Murat Sabuncu

Paşa da olsan aşk küçültmez

12 Aralık 2015 Cumartesi

Fotoğraflarla Enver’in A, B, C’si...

Masamın üzerinde duran kalın kitabı altını çizerek okuduğumu görünce yanıma geldi. “Enver”in piyasaya çıktığından haberi vardı. “Okuman bitince sen yazsana. Murat Bardakçı ile de konuşsan ne güzel olur” demişti. Bu konuşma genel yayın yönetmenim, arkadaşım Can Dündar sadece gazetecilik yaptığı için cezaevine haksız yere yollanmadan birkaç gün önce yapılmıştı.

Bana kitapla ilgili ilk izlenimimi sorduğunda “İktidarın, gücün bir insanın başını nasıl döndürüp hem kendi hem etrafı - ülkesi için nasıl felaketlere yol açabileceğinin belgeseli” diye yanıt vermiştim. Kitapta “İttihad Terakki’nin ülkeye verdiği zararı (macerayı)” en iyi özetleyen, Sarıkamış bozgunu sırasında 3. Ordu Komutanı olan Hafız Hakkı Paşa tarafından dile getirildiği cümleyi de not etmiştim. Şöyle diyordu Paşa: Şereften başka her şey mahvoldu.

Kitapta Can Dündar’a da okuttuğum yüzümüzde acı bir gülümseme yaratan bölüm gazetecilik ve özgürlükler üzerine idi. İttihatçılar en ufak bir muhalefete izin vermeyen, potansiyel muhalifleri bile sürgün eden Abdülhamit iktidarına karşı ülkeyi özgürleştirmek için yola çıkmışlardı. Ancak gücü ele geçirdikten sonra birkaç sene içinde başta muhalif gazeteciler art arda katlediliyor, üstelik cinayetlerin failleri de ortaya çıkarılmıyordu.

Şair Eşref şu dörtlükle o günleri çok iyi anlatıyordu:

Devr-i istibdatta söz söylemek memnu idi,

Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ananı,

Devr-i hürriyetteyiz, sanma değişti kaide,

Söyletirler evvela sonra s... ler ananı...

Okul yılları hakkında bugüne kadar pek çok yazı, makale, kitap okuduğum (özellikle Şevket Süreyya’nın Makedonya’dan Orta Asya’ya çalışması çok öğreticiydi) Enver Paşa’nın belgeler, fotoğraflarla desteklenmiş yeni kitabının yazarı Murat Bardakçı. Bardakçı; 784 sayfalık çalışmasında İttihat ve Terakki’nin en önemli isimlerinden Enver Paşa’nın öncelikle eşi, ardından dönemin en önemli siyasi figürleriyle yaptığı onlarca yazışmayı elden geçirmiş. Çevirileri kendi yapmış. Bir de daha önceki kitaplarından birinde Vahdettin’i anlattığı Şahbaba kitabında olduğu gibi psikiyatrlarla da çalışmış. Başta eşi Naciye Sultan’a yazdığı mektuplar -ki evet derin bir aşkın izlerini taşıyor ama aynı zamanda aynı mektupta savaş çizimlerinden siyasete pek çok konuya da yer veriyor- psikiyatrlarla da görüşülünce kitabı kuru satır belgeden kurtarıp duyguların da ortaya çıktığı bir şekle dönüşüyor. Murat Bardakçı’yla konuşurken dönemin siyasi konjonktürü kadar “insan halleri”ni de konuştum.

- Kitabı yazarken psikiyatrlarla da konuşmuşsunuz. İlgimi çekti.

Ben Şahbaba’da da yaptım. Çünkü biyografi ciddi bir şeydir. Türkiye’de biyografi methiye, güzelleme diye anlaşılır. Halbuki o değildir biyografi. Ne varsa koyacaksınız. Yıllar önce bir arkadaşım, Şahbaba’yı yazıyordum, yeni başlamıştım. Bir Fransız arkadaşım ki iyi biliyor yazıyı, önemli kitapları vardır. Yazarken gece dedi ışığı kapat, küçük bir lamba yak veya mum yak. Kendini adamın yerine koy, sen ne yapardın onu düşün. Onu düşündüm, dışarıda da yapılıyor bu. Psikiyatr ile konuşmadan olmaz.

- Zor bir isim üzerine çalıştınız siz. Hayatı 41 seneye sığmış, mağlubiyetle neticelenmiş macera diye tarif ediyorsunuz. 27 yaşında, 1908’de hürriyet kahramanı. 14 yıl sonra bir dağda, kimsenin adını bilmediği bir yerde öldürülmüş bir insan. Bu arada da hem kendini, hem imparatorluğu da sallamış bir adam. Kimilerine göre de imparatorluğu çökerten bir adam. Siz kitapta diyorsunuz ki zaten çöküyordu, hızlandırmış...

Çökmüştü. Hızlandıran da sadece Enver Paşa değil, bütün şartlar. İttihat Terakki’nin de rolü var, padişahların da rolü var, Avrupa’nın da rolü var. Zaten sallanıyor. 19. yüzyılda, 18’in sonlarından itibaren artık Osmanlı İmparatorluğu diye güçlü bir devlet yoktur. O olmasaydı belki başkası olacaktı.

- Enver Paşa kimine göre hain, kimine göre kahraman. Siz toptancı yaklaşmayıp belgeleri konuşturmuşsunuz.

Biz şimdi Türkiye’de çok rahat yaftalarız. Vahdettin de hain değildir. Çünkü devletin sahibi. Bir kralın, padişahın, hükümdarın hain olması demek, devlete ihanet etmesi demek, sıradan bir kişinin evini yakmasıyla aynıdır. Bizde bir de bir söylenti çıktı. Enver hain olarak tanıtıldı. Hayır, resmi olarak hiç öyle bir şey yoktur. Mesela gözden kaçmıştır bizde. Vahdettin hakkında, ihanetle suçlayan tek bir kanun, resmi şey yoktur. Söylentidir sadece. Enver Paşa için de haindi falan, değil. Evet, devletin en güçlü adamı yenilmiştir. İhanetle ne ilgisi var bunun? Kazansaydı bugün öyle mi konuşuyorduk biz? Enverci misin, değil misin diyecektik.

 

Enver alfabesi

- Diyorsunuz ki onun büstleri olacaktı her tarafta.

Olacaktı. Öyle ihanet falan, öyle bir şey yok. Bunlar tarihi şahsiyetlerdir. Vazifelerini yapmaya çalışmışlardır. Sadece Enver Paşa değil, birçok şahsiyet iyi yapmıştır, kötü yapmıştır ayrı. Yapabilmiştir, yapamamıştır, kazanmıştır, yenilmiştir. Ama vazifelerini de yapmaya çalışmıştır. Ben şeye de karşıyım. Sultan Hamit için ulu hakan veya Kızıl Sultan. Bu saçma sapan bir şey. Sultan Hamit tam bir Tanzimat hükümdarıdır. Politikası baskın olmuştur, endişelidir, vesveselidir. Ama kızıl sultan veya ulu hakan değildir. Dönemin hükümdarıdır. Biz çok kolay yaftalıyoruz. Çünkü her şey slogan etrafında dönmeye başladı Türkiye’de. O çok yanlış bir şey.

- İktidar sahiplerinin topluma kendi damgasını vurma hırsları da var ama. Mesela Enver Paşa’nın bir kendi alfabesi var. Ya da askerin başındaki serpuşun çizimini kendi yapıyor...

O serpuş bir giyim birliği olsun diye. Olması gereken bir şey.

Ama alfabe olmayacak bir şey. Savaş içinde yazıyı değiştiriyorsunuz. İsmet Paşa hatıralarında anlatır. Yazı geliyor okuyamıyoruz diyor. Fakat emir vermiş Enveriyye yazı ile yazılacak diyor. Hafız Hakkı ile çalışmıştır, Sarıkamış kumandanıyla İsmet Paşa. O eski Türkçe ile yazar ben çevirirdim diyor. Sonra kalkmış zaten o.

- Savaş sırasında okumakta zorlanılan bir alfabeyi yapmaya kalkışması... Bu nasıl bir ruh hali? Baştan sona; alfabesinden, serpuşundan bir şekilleme ve kendi damgasını vurma arzusu değil mi?

Tam öyle düşünmüyorum ben. Evet, kendine son derece güven, kendini beğenmişlik var ama bir de dindar tarafı var. Ciddi dindar, samimi dindar. Samimi bir dindarlık olduğu vakit orada ben hazretleri havasından uzaklaşırsınız otomatikman. Yani o ciddi dindarlık megalomaniye mânidir. Ama bir şeyler yapma isteğine mâni olmuyor. O başka bir şey. O dönemde sadece Enver Paşa’nın değil İttihat Terakki’nin çıkarttığı enteresan kanunlar vardır. Hatta 2. Meşrutiyet’ten sonra, mesela bugün hâlâ bizim memurin muhakematı kanunu Mahmut Şevket Paşa’nın kanunudur. Ama Hukuk-i Aile Nizamnamesi çok önemlidir. Düşünebiliyor musunuz? Altı asır boyunca şeriatın, aile hukukunda, mirasta şunda bunda şeriat, daha doğrusu fıkhın hâkim olduğu hukuka karşı. Gerçi hususi hukuk çıkmış örfi hukuka karşı. Ama o hukukun karşısında apayrı bir şey çıkartıyorlar ki kıyamet kopmuş o zaman. Bu medeni kanunun öncüsüdür. Mecelle olmasına rağmen Hukuk-i Aile Kararnamesi çıkıyor. Böyle şeyler yapmışlar. Arazi kanunnameleri çıkıyor. Bir şeyler yapmak istiyorlar. İttihat Terakki olsun, Enver olsun başkaldırılarının iki sebebi var. İki de değil tek. Devleti toparlamak. Çöküyoruz diyorlar. Toparlamanın ilk aşaması da Abdülhamit’i indirmektir. Bunu o şekilde değerlendiriyorum. Benim yazım olsun, şu olsun diye değil. Elimden binlerce sayfa Enver Paşa evrakı geçti. O yazıyla yazdığı 2-3 sayfa. Askeriyede kullandırıyor. Ama savaş ortasında onu düşünmemişler. Okuyamıyor adam yazı gelince.

 

Turan hayali yok

- Enver Paşa’nın dindarlığından bahsettiniz. Siz aslında köşe yazılarınızda da, kitabınızda da söylüyorsunuz. Turancı biridir ama esas İslam devleti kurmak en büyük hayali.

Hiçbir mektubunda ve hiçbir demecinde Turan yok. Çünkü Enver Paşa çok demeç vermiş birisidir. İçeride de olsun, dışarıda da olsun. Turan hayali yoktur. Turan bölge ismi. Bizde uydurma şeyler çıkarttılar. Sen emret biz ölelim. Niye ölelim o emretti diye. Turan şeyi yok, İslamdır.

- Hem Ruslara, hem İngilizlere karşı, bilhassa İngilizlere karşı İslam devletini hayal etmiş değil mi?

İngilizden çok büyük darbe yemişiz. Ama İslam devleti şeriat değildir. Şeriat lafı yok Enver Paşa’da. İslamı siyasi güç olarak görüyor, siyasi birlik. İslam merkezli bir birlik. Ama Turan kelimesi, birkaç yerde geçiyor ama bölge ismi olarak geçiyor. O Ziya Gökalp’in Turanı değil.

- Envercilik - İttihatçılık denince ilk akla gelenlerden biri darbecilik. Kitabınızda da yazışmalarda da var. İstiklal Savaşı, Sakarya Savaşı sırasında Anadolu’ya geçme konusunda hazırlıklar yapıyor. Ama maksadı işgale karşı mücadele değil darbe ile Mustafa Kemal’i yerinden edip başa geçmek.

Darbe değil o. Yenilginin intikamını almak. Zaten yeni mektuplar çıkacak. Şubatta herhalde tamamı çıkar. Orada tüm ayrıntılar var. Mustafa Kemal’i atacağım, yerine geçeceğim hareketi yok. Atacağım edeceğim şeyi filan değil. Bütün amacı İngilizden intikam. Bir yerde Fransızlara laf ediyor. Çekişme olarak onu düşünmemek lazım. O hakkı da görüyor kendisinde.

 

Aşk küçültmez

- Enver Paşa’nın deli gibi âşık olduğu kadın; Naciye Sultan. O mektuplar... Kuvvetli, savaşçı bir adam ama âşık olduğu kadın karşısında diz çökmüş.

Onu küçültmez aşk...

- Küçülttüğünü düşünmüyorum ben de... Onunla yaşıyor. Hem tarihe not düşüyor Naciye Sultan’a yazdıklarıyla. Hem aşkı yaşıyor.

O çok ciddi bir aşk, sevmiş. Yeni mektuplar da çıkacak. Neler neler. Ama o aşkı işte psikiyatrlarla onu konuştum. Hayale yazıyor gibi, saplantı olmuş. Ama sevmiş, çok sevmiş. O mektupları yazdığı yıllarda 22 - 23 yaşlarında Naciye Sultan.

- O da 37 yaşında. 14 yaş fark var.

Çok genç kız.

- Zaten mektupların çoğunluğunu, yüzde 80 - 90 Enver Paşa yazmış. Naciye Sultan’a az cevap vermiş, öyle gözüküyor.

Yazdı mı, yazmadı mı, kayıp mı oldu bilemiyoruz ama. Belki de yazmıştır ama bazı ifadelerinde, o çıkacak kısımda var. Niye yazmıyorsun diyor ve kardeşine de niye yazdırmıyorsun? Az yazmış. Ama bir de şey var. Mektupları görseniz. 71 sayfa mektup olur mu? Deftere yazmış, tek mektup. Anlatıyor, şöyle özledim, canım, işte şöylesin böylesin. Sonra hareket planlarını çizmiş. 22 - 23 yaşındaki kız bunları ne yapsın? Sahneleri de çizmiş mektupta.

- Bu şekilde de aslında tarihe not düşüyor ve saklamasını da rica ediyor eşinden.

Onu söylüyor. Çözemediğim şey; “Bunları sakla, kendi tarihimi yazıyorum” diyor. “Biyografi gibi” diyor. O çok özel şeyleri nasıl yazarsın?

- İslam imparatorluğunu bile ayaklarınızın altına sereceğim diyor Naciye Sultan’a.

Bir mektupta; Cengiz’in, Timur’un tacını tahtını, hatta İstanbul’daki tahtı parçalarım senin için diyor.

 

'Niyetleri devleti kurtarmaktı, başarısız oldular'

- Şevket Süreyya’nın bir cümlesi var. “İttihat Terakki liderlerine bizim nesil hem borçlu hem kırgın.”

Çok güzel sözdür o.

- Ne demek bu söz? Gelecek için ümit aşılamaları ama bir taraftan da sonuca ulaşamayıp hayal kırıklığı yaratmaları. Bu liderler aslında bir taraftan da son bir kıvılcım, son bir ümit gibi de ortaya çıkmışlar, onu mu ima ediyor?

İttihat Terakki’nin çıkışı tamamen devleti kurtarma çabasıdır. Ama işte bugün hâlâ İttihatçı zihniyet, çok aptalca bir şey geliyor. Bitmiş, onun ortaya çıkış şartları ayrı, bugünün şartları ayrı. Kendi kendini feshetmiş bir parti. Bugün İttihatçılık falan çok ucuz sloganlar bunlar. İttihat Terakki’yi şeye benzetiyorum ben, daha önce söylemiştim. Ha birisine İttihatçı demişsiniz bugün yaşayana. Ha Bizans’ın yeşiller, maviler partisinin üyesi. Hiçbir fark yoktur. Tarihe intikal etmiş bir partidir. Tabii onun kuruluşunda çok etkilendiği şeyler de vardır. Balkanlar’daki ayrılıkçı grupların siyasi partilerinden çok etkileniyorlar. Hâlâ bizde ben anlamıyorum cumhuriyet açlığı ne iş yapar bu memlekette? Hâlâ “Senin mavi gözlerinin verdiği azimle inkılabın yolunda yürüyoruz.” Yeter artık. Türkiye’de Atatürk’ün doğum belgesini yayımlayamadı bir inkılap tarihçisi çıkıp da. Bu İttihat Terakki’nin kuruluş sebebi hâlâ tam yazılmadı bizde. İdeolojik bakıyoruz. Ve bir de yazılmış ciddi eserlerde bizde ayrıntılara bakmak yok maalesef. Şevket Süreyya çok önemlidir. Çünkü yaşamış, Enver Paşa’yı tanımış. O dönemi yaşamış. Evet, bazı belgeleri görmemiş. Ama çok güzel yorumları vardır. Bütün niyeti bunların devleti kurtarmaktı. Başarısız oldular, o ayrı bir şey.

- Kendilerine güç devşirmekten çok memleketi kurtarmak sevdası daha ön planda mı diyorsunuz yani?

Şu var, iktidara geçtikten sonra bizden başka kimse kurtaramaz diye muhalefetin başını ezmiştir. Öldürülenler var, şunlar var ama bunlar biz baştan gitmeyelim, iktidarı başkasına devretmeyelim diye bir şey yapmak istiyorlar. İşte dünya savaşı, onu ben hâlâ kendime sorarım. Birinci Dünya Savaşı’na Türkiye girmeye mecbur muydu? Girmeseydik ne olurdu? O tahmin. Ama girmeye bence mecbur değildik.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları