Olaylar Ve Görüşler

‘Güvenlik Paketi’ ve Bir İleri İki Geri Demokrasimiz

07 Kasım 2014 Cuma

Şu an tartışılan yasa teklifi ile yapılmak istenen, zaten Şubat 2014’te 6526 sayılı kanun ile getirilmiş olan düzenlemenin “aynen” geri alınarak eskiye dönülmesidir. Daha bir yıl dolmamışken her yönüyle bir “geri adım” olarak nitelenebilecek bu değişiklik önerisinin açıkça “siyasi” saik içerdiği, hiçbir şekilde bir boşluğu doldurmak anlamına gelmediğini görmek de zor değil.

14 Ekim 2014 tarihinde TBMM Adalet Komisyonu’na sunulan kanun teklifi, olası hukuki sonuçlarından çok, siyasi saikleri ve sonuçlarıyla gündeme geldi. Kuşkusuz bu tablonun arka planında hükümetin Meclis’teki sayısal etkinliğini kullanarak, mevcut siyasi gündem içerisinde karşılaştığı sorunlara neredeyse ölçüsüz bir biçimde hukuka başvurarak reaksiyon göstermesi var.
Hükümet yetkililerinin yorumları sonucu yasa teklifinin “güvenlik paketi” ismiyle kamuoyuna yansıması bile aslında başlı başına içinde bulunduğumuz durum hakkında önemli ipuçları taşıyor. Geçen hafta paketin içinde olanlar kadar, pakette yer almayıp da evvelden beri rafta “bekletilen” değişiklik olasılıkları da konuşuldu. Örneğin, 14 Ekim 2014 tarihinde TBMM Adalet Komisyonu’na sunulan teklif; molotofkokteylinin silah sayılması, polisin yetkilerinin artırılması gibi konularda hiçbir hüküm içermemesine karşın tartışmalar, paket bunları da içeriyormuş gibi yürütüldü. Hem de TCK madde 6’da yer alan “silah” tanımı karşısında molotofkokteylinin silah sayılmasına engel bir durum yokken ve polise gözaltı yetkisi verilmesini gerektiren gerçek bir boşluk bulunmazken…

Pakette yer alan değişiklikler ve ‘anlamları’
Görünen o ki, Gezi olayları ile daha fazla ete kemiğe bürünen toplumsal muhalefet ve Kobani protestolarında, “şiddet olaylarındaki artış” söylemine malzeme olacak olayların yaşanması ve aynı minvalde kutuplaşmanın artması karşısında, siyasi iktidar tarafında bir “gözdağı” verme ihtiyacı doğdu. Aslında “güvenlik” sözcüğü ile yan yana anılması gereken düzenlemeler de daha ziyade bunlar. Çünkü pakette halihazırda yer alanlar, aslında siyasi iktidarın “hükümet” olarak kendisine yönelen tehditleri bertaraf etmesi ve özellikle 17 Aralık soruşturmalarının ardından kabul edilen paketlerle atılan birtakım olumlu adımların geri alınması amaçları ile örtüşüyor. İçeriği biraz irdeleyince bu fark daha da net anlaşılıyor.
“Arama yapabilmek için makul şüphe yeterli sayılacak” cümlesi, günlerdir flaş haber olarak karşımıza çıkıyor. Esasında bu değişiklik önerisini ilginç hale getiren, mevcut düzenlemenin kısacık tarihi… Çünkü arama tedbiri için “makul şüphe”nin yeterli sayılması başlı başına karşı çıkılması gereken bir durum değil. Bu kavram, AİHM içtihatlarında da kullanılıyor ve esasında “ilgili kişinin suçu işlemiş olmasının mümkün bulunduğu hususunda objektif bir gözlemciyi iknaya yeterli vakıa ve bilgilerin mevcudiyetini” varsaymak anlamına geliyor. Bu bakımdan “makul şüphe”, izlenimden yola çıkılan değil, somut olgu ve bilgilere dayanan “objektif” bir durumu ifade eder.
Makul şüphe, mevcut düzenlemedeki “somut delillere dayanan kuvvetli şüphe” ibaresinin yerine getirilmek isteniyor. Teknik bir kıyaslamada, elbette şu anki düzenlemenin, yapılmak istenen değişikliğe nazaran keyfiliğe karşı daha güçlü bir himaye getirdiği bir gerçek. Ancak getirilmek istenen hükmün kendi başına öyle büyük bir “infial”i hak etmediği de belirtilmeli. Burada bir parantez açarak, Şubat 2014’te kabul edilen 6526 sayılı “Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile önceki düzenlemede bulunan “makul şüphe” ölçütünün kaldırılarak yerine “somut delillere dayanan kuvvetli şüphe” ölçütünün getirilmiş olduğu hatırlanmalıdır.
6526 sayılı kanun, Terörle Mücadele Kanunu’nda düzenlenen özel yetkili mahkemeleri kaldıran meşhur torba kanunun ta kendisi. Teklifte yer alan değişiklik, tam bu noktada bambaşka bir anlam kazanıyor. Şu an tartışılan yasa teklifi ile yapılmak istenen, zaten Şubat 2014’te 6526 sayılı kanun ile getirilmiş olan düzenlemenin “aynen” geri alınarak eskiye dönülmesidir. Daha bir yıl dolmamışken her yönüyle bir “geri adım” olarak nitelenebilecek bu değişiklik önerisinin açıkça “siyasi” saik içerdiği, hiçbir şekilde bir boşluğu doldurmak anlamına gelmediğini görmek de zor değil. Aradan geçen zamanda yaşanan en önemli değişiklik, galiba 17 Aralık soruşturmaları ile ilgili takipsizlik kararına giden süreç.
Teklifte yer alan ve yukarıda dikkat çekilen durumla benzerlik taşıyan bir diğer düzenleme; CMK’nin 153. maddesine müdafinin soruşturma sırasında dosyaya erişim hakkını kısıtlayan hükümlerin eklenmesidir. Bu düzenlemenin, yine Şubat 2014’te kabul edilen 6526 sayılı kanun ile ilga edilen 2, 3 ve 4. fıkraları, “soruşturmanın amacını tehlikeye düşürmek” gibi son derece muğlak bir ölçüt getirerek, müdafiin dosya içeriğini incelemesini veya belgelerden örnek almasını, bazı tutanak ve raporlar haricinde kısıtlanmasına imkân veriyordu. Bu madde kısa bir süre öncesine kadar çok keyfi uygulamaları getirmiş ve özellikle kaldırılan özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin yetkisine giren olaylar, kuşkusuz en çok da TMK kapsamında soruşturma konusu olan suçlar bakımından dosyaya erişim hakkının tamamen ortadan kaldırıldığı pek çok örnek yaşanmıştı. CMK’de savunma hakkı bakımından çok önemli bir kazanım olarak nitelendirilebilecek bir değişikliğin geri alınması yönünde ortaya çıkan irade apaçık bir çelişkidir ve ne yazık ki hukukun belirli kişilere ve soruşturmalara göre şekillendirilmesinden başka türlü yorumlanamamaktadır.
Kanun teklifinde yer alan değişikliklerden bir diğeri; “Taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma” tedbirinin kapsamı genişletilerek, “Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar”ın tamamı bakımından bu tedbirin uygulanabilmesi sağlanmasıdır. Bunların içinde “cebir ve şiddet kullanarak anayasayı ihlal” ve “hükümete karşı suç” gibi hükümlerin de olduğu düşünülürse, bu girişimin arkasında özellikle son dönemde gündemde olan paralel yapılanmayı çökertme çabalarının ve bu yapılanma içerisinde görülen oluşumların malvarlıklarına el koyma amacının bulunabileceği akla geliyor.
Paketteki dikkat çekici bir diğer düzenleme, “İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması”, “Gizli soruşturmacı görevlendirilmesi” ve “teknik araçlarla izleme” tedbirleri kapsamına “Devletin güvenliğine karşı suçlar” ile “Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar”ın eklenmek istenmesidir. Bu eklemelerle kapsamın genişletilmek istenmesi, devletin kendisine yönelik tehditler karşısında koruma kalkanlarını artırma yönünde ve elini güçlendirme yönünde bir girişim olarak algılanabilir.  

Dr. GÜLŞAH KURT Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları