Olaylar Ve Görüşler

Kader mahkûmuyuz - Şafak YÜCA

20 Temmuz 2023 Perşembe

Beyin göçü çevre ülkelerin kaderidir. Nitelikli nüfusunu istihdam edebilecek ekonomik, sosyal, teknik şartlara sahip olmayınca, gelişmiş ülkelere göç verir. Akademik alanda beyin göçüne, uluslararası ve ulusal olmak üzere iki tür yaklaşım mevcut: Uluslararası yaklaşım beyin göçünün evrensel insani katkısına odaklanırken ulusal boyutta, göç veren ülkenin kalkınmasını sağlayacak beşeri sermayesini kaybettiği belirtiliyor.

Türkiye nitelikli nüfusunu her geçen yıl artan ölçüde kaybediyor. Söz konusu artış 2015 yılında fırlıyor. TÜİK uluslararası göç istatistiklerine göre, 2019’dan 2021’e kadar, 20-29 yaş aralığındaki 286 bin genç yurtdışına göç etti. Yurtdışına göç eden nüfusumuzun yaşadığı illerin büyükşehirler olduğu görülüyor: Sırasıyla İstanbul, Ankara, Antalya, İzmir ve Bursa. 2021 yılında Türkiye’nin aldığı 740 bin kişilik göçe baktığımızda; nüfus yoğunluğu sırasıyla Irak, İran, Özbekistan ve Suriye’den, 20-34 yaş aralığında olan nüfusun geldiği gözlemleniyor. 

NİTELİKLİ NÜFUS 

TÜSİAD Dijital Dönüşüm Raporu’na göre Türkiye dijital ekonomideki yüzde 0.1’lik payıyla, geleneksel ekonomide küresel GSYH içinden aldığı yüzde 0.85’lik payın 7’de 1’ini alabiliyor. İşgücünün yüzde 6.2’si bilgi ve iletişim teknolojileri alanında çalışıyor; bu oran ile Türkiye OECD sıralamasında sonuncu sırada yer alıyor. Türkiye’nin teknolojik yatırım yapmadığını gösteren rapora göre, geleneksel üretim anlayışı devam ediyor. Teknolojik dönüşüm olmadığında nitelikli nüfusun istihdam edilmesi de zorlaşıyor. 

Türkiye’nin eğitim seviyesi yükselmesine rağmen, onu istihdam etmekte yetersiz kalması göç verilerine yansıyor. Nitelikli genç nüfusunu, bir avantaj olarak kullanamayan Türkiye, onu gelişmiş ülkelere kaptırıyor. 

OHAL REJİMİNDEN KAÇMAK

Verimli bir bilimsel çalışma için özgür ve demokratik bir ortam gerekiyor. Fakat Türkiye’de siyasal sistem, adeta 12 Eylül Anayasası’nın sunduğu “olağan üstü hal” yetkilerinden türedi. 2017 yılında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilerek “olağan üstü hal” dönemlerindeki cumhurbaşkanı yetkileri kalıcılaştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, cumhurbaşkanının çıkardığı kararnameleri yasalaştırma kurumuna dönüştü. Yargı organı ise anayasayı bile çiğneyerek cumhurbaşkanının “Talimatlarını Yerine Getirme Dairesi” haline geldi.

Otoriter bir yönetim altında hukuksuzluğun rejimi hayata geçirilirken ekonominin de freni patladı. Aşırı derecede artan enflasyon oranlarıyla halkın alım gücü düştü. Çalışma koşullarının kötülüğü, atamalardaki adaletsizlik, alınan eğitimden farklı alanda istihdam edilme ve enflasyon nedeniyle ev, araba gibi mülk sahibi olmaktaki zorluklar, nitelikli nüfusun dikkatini yurtdışına çevirdi.

Hükümet beyin göçüne karşı tavrını açıkça belirtti: Göç eden sağlık çalışanlarına “giderlerse, gitsinler” dedi. Barış imzacısı akademisyenlerin sadece bilimsel çalışmaları değil, ekmek parası kazanmaları bile engellendi. Bu bakımdan iktidarın nitelikli işgücünün yaratacağı katma değere ve teknolojik gelişmişliğe ulaşma gibi bir derdi olmadığını da anlayabiliyoruz. 

Ülkede kalan bizler, nereden geldiği belli olmayan, Erdoğan ailesine ait vakıflara bağış payı verildikten sonra ülkemizde aklanan sıcak parayla dönen ekonomimiz içerisinde; otoriteyi aşma ve bir demokrasi inşa etme yöntemi bulamayan muhalefet partileriyle birlikte kader mahkûmuyuz.

ŞAFAK YÜCA

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TİTE, DOKTORA ÖĞRENCİSİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları