İktidarı Erdoğan'a teslim etme taslağı
Olaylar Ve Görüşler
Son Köşe Yazıları

İktidarı Erdoğan'a teslim etme taslağı

09.01.2017 03:10
Güncellenme:
Takip Et:

1999 yargı yılını açarken yalın bir uyarıda bulunmuş, “bir kurumun, yasanın ya da yöneten kişinin, bilinen ve benimsenen kurallara göre oluşmuş bir çoğunluğu arkasında bulundurduğuna ilişkin yaygın inanç” diye tanımlanan ve “sitenin/devletin/toplumun görünmeyen barış meleği” (Ferraro) olan “meşruluk” açısından 1982 Anayasa’sının debisinin sıfıra yaklaştığını, ülkemizin yeni bir anayasa ile 2000’li yıllara girmesi gerektiğini belirtmiştim.

1982 Anayasası, ilkin biçimsel açıdan meşru değildi. Çünkü birinci olarak, Anayasa, halkın özgür iradesiyle seçilen bir kurucu iktidar, parlamento tarafından değil, kapatılan parlamentonun sıralarına oturtulan atanmış kişilerce yapılmıştı.

İkinci olarak, Anayasa’nın tartışılması yasaklanmış, herkes susmuş, beyinler tek yanlı yıkamadan geçirildikten ve iradeler saptırıldıktan sonra oylanmış, Anayasa konuşmayan ülkemin utancı olup çıkmıştı (Clémenceau). Oysa meşruluk, sonuçları sorgulayabilecek bireylerin yasaksız açık tartışmaya katılmalarına bağlıydı.

Üçüncü olarak, Anayasa benimsenmediği takdirde askeri/pretoryen diktanın süreceği mesajı verilmiş, ölümü gören eli böğründeki halk, çaresiz, sıtmaya razı olmuştu.

Dördüncü olarak, içini gösteren, “seni mimlerim” zarflarıyla gizli oy ilkesi çiğnenmişti.

Beşinci olarak, tek işlemle hem tek aday olan devlet başkanı, hem de Anayasa oylanmıştı. Her ikisini destekleyenlerin ya da onlara karşı olanların sayısı, oranı belirsizdi. Peki, hangisi desteklenmişti? Bu bilinmezlik, çaresiz her iki seçimi de hukuk dışı kılmıştı.

Esasen bu tür yollarla halkoyuna sunulan anayasaların sağladığı çoğunluk, her ülkede %97-%100 arasında gerçekleşiyordu, yani görünüşteydi. Kısaca dünyadaki örnekleri gibi “kurşun yerine oy” kullanılarak (Duverger) kabul ettirilen 1982 Anayasası, halkın şerefini örseleyen bir tür “ferman Anayasa”sıydı.

1982 Anayasası, içerik açısından da meşru değildi.

Özlü anlatımla anayasalar, 1-örgütlenmiş siyasal birim olan devletin gücünü sınırlayan, 2-bireyin hak ve özgürlük alanlarını, 3-bunların çiğnenmelerine karşı denetim yollarını belirleyen, 4-iktidarın tek elde toplanmasını önleyen, 5-çoğulculuğu benimseyen, 6-çok iktidar ilişkilerinde dengeleri sağlayan, 7-her türlü hukuk dışılığı engelleyen metinlerdi.

Oysa 1982 Anayasası tersini yapmış, devlet gücünü sınırlayacak yerde kutsallaştırmış; hak ve özgürlükleri sınırlamış ve bunları âdeta istisnalar haline getirmiş, halka güvensizliği ruhuna içselleştirmiş, yargı birliğini ve bağımsızlığını örselemiş, demokratik cumhuriyet rejimini değil, sadece cumhuriyet yönetimini öngörmüştü. Elbette devlet ve değerleri her ülkede korunurdu. Ama kutsallaştırılamaz, tabulaştırılamaz, günlük yaşamdan koparılamazdı. Anayasa ve devlet, insan içindi; insan, anayasa ve devlet için değildi.

1982 Anayasa’sı bunların tam da tersini yapmış, olması gerekenleri istisnai kılmış, olmaması gerekenleri kural yapmıştı. Böylesine yapım yanlışlarıyla dolu bir Anayasa elbette içerik/maddi açıdan meşru olamazdı. Esasen halk, bu Anayasa’ya çoktan meşruluk desteğini çekmişti.

Elbette o dönemde bu bir hasar belirlemesiydi.
Öyleyse Türkiye; “milli anayasa”, “Türk tipi başkanlık sistemi” gibi kendinden menkul ve saçma gerekçelerle değil, tam tersine evrensel ilkelerin tezgâhında yerel ipliklerle dokunan, ortak paydası insan hak ve özgürlükleri olan, erkler ayrılığı ilkesine dayanan, hukukun üstünlüğü temeline oturan bir Anayasayla 2001 yılına girmeliydi.

Bu amaç ne yazık ki hiç gerçekleşmedi! O dönemde kimileri, beni bilimsel açıdan eleştirecek yerde hırçınlaşıp saldırmayı, kimileri de homurdanmayı yeğlediler. Asıl üzücü olan, bunların arasında hukukçuların da bulunmasıydı. Bu benim için düş kırıklığıydı. Çünkü kesin bir teşhis ortaya çıkıyordu: 21’inci yüzyıla girerken Türk hukukçularının çoğu, Batı hukukunun süzme kavramlarını içselleştirmediklerini sergilemişler; “hiçlik” (butlan, nullum, nullité, nullità) kavramıyla “hukuksal yokluk” (hukuken keenlemyekün, inexistence juridique, inesistenza giuridica) kavramları arasında ayrımı 1999’da bile anlamamışlardı. Hukuk bilimine göre hiçlikle sakat işlem, hukuken doğar ve yöntemince kalkmadığı sürece herkesi bağlar, kalkıncaya değin geçerli olurdu. Oysa hukuksal yoklukla sakat işlem, hukuk dünyasında hiç doğmazdı, kaldırılması da gerekmezdi. Gülünüp geçilirdi. Dolayısıyla kimseyi bağlamazdı. 1982 Anayasa’sı yokluk yaptırımıyla değil, hiçlikle sakattı. Kaldırılmadığı sürece herkesi bağlardı.

Hukukçu kavramlarla düşünür ve konuşur. Ben de öyle yapmaya çabalamış ve demiştim ki, “Hiçlikle sakat olan bu Anayasa yeni bir Anayasayla yürürlükten kalkıncaya dek geçerlidir, ona uymak yasal bir yurttaşlık ‘görev’idir. Öte yandan onun meşruluğunu tartışmak, kamuoyunu uyarmak ve halka doğruları söylemek ise bir hukukçunun ahlaki bir ‘ödev’idir. Bu yüzden ben hem görevimi, hem de ödevimi yerine getirmeyi sürdüreceğim.”

Bu sözler de onları uyandırmaya yetmedi. Çok yazık!

Nazilerden kaçarak Amerika’ya sığınan Kurt Gödel, ABD Anayasa’sının iktidarın tek elde toplanmasını önleyen katı bir erkler ayrılığı sistemini getirmesine karşın, diktatörlüğü önleyecek silahlardan yoksun olduğu ve her an bir Hitler yaratabileceği kaygılarıyla ABD yurttaşlığına geçmeyi reddediyordu. Dostları onu zorla bu görüşünden caydırdılar.

Peki, bugün hazırlanan taslakla ne yapılmak isteniyor?

İstenen, “açık ve seçik” (vazıh ve mümeyyiz, clarus et distinctus, clair et distinct): Hazırlanan Anayasa taslağı, 1982 Anayasa’sından daha tehlikelidir; ona rahmet okutacak türdendir, daha doğrusu türü, ne olduğu belirsizdir. Okuryazar her insan bu taslağın, iktidarın tek elde toplanmasını önlemek şöyle dursun, tam tersine “vesayete son verilecek” yalanıyla iktidarı, “yanılmaz” kabul ettiği geleceğin tek insanına, “cumhurbaşkanı”na, hatta kimi çarpık bakışların Hz. Muhammet’in, hatta Allah’ın niteliklerini taşıyan insan olarak gördükleri bugünkü Cumhurbaşkanına teslim ettiğini, denetim yollarını kapattığını, erkler ayrılığını değil, “erkler birliği”ni getirdiğini kolayca anlayabilir.

Prof. Dr. Sami SELÇUK
Eski Yargıtay Başkanı

Yazarın Son Yazıları

Geleceğin savaş alanı, Türkiye ve Karadeniz - Doğu Silahçıoğlu

“Erken Cumhuriyet dönemi”nde (1923-1938) savunma sanayisindeki gelişmeler Türkiye’yi; başta uçak olmak üzere harp silah araç gereçlerinde dış satım yapan bir ülke konumuna getirmişti.

Devamını Oku
12.12.2025
Gençlik MESEM’den büyüktür - Kaan Eroğuz

AKP iktidarı tarafından 2016 yılında örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınan mesleki eğitim merkezleri (MESEM), çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasında ve “kurumsallaşmasında” kritik bir rol oynuyor

Devamını Oku
12.12.2025
İnsan onuru ve demokrasi - Ayşe Atalay

TDK sözlüğünde “onur” kavramı insanın kendisine karşı duyduğu saygı olarak tanımlanıyor.

Devamını Oku
11.12.2025
Komisyonda emekçinin adı yok - Şükrü Karaman

Milyonlarca emekçinin yeni ücrete ilişkin alacağı kararı merakla beklediği Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmalarına yarın başlayacak.

Devamını Oku
11.12.2025
Karadeniz’de neler oluyor? - Can Erenoğlu

Dünyanın en güvenli ve istikrarlı denizi Karadeniz dünyanın en tehlikeli deniz alanına mı dönüştürülüyor?

Devamını Oku
10.12.2025
Gelir adaletsizliği tırmanıyor! - Devrim Onur Erdağ

Türkiye'de emeğin değeri uzun zamandır siyaset meydanında sıkça dile getirilen bir konu.

Devamını Oku
10.12.2025
Yeni feodal çağ ve dijital baronluk - Doğan Sevimbike

Yanis Varoufakis’in No Kings Means No Barons başlıklı yazısı, çağımızın ekonomik ve siyasal düzenini “yeni bir feodalizm” olarak niteliyor.

Devamını Oku
09.12.2025
Erdoğan’ın 2005’teki hayalleri - Kadir Serkan Selçuk

Yıl 2005. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, o dönem henüz el konmamış olan Sabah gazetesinin 20. kuruluş yıldönümü için gazeteye bir yazı yazmıştı.

Devamını Oku
09.12.2025
Terörist başının ayağına gitmek... - Hatice Topçu

Ulus devletler; tarih bilinci, ortak coğrafya ve dil birliğine dayanır.

Devamını Oku
08.12.2025
‘Kırkyama’ siyaset… - Prof. Dr. Utku Yapıcı

Türk siyasetinde son yıllardaki en ilginç gelişme siyasi kimlikler düzleminde yaşanıyor.

Devamını Oku
08.12.2025
Çocuklarımız artık kimsesiz mi? - Özgür Hüseyin Akış

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında söylenmiş bir cümle hâlâ kulaklarımızda çınlar:

Devamını Oku
07.12.2025
Çözüm mü, çözülme mi? - Ülgen Zeki Ok

Emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki kirli emellerinin önündeki en büyük engel olan Atatürk’ü Türk halkının yüreğinden söküp atmak, yani öldürebilmek için bir gri propaganda yöntemi uyguluyor.

Devamını Oku
06.12.2025
Tek Çin ilkesi - Wei Xiaodong

Türkiye’de Çin’in Tayvan bölgesi yaygın olarak bilinse de bu bölgeye ilişkin tarihi ve siyasi bilgiler genellikle sınırlı kalmaktadır.

Devamını Oku
05.12.2025
Cumhuriyete sahip çıkma konuşması: Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ - Hamdi Yaver Aktan

Mustafa Kemal Paşa, 3 Şubat 1933 akşamı İzmir Kordon’daki köşkte akşam yemeği sırasında Bursa’daki olayı öğrenir.

Devamını Oku
03.12.2025
Demokraside seçilenler özgür olmalı - Hüseyin Mert

Demokrasi; çağdaş yaşamın, mutluluğun, ekonomik kalkınmanın ve her türlü gelişmenin önkoşulu, altyapısı ve temelidir.

Devamını Oku
03.12.2025
İktidarın eğitimdeki U dönüşleri - Nazım Mutlu

Siyasal yaşamının toplamı çeyrek yüzyılı bulan iktidar partisinin kısa tarihi, sayısız U dönüşleriyle doludur.

Devamını Oku
03.12.2025
Tekke ve zaviyelerin kapatılması - Doç. Dr. Hüner Tuncer

Tekkeler ve zaviyeler, İslamdaki tarikatların dinsel tören, toplantı ve eğitim yerleridir.

Devamını Oku
02.12.2025
Suyun akışını sürdürmek - Dr. Anıl Yıldırım Poyraz

“Su ateşe galiptir ancak bir kaba girerse ateş onu kaynatıp yok eder.” - Mevlana

Devamını Oku
02.12.2025
21.yüzyılda Türkiye’de sosyal demokrasi - Halil Sarıgöz

Sosyal demokrat partilerin tarihsel serüvenine baktığımızda, parti programlarının yalnızca birer teknik metin değil; toplumun yönünü, siyasal aklın niteliğini ve iktidar imgelemini belirleyen kurucu belgeler olduğunu görürüz.

Devamını Oku
01.12.2025
Gıda güvenliği sistemimiz alarm veriyor - Adnan Serpen

Gıda yaşam için olmazsa olmazdır ancak kirlenirse hastalığa, hatta ölüme bile neden olabilmektedir.

Devamını Oku
01.12.2025
Buğra Gökce, Silivri'den Cumhuriyet'e yazdı

Otuz altıncı pazar...

Devamını Oku
29.11.2025
İhanetin adı barış olamaz… - Erol Ertuğrul

Güzel yurdumuzda 23 yıldır uygulanan politikalarla, üniter devlet yapımıza ve Cumhuriyetimizin kuruluş anlayışına uymayan görüşler seslerini yükseltmeye başladı.

Devamını Oku
29.11.2025
İddianame hukukla bağlı mı? - Doğan Erkan

İmamoğlu iddianamesi başından beri hukuk dili yerine tercih edilen siyasal retoriğiyle, delil boşluğuyla, rivayet anlatımlarıyla tartışılıyor.

Devamını Oku
28.11.2025
İmralı ziyareti ve TBMM - Hüseyin Özkahraman

Türkiye’de “Kürt meselesi”, etnik kimlik tartışmalarını aşan; devlet-toplum ilişkilerini, siyasal katılım biçimlerini, demokratikleşme dinamiklerini ve meşruiyet tartışmalarını doğrudan etkileyen çok katmanlı bir olgudur.

Devamını Oku
28.11.2025
Kurucu felsefeye dönüş - Mehmet Tomanbay

Son açıklanan TÜİK verileri enflasyon, işsizlik ve derinleşen yoksulluğun gittikçe büyüyen sorunlar olduğunu göstermektedir.

Devamını Oku
27.11.2025
Seçimin sakatlanması - Cihangir Dumanlı

Anayasamızın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlettir.

Devamını Oku
27.11.2025
Düzensiz dünya nereye gidiyor? - Nejat Eslen

Yeni bin yılın ilk yüzyılının ilk çeyreği yakında bitecek.

Devamını Oku
26.11.2025
İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

Devamını Oku
26.11.2025
Eğitim sürecinde öğretme ve öğrenme - Cihat Karaali

Geçmişte eğitimciler yalnızca öğretmen değillerdi.

Devamını Oku
26.11.2025
Radbruch formülü ve Türkiye bağlamı - Başar Yaltı

Daha önce bu sütunlarda yayımlanan “Adaletsizliği Görmek” (Cumhuriyet, 07.11.2025) başlıklı yazımızda; adalete giden yolun adaletsizliği görmekten geçtiğini, bir hukuk düzeninde karar veren konumundaki tüm görevliler ile hukuk normlarını uygulayan tüm yetkililerin adaletsizliği görmek, önlemek ve adaleti yerine getirmekle görevli olduklarını, adaletsizliği görme yetisine sahip olmayanların yargıç ve savcı yapılmaması gerektiğini belirtmiştik.

Devamını Oku
25.11.2025
Türkiye Araf’ta - Gani Işık

Şimdilerde Türkiye’ye bir hal oldu; Cumhur İttifakı, İmralı ile hemhal oldu.

Devamını Oku
25.11.2025
Öğretmenim, canım benim! - Duran Güldemir

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün anlamını ve önemini anlatmak için söylenecek çok söz var elbette ancak Ceyhun Atuf Kansu’nun “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirinin bu dizeleri sanki bir başka söze gerek yoktur der gibi derin bir duygusallık içine sürüklemektedir bizi.

Devamını Oku
24.11.2025
Uçak kazasının düşündürdükleri... - Cumhur Utku

Geçen hafta Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen askeri uçağımızla ilgili bir tanımı düzeltelim

Devamını Oku
22.11.2025
Türkiye’de şap hastalığı neden hâlâ bitmiyor? - Gülay Ertürk

Türkiye’de hayvancılığın en büyük sorunlarından biri, aradan geçen yüzyıllara rağmen hâlâ kontrol altına alınamayan şap hastalığıdır.

Devamını Oku
21.11.2025
Bir döneğin anatomisi - Çiğdem Bayraktar Ör

Dün söylediğini bugün unutuyor; hayır, unutmuyor; “Dün söylediğini yutuyor”!

Devamını Oku
21.11.2025
‘Ot otlayanlar’dan bugüne - A. Celal Binzet

Günümüzün yakıcı sorunlarından birisi olan vergi, bozuk sistemin ana nedenlerinin başında geliyor.

Devamını Oku
21.11.2025
Dünya Çocuk Hakları Günü - Recep Nas

Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşme, 20 Kasım 1989 günü Birleşmiş Milletler’ce kabul edilmiş, 2 Eylül 1990’da yürürlüğe girmiştir.

Devamını Oku
20.11.2025
CHP'nin iktidar kurultayı - Ziya Yergök

Türkiye’nin kurucu ve birinci partisi, iktidarın en güçlü adayı CHP, 28- 30 Kasım tarihlerinde 39. olağan kurultayını yapacak.

Devamını Oku
20.11.2025
Güvenlik kültürü üzerine - Gazi Zorer

Ülkemizin büyük kısmı aktif deprem kuşağında ve sıklıkla depremi yaşıyoruz ama esaslı bir deprem master planımız yok.

Devamını Oku
19.11.2025
Kemalizm karşıtlığının maskesi - Tunay Şendal

Türkiye, 10 Kasım’ın manevi ağırlığı altında, Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına yönelik tartışmaların bir kez daha alevlendiği bir kırılma anına tanık olmuştur.

Devamını Oku
19.11.2025