayanışmayı hareketlendirin” türünden yanıtlar vereceklerdir; aldırmayın, çözüm değildir. Çare uyuşuk kurbağalıktan kurtulmak, bir an önce kaynayan tencereden fırlayıp çıkmaktır. Solun, sosyal demokrasinin, iktidardan hoşnut olmayanların, mutlak sessizliği kırması, baskıyı, kesin bir dille reddetmesi başlangıç noktası olabilir, olmalıdır.

***

Solun, anlamsız tartışmalara zamanı yok; “tekleşme” projelerini bir yana bırakıp yan yana, birlikte davranmanın yolunu bulmalıyız, çünkü tarih beklemez. Teorinin sayfalarında gezinmek çekicidir ama onun aynı zamanda “somut durumun somut tahliline” hizmet etmesi de gerekmiyor mu? Şimdi bize gerekli olan, “zamanın ruhuna” teslim olan ya da teorinin labirentlerinde “duruma uygun alıntı” arayan değil, gittikçe ağırlaşan havayı dağıtacak, umutlu sözler söyleyecek tarihten ders almış örgütlenmelerdir.

***

Statükonun boyun eğmeyi öneren “nesnelini” gördük; şimdi sorun kapıyı açacak devrimci “özneyi” görebilmek, onun hareketlenmesini sağlayabilmektir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları