Sevgili okurlarım 50 yıldır yaşadığım İstanbul’u bırakıp Kocaeli’nin Değirmendere Mahallesi’ne taşınıyorum. Değirmendere ile epey bir geçmişim var. Bir zamanlar ilçe olan Değirmendere’de belediye başkanı, sevgili dostum Ertuğrul Akın’ın inanılmaz çabasıyla uluslararası ahşap heykel sempozyumları yapılırdı. Yıllarca sürdü. Her milletten heykeltıraşlar bir aya yakın Değirmendere’de konaklayıp, ağaçları kendileri kesip heykel yaparlardı. Tüm bir cümbüştü, hiç unutmam bir ayakkabı boyacısı çocuk heykeltıraşlara bakıp bakıp sonunda karar vermişti. Bir gün gidip gözüne kestirdiği heykeltıraştan bir parça tahta istedi. O ister de verilmez mi? Kocaman bir tahtayı kapıp başladı oymaya. Sonunda uzunluğu bir metreyi bulan mükemmel bir balık heykeli yaptı ve her gün yanına gidip kendisini izleyen bana o heykeli armağan etti. Sağ olsun.
Heykeller Değirmendere’yi bir masal ülkesine çevirmişti, sonra deprem geldi ve deniz pek çok heykeli alıp götürdü. Çok azı kaldı, dilerim Kocaeli’nin en büyük ilçesi İzmit Belediyesi bu geleneği yeniden canlandırır. Bana da heykel yapanları izlemek düşer.
Sevgili okurlarım taşınma telaşı, 23 yıllık hayat ve iş arkadaşım film yönetmeni Ali Özgentürk’ün ölümü üst üste geldi. Ülkede ne olup bittiğini izleyemedim zaten ağır bir belirsizlik döneminin içindeyiz. Öyleyse dedim mevzuyu biraz değiştireyim ve “Gezegenimiz” adlı bir belgesel imdadıma yetişti.
Belgeselde dünyamız eğik olduğu için, insanoğlu dünyayı yok etmeye yeminli olduğu için hayvanlar sürekli göç etmek zorundalar, üremek ve yiyecek bulmak için. Bu göç yollarında neler olmuyor ki bir an “İyi ki hayvan doğmamışım” diyorsunuz. Ayrıca ben ne zaman başım sıkışsa “Ah anacığım neredesin?” diye rahmetli anama seslenirim, neden anamı çağırırım da babama seslenmem, hep merak ederdim, bunu da çözdüm.
Efendim doğada erkeklerin tek işlevi, işi gücü bir dişi bulup döllemek. Onun dışında erkek hayvan görmeniz mümkün değil ve üremek için inanılmaz gaddarlar. Şimdi başlayalım, balina yiyecek bulmak için sürekli göç etmek, denizlerde kilometrelerce yüzmek zorunda. Bir de gebeyse işler çok zor, 13 ay sonra yüzerken yavru doğuyor. Ana balinanın dev cüssesi yanında bit kadar bir yavru balina, ana ve bebek balina sürekli yüzüyorlar, kilometrelerce yüzüyorlar çünkü ana balina hiç durmadan süt emen bebe balinayı beslenmek zorunda. Sadece o değil. Bebek balinalara düşkün köpekbalıkları var, balinaya güçleri yetmediği için dördü beşi türlü savaş stratejileri kurup anneyi bebekten uzaklaştırmaya çalışıyorlar. İnanılmaz bir mücadele, anne balina saldırıyı savuşturmak için olağanüstü savaşıyor. Peki erkek balina nerede? O yok, uzaklarda dölleyecek dişi balina avında.
Bitmedi, bebek balina ve annesi nihayet kendileri için güvenli bir alanda dinleniyorlar. O da ne? Alan güvenli değil, bir erkek balina anneyi gözünü kestiriyor ve döllemek için çevresinde dolaşıyor. Bebek balina annesinin gövdesine sıkı sık sarılıyor çünkü erkek balinanın onu uzaklaştırmak istediği fark ediyor. Mücadele sürüyor. Erkek balina sürekli atakta. Yahu dişi istemiyor, yavrusu var, bir uzaklaş! Neyse erkek balina pes ediyor. Ve anne balina üç yıl yavrusunu beslemek için karnını doyurmaya başlıyor.
Ya ayılar, en sevdiğim hayvan ayılarda durum ne? Efendim dişi ayı döllenmiş, sonbaharda inanılmaz avlanarak irileşmiş ve güvenli bir inde kış uykusuna yatıyor. Bu uyku bütün bir kış sürecek. Ayı tüm hayatı fonksiyonları minimuma indirip uyumaya başlıyor. Kalbi dakikada 8 kez atıyor. Komada gibi. Mart başında uyanıp iki ya da üç yavru doğuruyor ve yeniden uyuyor, o uyurken yavrular da hemen memelere saldırıyorlar. Bebeler biraz irileşince anne ayı uyanıyor ve inden çıkıyorlar. Ne güzel değil mi ama o da ne? Bir erkek ayı dişinin ve yavruların peşine düşüyor, yavrular onun için lezzeti bir yemek. Dişi ayı bunun farkında ve yavrularına önce ağaçlara tırmanmayı öğretiyor. Erkek ayı yaklaşınca vallahi de billahi de öksürüyor ve yavru ayılar hemen ağaçlara tırmanıyor. Ağacın altında anne ayı, erkek ayıya öyle bir bakıyor ki erkek ayı tırıs tırıs gitmek zorunda kalıyor.
27 filden oluşan bir fil sürüsü, anne, baba, teyzeler, amcalar yola çıkmışlar çünkü küresel ısınma nedeniyle her zaman otladıkları topraklar çoraklaşmış ve kendilerine verimli otların bulunduğu yeni bir mekân bulmak zorundalar, sürekli yürüyorlar, günde 600 kilometre, git Allah git. Bu arada olağanüstü bir şey oluyor ve bir anne fil yavrusunu doğuruyor. Belki de yolda doğan ilk fil bu. Zor yürüyor, onun meme emmesi için fil sürüsü oldukça sık mola vermek zorunda kalıyor. Özellikle dişi filler anne fil, yavrusunu emzirirken bir güvenlik çemberi oluşturuyorlar. Çünkü erkek filler var, ne olur ne olmaz diye. Vallahi billahi böyle belgeselleri izlemelisiniz çünkü doğa kafa yorduğumuz pek çok sorunun yanıtını veriyor.