İdare etmek… Bir fiil gibi durur; oysa çoğu zaman bir hayat biçimidir. Dilimize sığdırdığımız küçük bir cümleyle başlar: “İdare ederiz.” Bu cümlenin içinde kimi zaman dayanıklılık, kimi zaman gurur, çoğu zaman da saklanan bir yorgunluk vardır. Çünkü idare etmek, yalnız parayı değil, insanın kendini de tutmasıdır: dağılmamak için toparlanmak, toparlandıkça eksilmek.
Bu ülkede idare etmek, gündelik konuşmanın basit bir parçası olmaktan çıktı; ortak bir ruh hâline dönüştü. İnsan, başına geleni anlatacak kelime arar; kelime yetmeyince sessizliğe çekilir. İdare etmek, işte o sessizlikten doğan cümledir: Ne tam itiraz ne tam kabulleniş… Arada bir yerde, insanın kendine “Bugün de böyle olsun” deme biçimi.
Ama “bugün” diye yumuşattığımız her şey, zamanla “hep”e dönüşür.
İdare etmenin asıl gücü de tehlikesi de buradadır: insanı alıştırır. Alışan insan, normal sanır; normal sandığını sorgulamaz; sorgulamadığını değiştiremez. İdare etmek önce dili ele geçirir, sonra ölçüyü… Dün “olmaz” dediğine bugün “olur” dersin. Dün içini acıtan şeye bugün “idare eder” diye geçiştirirsin. Kimi zaman hayatı yoran şey büyük sarsıntılar değil; küçük kabullenişlerin yavaş yavaş çoğalmasıdır.
Asgari ücret açıklandı. Bir rakam söylendi, birkaç başlık atıldı, ekranlar başka gündemlere döndü. Oysa o rakamın asıl sesi, evin içinde duyulur. Çünkü ücret, yalnızca bir sayı değildir; bir insanın eşiğidir: “Buraya kadar” dediği yer. Günlük hayata çevrildiğinde, idare etmenin bütün yükü belirginleşir: kiraya, markete, faturalara, okul masrafına, yol parasına bölünen bir hayat… İnsan, aldığı parayı değil, o parayla kaç gün “dayanacağını” hesaplar.
İdare etmenin ilk bedeli para değildir; zihindir. Sürekli tetikte olma hâli… Bir arıza çıkmasın, bir hastalık kapıyı çalmasın, bir zam daha gelmesin… Hayat, yaşanan bir şey olmaktan çıkar; atlatılan bir şeye dönüşür. Ferahlık daralır. Gülüş bile ölçülü, sevinç temkinli olur; çünkü sevinmek, “sonra bozulur” endişesini çağırır.
Markete girersin; raflarla aranda görünmez bir mesafe oluşur. Alışveriş değil, eleme başlar. Etiketler “seç” demez; “vazgeç” der. Kasada bazen para değil, sessizlik ödersin: Sepetten bir şeyi geri koymanın sessizliği… “Sonra alırız” deyip aslında alınmayacağını bilmenin sessizliği…
Evin içinde başka bir sınav vardır. Çocuk “Şunu da alalım mı?” dediğinde “hayır” demek, yalnızca bir ürünü bırakmak değildir; bir hevesi ertelemek, bir cümleyi yutmak demektir. İnsan en çok o cümleyi yuttuğunda yorulur. Çünkü yutulan her cümle içeride düğüm olur; sonra insan kendine yanlış soruyu sorar: “Ben nerede eksik kaldım?”
Oysa eksilen çoğu zaman insan değil; insanın hakkıdır.
İdare etmek, zamanla arzuyu da eksiltir. Bir kitap almak, bir sinemaya gitmek, bir konsere uğramak, çocuğu bir atölyeye yazdırmak… Bunlar “fazla” sayılır. Oysa bunlar fazlalık değil; hayatın nefes aldığı küçük dayanaklardır. İnsan yalnız karnını doyurarak yaşamaz; içini de beslemek ister. İç beslenmeyince dışarıdaki düzen “tam” görünse bile insan hep eksik kalır.
Bir toplumun dili, kaderini taşır. Dilimizde “idare etmek” bu kadar büyüdüyse, bunun anlamı şudur: İnsan, “hak” kelimesinin yerine “idare”yi koymaya zorlanıyordur. Güven incelir, gelecek daralır, huzur ertelenir. Sonra geriye aynı cümle kalır: “İdare ederiz.” Sanki hayat geçiciymiş gibi… Sanki insan, kendi hayatında kiracıymış gibi…
Oysa insan yalnız hayatta kalmak için yaşamaz; anlam için yaşar. Anlam, insana “yarın” duygusu verir. Yarın duygusu kaybolduğunda, bugünün yükü ağırlaşır. İdare etmek bir süre taşır; ama uzun sürerse insanı içeriden yıpratır. Çünkü insan, her gün biraz daha aza razı edilirse, sonunda kendi varlığını bile küçültmeyi öğrenir.
Asgari ücret tartışması, yalnız “kaç lira” meselesi değildir; bir ülkenin emeğe ne kadar yer açtığı meselesidir. Çalışanın hayatı, idare kelimesine sığdırılıyorsa, burada sadece bütçe değil, haysiyet de daralıyordur. Ücretin adı “asgari” olabilir; ama insanın hayatı asgari olamaz.
Yeni yıla giriyoruz. Yeni yıl, takvimde bir yaprak değişimi değildir; insanın kendine sorduğu sorudur: “Bu yıl neyi çoğaltacağım?” Dileğim açık: 2026, idare etmenin değil, yaşamanın yılı olsun. Emeğin karşılığının hayata dönüştüğü, hak kelimesinin yeniden cümle kurduğu, insanların yarına bakarken omuzlarının biraz olsun gevşediği bir yıl…
Çünkü insanın hakkı idare etmek değil; insanca yaşamaktır.