Eskişehir’de Edebiyatın Işığı
Güven Baykan
Son Köşe Yazıları

Eskişehir’de Edebiyatın Işığı

22.12.2025 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

Eskişehir’e her gelişimde, kentin kendine özgü bir “kültür dili” olduğunu yeniden fark ediyorum. Porsuk’un kıyısında yürürken, sokakların ritminde, gençlerin kalabalığında, meydanların ferahlığında karşıma çıkan şey yalnızca bir şehir manzarası değil; yaşayan bir estetik duyarlılıktır. Bazı kentler sanatı “etkinlik” olarak sever; Eskişehir ise sanatı bir hayat biçimi gibi taşır. Bu yüzden Tepebaşı Belediyesi ile Cumhuriyet Kitapları’nın birlikteliğinde 19–20 Aralık günlerinde gerçekleştirilen Edebiyat Günleri, bir takvim notu olmaktan çok, bu şehrin iç ritmiyle konuşan bir buluşma gibi duruyor: Edebiyatın yalnızca konuşulduğu değil, yaşandığı; yalnızca dinlendiği değil, paylaşıldığı bir buluşma.

Bu buluşmanın güçlü dayanaklarından biri, yerel yönetimlerin kültüre verdiği tutarlı destektir. Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ın katkılarıyla büyüyen çabanın; Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Ayşe Ünlüce’nin ve Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt’un katılımıyla daha da güçlenmesi, kentte kültür ve sanatın “ortak akıl”la taşındığını gösteriyor. Bu katılımın asıl tamamlayıcısı ise elbette Eskişehirli edebiyatseverler: Salonları dolduran, soru soran, dinleyen, tartışan, kitabın etrafında yeniden bir araya gelen okurlar… Çünkü edebiyat, okurla temas ettiğinde gerçek anlamını bulur; şehir de okurunun merakıyla canlı kalır.

Tam da burada, sanatın toplumsal bir olgu olduğuna dair temel gerçeği bir kez daha hatırlıyoruz. Sanat, çoğu zaman sandığımız gibi yalnızca “güzel olanı” kurma uğraşı değildir; toplumun nabzını tutar, nabız bozulduğunda bile atmayı sürdürür. Toplum değiştikçe yalnızca gündelik hayatın ritmi değil; estetik beğeniler, anlatım biçimleri, hangi sesin “meşru” sayıldığı, hangi görüntünün “fazla” bulunduğu da değişir. Sanat dediğimiz şey, bu dönüşümlerin içinden doğar; bazen bir kırılmanın, bazen bir arayışın, bazen de bir direncin dili olur.

Sanatçı bu dönüşümlerin dışında kalamaz. Dönemin gölgesi, dilin çatlakları, sokaktaki gerilim ya da umut, sanatçının eline; bilerek ya da bilmeyerek bir iz bırakır. Bazen bir rengin tonuna, bazen bir cümlenin kıvrımına, bazen de “susmak” ile “itiraz etmek” arasında kurulacak o ölçüye dönüşür. Çünkü sanatçı yalnızca üretmez; aynı zamanda tanıklık eder. Tanıklık ise her zaman kolay bir iş değildir.

Toplumsal gelişimini tamamlamamış dönemlerde bu gerçek daha da keskinleşir. Baskı, yalnızca resmî yasaklar biçiminde gelmez; gündelik hayatın içine sızan bir iklim olarak da kurulur. “Şimdi sırası mı?”, “fazla görünür olma”, “bunu söylemesen daha iyi”… Bu cümleler kimi zaman bir sansür görevlisinin kaleminden değil; komşunun temkininden, kurumların “risk” hesabından, hatta sanatçının kendi içindeki otosansürden geçerek dolaşıma girer. Böylece denetim görünmezleşir; görünmezleştikçe de güçlenir.

Tam da bu yüzden edebiyatın yeri önemlidir. Edebiyat, toplumun kendisiyle yüzleşme biçimlerinden biridir. Bir ülkenin ruh hâlini, gazete manşetlerinden önce romanların ara cümlelerinde, şiirin imasında, öykünün susuşunda yakalarız. Çünkü edebiyat, yaşananı yalnızca kaydetmez; yaşananın insanda bıraktığı izi de taşır. O iz, bazen bir kuşağın kırgınlığıdır, bazen bir mahallenin belleği, bazen de bir insanın “bunu unutmayalım” diye gece yarısı defterine düştüğü nottur.

Eskişehir’de bir edebiyat gününde bir araya gelmek, bu nedenle yalnızca kültürel bir buluşma değildir; aynı zamanda ortak bir bellek çalışmasıdır. Bir salonun ışığında, bir kitabın sayfasında yeniden düşünmektir: Biz nasıl bir toplumuz, nereye gidiyoruz, neyi kaybettik, neyi korumalıyız? Sanatın asıl gücü de burada durur. Bize yalnızca duygu vermez; düşünme cesareti verir. Bir ülkenin nerede durduğunu değil, nereye doğru gittiğini de çoğu zaman en sahici biçimde sanatın bıraktığı izlerden okuruz.

Belki de bugün en çok bu izlere ihtiyacımız var. Çünkü iz kaybolduğunda yol da kaybolur. Edebiyat, o yolu yeniden görünür kılan en dirençli ışıklardan biridir. Eskişehir’in Porsuk kıyısında yankılanan adımlar, bir kitabın sayfasında devam ediyor. Ben de her gelişimde, bu kentin kültür dilinin bir cümleye dönüştüğünü yeniden görüyorum: Edebiyat burada yalnızca anlatmıyor; hatırlatıyor.

Yazarın Son Yazıları

Eskişehir’de Edebiyatın Işığı

Eskişehir’e her gelişimde, kentin kendine özgü bir “kültür dili” olduğunu yeniden fark ediyorum.

Devamını Oku
22.12.2025
İnadına Utanalım

İnadına Utanalım

Devamını Oku
15.12.2025
Kötülük Örgütlü, Edebiyat ve Sanat da Öyle Olmalı

Televizyonda, sosyal medyada, gazetede her gün aynı cümleyi duyuyoruz:

Devamını Oku
09.12.2025
Dünya’nın her yerinde, dağlara ve taşlara zeytin ağaçları dikilirken, biz bu ağaçlardan ne istiyoruz?

“Şimdi zeytin dikme zamanı mı?” diye sorabilirsiniz, ülkemizde seçilmiş belediye başkanları ve emekçiler aylardır tutuklu bulunurken… Toplu yemeklerde insanlar aynı gıdadan zehirlenirken… Kadınlar yalnızca kadın oldukları için yaşamlarını yitirirken... Çocukların isimleri resmi kayıtlara geçmezken… Barınaklarda ve sokak aralarında hayvanlar toplu yok edilirken…

Devamını Oku
01.12.2025
Köy Enstitülü öğretmenin öyküsü

Cumhuriyet’te ilk köşe yazıma nereden başlayacağımı uzun uzun düşündüm. İnsan ilk cümlesini bir kapı eşiği gibi kuruyor; içeriye neyi alacağını, ardında neyi bırakacağını tartarak. Ben o eşiği, babamla yaptığımız Köy Enstitüsü sohbetlerinden birinde duyduğum bu yaşanmışlıkla geçmek istedim. Çünkü hem benim öğretmenliğe, eğitime, Cumhuriyet fikrine bakışımın kökleri orada, hem de Öğretmenler Günü’ne yakışır bir hatırlama taşıyor içinde.

Devamını Oku
24.11.2025