Siyaseti kilitleyen ‘kaybetme’ korkusu

05 Mart 2018 Pazartesi

- Türkiye siyasetinde “yüzeyde” büyük hareketlilik varmış gibi görünmesine rağmen, yıllardır her şey neden aynı?

New York Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Afife Yasemin Yılmaz’ın 2010 - 2017 arasındaki KONDA verileri üzerinden yaptığı “Türkiye’de Donan Siyasetin Şifreleri” başlıklı bir çalışma var. Geçen yaz yayımlanan araştırma, “karar ağacı” yöntemiyle seçmenin oy davranışıyla kimlik özellikleri arasındaki ilişkiye bakıyor. Türkiye siyasetinin şu an rekabetsiz bir denge ortamında donup kaldığı belirtilen çalışmanın sonucunda da, “siyaset kimlikler ve kutuplaşmalar üzerinden devam ettikçe, önümüzdeki seçimlerde oy dağılımlarında ciddi bir değişim beklemek yersizdir” deniyor.

Bir ülke düşünün; on iki yılda (2007 - 2019) beş tane genel seçim, üç tane yerel seçim, ikisi halkoyu ile üç Cumhurbaşkanlığı seçimi, üç referandum geçirecek, her sefer önemli oy hareketleri olacak ama temel “denge” hiç değişmeyecek. 12 yılda 13 kere sandık kurulacak, “değişim” anlamına gelecek bir siyasi sonuç çıkmayacak. Üstelik bu yıllar, başta ekonomi olmak üzere pek çok alanda göstergelerin negatife döndüğü, çeşitli yönetememe krizleri yaşandığı bir dönem olacak. Sadece bu tablo bile, ancak “kolektif” bir çabayla başarılabilecek anormalliği gösteriyor. 

- Siyaseti kilitleyen, seçmen iradesini donduran kutuplaşma kimin eseri?

“Kutuplaştırma siyasetini” geliştirenin AKP iktidarı olduğu açık. Fakat, bu siyasete zemin oluşturan “kamplaşma”yı sadece AKP inşa etmedi, yıllardır sürülen gübrelenen bereketli arazinin mahsulünü topladı. Yüz küsur yıl öncesinde kırılan etniktoplumsal- kültürel fay hatlarını “Allahın ve memleketin lütfu” imkânlarla zenginleştirdi. Sadece son on yılda “katkı verenlere” bakınca: Tweet atar gibi muhtıra yazan Genelkurmay Başkanı’nın destekleyen aymazlığa, her itirazın arkasında “darbeci” sureti gören takıntıya, Gezi’ye “ilk üç gün”, Kürtlerin barış umuduna üç yıl tahammül edebilen ikiyüzlülüğe haksızlık yapmamak gerek.

“Kutuplaşma zemini” bu ülkenin tarihsel, toplumsal arka planından beslenen ve herkesin tuzu olan bir durum, sonuç veya realite olarak tanımlanabilir belki. “Kutuplaştırma” ise, bu zeminin hassasiyetlerini, zaaflarını ötekileştirme, hatta düşmanlaştırma pahasına sivrilterek, kaşıyarak, kışkırtarak siyasallaştırmanın, siyaset alanını başka bir şeye hayat hakkı vermeyecek biçimde zehirlemenin adı. Durumun değişmemesi aynı kalması, meselelerin çözülmemesi dondurulması, herkesin kendi sesinden başkasını duymaması için kullanışlı bir strateji.

- Siyasetin kilitlenmesinde siyasi liderlerin ve partilerin katkısı nedir?

Durumunuzu korumaktan başka bir şey aklınıza gelmiyorsa, sadece kaybedebileceklerinize odaklanmışsanız, kuracak-anlatacak bir hayaliniz kalmamışsa yerinizde saymanız, sonra da yavaş yavaş tükenmeniz mukadderdir. İş insanı, esnaf, çalışan herkes için durum aynı. Beklenti olmadan yatırım programı olamayacağı gibi, “atılım” programı da olmaz. Türkiye siyasetindeki neredeyse bütün siyasi aktörlerin temel refleksi, mevcut olanı ve durumlarını korumak.. Sadece “kaybedeceklerine” göre siyaset yapıyorlar: İktidarı kaybetmemek, oy kaybetmemek, pozisyon kaybetmemek.

Türkiye’de siyasi tabloyu değiştiren ciddi oy hareketleri ise, hep beklentilerle ilgili oldu. Beklentilerin doğru, gerçekçi veya “hayırlı” olup olmamasının da bir önemi yok; ama iktidarlar ancak canlandırılmış beklentilerle değişiyor. 16 yıldır iktidarda olan AKP de, böyle bir hikâye anlatarak, Batı’yla bütünleşme ve çözüm süreci gibi bugün yaşananların tam tersini söyleyerek iktidara gelmişti. Şimdi o zaman “yendiği” rakipleriyle, ayrıştığı öncülleriyle aynı şeyleri (hatta daha gerisini) yapıyor. Fakat, iktidar kaybedeceklerine göre siyaset yaparken, muhalefet de yeni beklentilerle değil, başka “endişelerle” karşılık veriyor.

- Siyasetin en belirleyici aktörü kamuoyu ve seçmenin kilitlenmede hiç mi rolü yok?

Yukarıda atıf yapılan araştırmada, seçmenlerin ciddi bir kısmının çeşitli kimlik özellikleri nedeniyle oy verme davranışlarının da “donmuş” olduğuna işaret ediliyor. Yani durumla değil kimlikleriyle daha ilgili olan seçmen, sadece seçeneksizlikten değil, düpedüz bir tercih olarak aynı tavrı tekrar edip duruyor. Aslında, bu açıdan siyasetçilerle fazlasıyla benzer hatta onları “aynı kalma” konusunda teşvik ediyorlar. Çünkü, onlar da “kaybedebileceklerine” dikkat kesilmiş durumdalar. Olası kaybı düşünmekten kaybetmekte olduklarının farkına bile varamıyorlar.

Bir dönem, Şerif Mardin tarafından popülerleştirilmiş olan merkez - çevre çatışması çok sık başvurulan bir açıklama metoduydu. Siyaset, kenarda kalmışların, ekonomik-kültürel iktidara ve nimetlerine dahil edilmeyenlerin; bu imkânları kıskançca kullanan ve koruyan elitlerle mücadelesiyle açıklanıyordu. AKP iktidarı da bu tanımın üzerine yerleştiriliyordu. Çeyrek yüzyıla yaklaşmış “merkeze hücum” ve 16 yıllık iktidar sonrası yeni “çevre” kim, “merkez” nerede? Galiba “merkez” de “çevre” de aynı ama “merkez”, uygun aktörlerle ve “kimlik” illüzyonu ile çevreyi daha rahat “idare etmenin” yolunu buldu.

- Siyasette kilitlenme sadece Türkiye’nin özgün koşullarından mı besleniyor?

Parlamenterizmin beşiği Avrupa’dan taze demokrasilere, Asya’dan Amerika’ya kadar bir çok ülkede, çözüm üretmekte zorlanan siyaset, güven kaybeden demokrasi ve envai çeşit kriz için çareler tartışılıyor ve otoriter eğilimler, kutuplaştırıcı sağ popülizm altın çağını yaşıyor. Bu açılardan Türkiye dönemin rengiyle fazlasıyla uyumlu. Türkiye’yi farklı yapan, hâlâ bu kilitlenmenin bir sorun olarak değil, “istikrar” olarak ele alınması; “yalan” bir hareketliliğin siyaset olarak kabul ettirilebilmesi; seçmenin reaksiyon vermemesi sayesinde krizlerin dondurulabilmesi.

Sadece iktidar ve iktidarı dastekleyen seçmenin değil, muhalefetteki aktörlerin de “kayıp korkusu” ile hareketsiz kaldıkları bir tablodan “farklı” bir sonuç çıkması pek mümkün değil. Zaten böyle bir atmosfer, değil böyle bir sonucu, bu ihtimali bile canlandırmaya yetmez. Ancak aktörlerin hepsinin değil, birkaçının bile radikal sayılamayacak bir “fark” yaratmaya cesaret etmesi, yerinden oynatılamaz gibi görünen dengeyi dağıtabilir. Kendisi, ülkesi, halkı ve demokrasisi için biraz daha fazlasını istemek, kaybetmeye korktuğu şeyin o kadar büyük olmadığını idrak etmek, ciddi “değişim” yaratabilir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eyvallah 10 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları