“İdeolojik oya değil, ben sınıfsal oya inanıyorum. Le Pen’e oy veren belli bir sınıf var. (Solda) Mélenchon’a oy veren bir sınıf var. (Cumhuriyetçi muhafazakâr) Fillon için oy kullanan sınıf var. Ben şahsen Macron sınıfındanım. Çünkü Le Pen ya da Mélenchon’a oy vermek için fazla zenginim!” diyor ünlü yazar Michel Houellebecq...
Müslümanların ilerde Fransa’yı içerden ele geçireceğini anlatan bestseller “Teslimiyet/ Soumission” romanıyla “Le Penciliğin öteki adı” namıyla ünlenen Houellebecq, işe bakın ki oyunu, baş savunucusu olduğu varsayılan Le Pen’e vermiyor da “küreselcilerin” adayı diye etiketlenen Macron’a veriyor...
Fransa’da bugün ikinci turu yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri böyle ilginç tezatlar içeriyor. Irkçılar ve aşırı sağcıların yazarı Houellebecq, Müslümanlar başta olmak üzere “mülti-külti” Fransızların desteklediği Macron’a yönelirken, sol uçtaki Mélenchon seçmenlerinin bir kısmının kâh “öfke”, kâh “ulusalcılık” güdüleriyle aşırı sağda Le Pen’e oy vermesi bekleniyor.
Mélenchon kampında 1/3 gibi hatırı sayılır bir kesimin de keza “tepki koymak” adına sandığa gitmeyeceği varsayılıyor.
Omurganın çöküşü
Sınıfsal başkaldırıyla sandığa gitmemeyi yeğleyen solcu tayfa böylece “Tuzu kuru Fransızların Başkanı” diye gördükleri Macron’un muhtemel zafer marjını daraltmak istiyor. Zira çok güçlü bir olasılık olarak değerlendirilen “Macron Cumhurbaşkanlığının”, sonraki seçimde Le Pen’i eli mahkûm Elysée’ye taşıyacağını iddia ediyorlar. Macron’un meşruiyetini daha bismillah derken baltalamak istiyorlar.
Bu mantığın tuhaflığını “Libération” şöyle özetliyor: “Bu absürt tavır, yağacak yağmurdan kaçanın kendisini doğrudan denize atmasına benziyor. Böylece daha sonra ıslanmaktansa anında boğulmak yeğlenmiş oluyor!”
Fransa’nın 2017 Cumhurbaşkanlığı turnu
vası böyle izahı güç çelişkilerle dolu.
Bunun nedeni sistemin çökmekte olması. Kimine göre sözü edilen çelişkiler Fransa’da 1958’de De Gaulle tarafından kurulan V. Cumhuriyetin sonunun haberciliğini yapıyor.
V. Cumhuriyetin başından beri sağ-sol arasında bir yarış olarak yaşanan ve yelpazenin iki kanadı arasında iktidarın el değiştirmesini simgeleyen “başkanlık seçimleri”, bu kez “aşırı sağ uç” ile “merkez sağ” arasında cereyan ediyor.
İlk turda hezimete uğrayan sosyalistlerle cumhuriyetçi muhafazakârların elenmesi, V. Cumhuriyetin omurgasını çökertiyor.
Dilsiz, sağır, tırsmış ülke
Bazılarına göre sorun daha da köklü ve kapsamlı. Çarpıcı tespitleri ile entelektüellere taş çıkartan Fransız sinemasının ikonlaşmış starlarından Gérard Depardieu örneğin
“Fransa bugün dilini yutmuş, sağır ve tırsmış bir ülkedir” sözleriyle tanımladığı vatanını, “1941’de Hitler’e kendisini teslim eden ülke gibi tıpkı” diyerek eleştiriyor: “Fransa dünyayı bugün de panjurları indirilmiş bir pencerenin ardından izliyor.” Ve Fransa’nın taa Fransız ihtilalinden bu yana bir ulusal bayrak misali taşıyarak savunduğu “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” değerlerinin iflas ettiğini söylüyor.
Küreselleşme ve küreselleşme karşıtları arasında yapılan bir referanduma dönüşmesinin yanı sıra, Fransa’nın tüm yerleşik değerlerin sorgulandığı ve kartların yeniden karıldığı bir seçim bu. Bu nedenle oylamanın yakın tarihin en önemli sandık sınavı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
“Çöktük, çöküyoruz!” feryatlarına rağmen hâlâ dünyanın 5. büyük ekonomisi olan ülkede bu gece sandıktan çıkacak sonuç, uluslararası camiada nefesler tutularak izleniyor.
Gece 20’den sonra açılacak sandıklarla pek çok şeyi daha net göreceğiz. Sözgelimi “öfke”nin neye kadir olduğunu açık biçimde saptayacağız.
Le Pen’in oylarının çıtası, Fransa gibi büyük bir Avrupa ülkesinde seçmenlerin kaçta kaçının göz kırpmadan “faşist sağa” oy verebildiğinin ölçüsü olacak.
Kamuoyu yoklamalarının öngördüğü gibi Macron karşısında yenilse bile, “yüzde 40”ın üstünde herhangi bir sonuç Le Pen için zafer, Fransızlar için “kara leke” sayılacak.
Fransa seçimleri Özgürlük, eşitlik, kardeşliğin sonu
Yazarın Son Yazıları
“Gerçeklerin, çoğumuzun gözünden kaçan bir yapısı var”...
İngiliz yazar Ian McEwan uyarıyor...
Turhan Selçuk’un çok sevdiğim bir karikatürü vardır: Küçük balıklar bir araya gelip devasa bir köpek balığını kovalar.
Annesi Mira Nair...
Mezardan yükselen intikamlar bunlar...
Shehadeh Dajani’nin yüzü hâlâ gözlerimin önünde...
Michael Wolff... Trump döneminin kara kutusu.
"87 yaşındayım" diyor Jane Fonda...
“Cesur bir adım atalım ve ona (Cumhurbaşkanı Erdoğan’a!) bire bir ilişki temelli gereksinim duyduğunu verelim. O nedir? Meşrutiyet!”
Sizler bu satırları okurken Trump Amerika’sı geçen hafta içinde öldürülen radikal sağ aktivist Charlie Kirk’ü ulusal törenlerle uğurluyor olacak.
Amaç, muhalefeti etkisizleştirmek ve işlevsizleştirmek...
Proizvol ve prodazhnost... Rusça iki sözcük.
Prodi’yi hatırlarsınız...
Çocukluğumda “Midas’ın Kulakları” diye çok ünlü bir oyun vardı.
İslam inkılabının ana kanun maddesi şudur: Bütün kanunlar Allah’ın emirlerine uygun ve bağlı olarak insani selim duygu ve düşünceye dayanır.
"Epstein vakası ABD siyaset kültüründe merkezi bir komplo kertesine erişti, bu gidişle Kennedy suikastı mitosu ile yarışır” diyor Michael Wolff.
II. Trump badiresine karşı Başkanlık yarışına girmek cüretini gösteren Demokrat Parti adayı Kamala Harris ilk kez konuştu ve...
Sevgili Altan bey
“ Otokratlar rakiplerini artık öldürmüyor” diyor Anne Applebaum ve devam ediyor...
Bir arkadaşımdan geldi. Instagram iletisi... ’70 li yıllar. Bikinili dört kadın güneşin altında mutlu mesut uzanmış.
Faşizm gemi azıya aldıkça, çarenin yerel siyasetten geçtiği anlaşılıyor.
Thomas Mann “Venedik’te Ölüm”ü tam Birinci Dünya Savaşı arifesinde, bir “çöküş” hikayesi olarak kaleme almıştı. “Belle époque/Muhteşem devir”tabir edilen 19. yüzyıldaki 2. sanayi devriminin sonu ile 20. yüzyıl başının sonsuz istikrar, refah ve özgüven çağı sonlanmış, baş döndürücü teknolojik değişimlerle toplumun değerler skalası değişmişti.
Deyim, Almanya’nın yeni Şansöylesi Friedrich Merz’e ait. Bir haftadır Mertz’in şok...şok...şok bu sözleri konuşuluyor.
14 Haziran’da Washington’da bir kutlama için, yerleri dolduracak yedeklere ihtiyaç var.
Donald Trump, Beyaz Saray’a çıktığı ilk yıllarda, “New York’un ortasında, 5. caddede çıkıp birini vursam bir tek seçmen kaybetmem!” demişti.
Adına “muzzle velocity” diyorlar. Deyimi siyasi jargona sokan isim Trump’ın “karanlık prensi” Steve Bannon.
“Habeas Corpus nedir? Tanımlar mısınız?”
İç gerilimlerin cümlemizi sersem ettiği, burnumuzun ucunu göremez hale getirdiği Türkiye’nin dışında bir dünya var.
Trump Vatikan’a da göz dikti
Psikolojik harekât
Vatikan’da dönüm noktası
Romancının ölümü
Starmer’ın sessizliği
İmamoğlu ‘rakip’ olmasaydı...
Pikachu’nun anlattıkları...
Kafka senaryosu
Avrupa'da neler oluyor?
Avrupa’da yeni kavşak
Yeni bir dünyaya doğru
Çirkin Amerikalı