İdare Etmek… Memleketin En Yorucu Fiili
Güven Baykan
Son Köşe Yazıları

İdare Etmek… Memleketin En Yorucu Fiili

29.12.2025 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

İdare etmek… Bir fiil gibi durur; oysa çoğu zaman bir hayat biçimidir. Dilimize sığdırdığımız küçük bir cümleyle başlar: “İdare ederiz.” Bu cümlenin içinde kimi zaman dayanıklılık, kimi zaman gurur, çoğu zaman da saklanan bir yorgunluk vardır. Çünkü idare etmek, yalnız parayı değil, insanın kendini de tutmasıdır: dağılmamak için toparlanmak, toparlandıkça eksilmek.

Bu ülkede idare etmek, gündelik konuşmanın basit bir parçası olmaktan çıktı; ortak bir ruh hâline dönüştü. İnsan, başına geleni anlatacak kelime arar; kelime yetmeyince sessizliğe çekilir. İdare etmek, işte o sessizlikten doğan cümledir: Ne tam itiraz ne tam kabulleniş… Arada bir yerde, insanın kendine “Bugün de böyle olsun” deme biçimi.

Ama “bugün” diye yumuşattığımız her şey, zamanla “hep”e dönüşür.

İdare etmenin asıl gücü de tehlikesi de buradadır: insanı alıştırır. Alışan insan, normal sanır; normal sandığını sorgulamaz; sorgulamadığını değiştiremez. İdare etmek önce dili ele geçirir, sonra ölçüyü… Dün “olmaz” dediğine bugün “olur” dersin. Dün içini acıtan şeye bugün “idare eder” diye geçiştirirsin. Kimi zaman hayatı yoran şey büyük sarsıntılar değil; küçük kabullenişlerin yavaş yavaş çoğalmasıdır.

Asgari ücret açıklandı. Bir rakam söylendi, birkaç başlık atıldı, ekranlar başka gündemlere döndü. Oysa o rakamın asıl sesi, evin içinde duyulur. Çünkü ücret, yalnızca bir sayı değildir; bir insanın eşiğidir: “Buraya kadar” dediği yer. Günlük hayata çevrildiğinde, idare etmenin bütün yükü belirginleşir: kiraya, markete, faturalara, okul masrafına, yol parasına bölünen bir hayat… İnsan, aldığı parayı değil, o parayla kaç gün “dayanacağını” hesaplar.

İdare etmenin ilk bedeli para değildir; zihindir. Sürekli tetikte olma hâli… Bir arıza çıkmasın, bir hastalık kapıyı çalmasın, bir zam daha gelmesin… Hayat, yaşanan bir şey olmaktan çıkar; atlatılan bir şeye dönüşür. Ferahlık daralır. Gülüş bile ölçülü, sevinç temkinli olur; çünkü sevinmek, “sonra bozulur” endişesini çağırır.

Markete girersin; raflarla aranda görünmez bir mesafe oluşur. Alışveriş değil, eleme başlar. Etiketler “seç” demez; “vazgeç” der. Kasada bazen para değil, sessizlik ödersin: Sepetten bir şeyi geri koymanın sessizliği… “Sonra alırız” deyip aslında alınmayacağını bilmenin sessizliği…

Evin içinde başka bir sınav vardır. Çocuk “Şunu da alalım mı?” dediğinde “hayır” demek, yalnızca bir ürünü bırakmak değildir; bir hevesi ertelemek, bir cümleyi yutmak demektir. İnsan en çok o cümleyi yuttuğunda yorulur. Çünkü yutulan her cümle içeride düğüm olur; sonra insan kendine yanlış soruyu sorar: “Ben nerede eksik kaldım?”
Oysa eksilen
çoğu zaman insan değil; insanın hakkıdır.

İdare etmek, zamanla arzuyu da eksiltir. Bir kitap almak, bir sinemaya gitmek, bir konsere uğramak, çocuğu bir atölyeye yazdırmak… Bunlar “fazla” sayılır. Oysa bunlar fazlalık değil; hayatın nefes aldığı küçük dayanaklardır. İnsan yalnız karnını doyurarak yaşamaz; içini de beslemek ister. İç beslenmeyince dışarıdaki düzen “tam” görünse bile insan hep eksik kalır.

Bir toplumun dili, kaderini taşır. Dilimizde “idare etmek” bu kadar büyüdüyse, bunun anlamı şudur: İnsan, “hak” kelimesinin yerine “idare”yi koymaya zorlanıyordur. Güven incelir, gelecek daralır, huzur ertelenir. Sonra geriye aynı cümle kalır: “İdare ederiz.” Sanki hayat geçiciymiş gibi… Sanki insan, kendi hayatında kiracıymış gibi…

Oysa insan yalnız hayatta kalmak için yaşamaz; anlam için yaşar. Anlam, insana “yarın” duygusu verir. Yarın duygusu kaybolduğunda, bugünün yükü ağırlaşır. İdare etmek bir süre taşır; ama uzun sürerse insanı içeriden yıpratır. Çünkü insan, her gün biraz daha aza razı edilirse, sonunda kendi varlığını bile küçültmeyi öğrenir.

Asgari ücret tartışması, yalnız “kaç lira” meselesi değildir; bir ülkenin emeğe ne kadar yer açtığı meselesidir. Çalışanın hayatı, idare kelimesine sığdırılıyorsa, burada sadece bütçe değil, haysiyet de daralıyordur. Ücretin adı “asgari” olabilir; ama insanın hayatı asgari olamaz.

Yeni yıla giriyoruz. Yeni yıl, takvimde bir yaprak değişimi değildir; insanın kendine sorduğu sorudur: “Bu yıl neyi çoğaltacağım?” Dileğim açık: 2026, idare etmenin değil, yaşamanın yılı olsun. Emeğin karşılığının hayata dönüştüğü, hak kelimesinin yeniden cümle kurduğu, insanların yarına bakarken omuzlarının biraz olsun gevşediği bir yıl…

Çünkü insanın hakkı idare etmek değil; insanca yaşamaktır.

İlgili Konular: #insan

Yazarın Son Yazıları

İdare Etmek… Memleketin En Yorucu Fiili

İdare etmek… Bir fiil gibi durur; oysa çoğu zaman bir hayat biçimidir.

Devamını Oku
29.12.2025
Eskişehir’de Edebiyatın Işığı

Eskişehir’e her gelişimde, kentin kendine özgü bir “kültür dili” olduğunu yeniden fark ediyorum.

Devamını Oku
22.12.2025
İnadına Utanalım

İnadına Utanalım

Devamını Oku
15.12.2025
Kötülük Örgütlü, Edebiyat ve Sanat da Öyle Olmalı

Televizyonda, sosyal medyada, gazetede her gün aynı cümleyi duyuyoruz:

Devamını Oku
09.12.2025
Dünya’nın her yerinde, dağlara ve taşlara zeytin ağaçları dikilirken, biz bu ağaçlardan ne istiyoruz?

“Şimdi zeytin dikme zamanı mı?” diye sorabilirsiniz, ülkemizde seçilmiş belediye başkanları ve emekçiler aylardır tutuklu bulunurken… Toplu yemeklerde insanlar aynı gıdadan zehirlenirken… Kadınlar yalnızca kadın oldukları için yaşamlarını yitirirken... Çocukların isimleri resmi kayıtlara geçmezken… Barınaklarda ve sokak aralarında hayvanlar toplu yok edilirken…

Devamını Oku
01.12.2025
Köy Enstitülü öğretmenin öyküsü

Cumhuriyet’te ilk köşe yazıma nereden başlayacağımı uzun uzun düşündüm. İnsan ilk cümlesini bir kapı eşiği gibi kuruyor; içeriye neyi alacağını, ardında neyi bırakacağını tartarak. Ben o eşiği, babamla yaptığımız Köy Enstitüsü sohbetlerinden birinde duyduğum bu yaşanmışlıkla geçmek istedim. Çünkü hem benim öğretmenliğe, eğitime, Cumhuriyet fikrine bakışımın kökleri orada, hem de Öğretmenler Günü’ne yakışır bir hatırlama taşıyor içinde.

Devamını Oku
24.11.2025