Olaylar Ve Görüşler

KVK’deki boşluklar

17 Mart 2016 Perşembe

Kişisel veri, ulusal ve uluslararası birçok düzenleme ile korunan bir kavramdır. Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı’ndan önce kişisel veriye ilişkin yasal bir tanım bulunmamaktaydı. Tasarının üçüncü maddesi ile bu boşluk doldurulmuş ve kişisel veri, kimliği belirli ya da belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi olarak tasarıda tanımlanmıştır.

Toplumda kişisel verilerin tasarı ile korunmaya başlanacağı gibi bir algı bulunsa da esasında kişisel veriler, tasarıdan çok önce getirilen yasal düzenlemeler ile korunmaktaydı. Bu bağlamda, anayasanın 20/3. maddesi gereğince herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsamaktadır.
Anayasal korumanın yanı sıra TCK’nin 135 ve 136. maddeleri ile getirilen kişisel verilerin kaydedilmesi ve verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçları da yine kişisel verileri koruyan düzenlemelerdendir.

Asıl amaç ne?
Tasarı ile kişisel verilere ilişkin uluslararası mevzuat ile uyumlu yasal düzenlemeler getirilmesi gerekmektedir. Ancak, tasarının “Kişisel verilerin işlenme şartları” ve “Özel nitelikteki kişisel verilerin işlenme şartları” başlıklı beşinci ve altıncı maddelerine bakıldığında kanun koyucunun kişisel verilerin daha detaylı ve işlevsel düzenlemelerle korunmasını değil, kişisel verilerin kaydedilmesine hukuki zemin hazırlamayı amaçladığı izlenimi edinilmektedir.
Kanun koyucu, bu tasarı ile anayasanın 13. maddesinde düzenlenen temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına ilişkin hükmünü ihlal etmektedir. Bu maddede temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın, yalnızca anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği ve bu sınırlamaların Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.

Yoruma açık
Anayasanın açık düzenlemesine karşın tasarının bu maddelerinde yer alan şartların anayasanın 20. maddesinde yer alan milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması gibi sebeplerin dışında, yoruma açık ve belirsiz nitelikte olduğu görülmektedir. Anayasanın ihlalinin yanı sıra, tasarıda yer alan bu şartlar ile kişisel verileri kaydetmek suçunun düzenlendiği TCK’nin 135. maddesinin caydırıcılığı da ortadan kaldırılmaktadır. Kişisel verileri kaydetmek suçunun hukuka aykırılık unsurunda gündeme gelebilecek iki hukuka uygunluk nedeni bulunmaktadır. Bunlar kanunun emri ve ilgilinin rızasıdır. Tasarıdaki düzenlemeler ile TCK’de düzenlenen kişisel verilerin kaydedilmesi suçunun hukuka aykırılık unsuru ortadan kaldırılmaktadır. Gerçekten de, tasarının beşinci maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen şartların varlığı halinde ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın kişisel verilerin işlenmesinin mümkün olduğuna ilişkin düzenleme ile altıncı maddenin ikinci fıkrasında “yeterli önlemlerin alınması şartıyla” bentler halinde sıralanan diğer şartların da varlığı halinde özel nitelikli kişisel verilerin işlenebileceğine ilişkin düzenleme bu durumu ortaya koymaktadır.

Açık rıza tanımı
Tasarıda ilgili kişinin açık rızası olmaksızın özel nitelikli kişisel verilerin işlenemeyeceği düzenlenmiş ise de açık rızanın tanımı yapılmadığı gibi hangi unsurları barındıracağı da belirtilmemiştir. Kanun koyucunun bu noktada yazılı izin verilmesi şartını getirmesi kişisel verilen korunması bakımından daha doğru olacaktır. Bunun yanı sıra tasarıda belirtilen istisna niteliğindeki şartlar açık rıza verilmesine gerek olmaksızın kişisel verilerin işlenebilmesinin de önünü açmaktadır.
Sonuç olarak, tasarıdaki temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran, kişisel verilerin kaydedilmesi suçunu hukuka uygun hale getiren bu düzenlemeler karşısında TCK’nin 135 ve 136. maddelerinde yer alan kişisel verilerin kaydedilmesi ve kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçlarının uygulanma alanının daraltılmaması, suç ve ceza siyasetinin temel prensiplerine uygun biçimde bunlara ilişkin ceza sorumluluğunun artırılması gerekmektedir.

 

UĞUR GÜNER
Avukat

 

-

 

Erişkinler için de zararlı mı?

Survivor yüksek izlenme potansiyeline sahip, adeta seyircileri ekrana bağlayan popüler bir yarışma programı... Peki, neden bu kadar yüksek reytingler almaktadır?

Survivor programının sahip olduğu reytingin en önemli nedeni programın formatında gizlidir. Yarışmada sadece ünlüler ile gönüllülerin mücadeleleri ekrana getirilse bir sorun olmazdı. Zaten reyting de almazdı. Survivor’da özellikle saldırganlık içeren görüntüler, reyting malzemesi olarak kullanılmaktadır. İşte bu nedenle yüksek reytingler almaktadır. Ama bu durum toplum için çok tehlikelidir. Çünkü ekrandaki şiddet görüntüleri, toplumdaki şiddeti artırır.
Sözel ve fiziksel saldırganlığı bilirsiniz. Ağız dalaşı, hakaret, küfür vb. gibi sözel şiddet içeren görüntüleri, hatta fiziksel kavga görüntülerini Survivor’da sık olarak görürsünüz. Program aralarında bu kavgaların ve sataşmaların defalarca jenerik reklamları yayınlanır. Ama pek kimsenin bilmediği, ama bir o kadar da tehlikeli olan bir saldırganlık türü vardır ki; o da ilişkisel saldırganlıktır.

İlişkisel saldırganlık
Bu saldırganlık türünde kişi, diğer insanların sosyal dünyalarını ve ilişkilerini manipüle eder. Bu saldırganlık türü, popülariteye ulaşmada ve sürdürmede etkilidir. Bilimsel bir bakış açısı ile Survivor’un yüksek reyting almasında ki en önemli faktörün, ilişkisel saldırganlık içeren görüntüler olduğunu söylemek yanlış olmaz. Survivor’da ilişkisel saldırganlık örnekleri çoktur. Birbirinin arkasından konuşma, dedikodu, kulis ve entrika sahneleri buna tipik örnektir. Özellikle final gecesinde kimin eleneceğini belirlemek için yapılan oy verme anı, ilişkisel saldırganlığın zirve yaptığı andır. İşte o ana, ekran karşısındaki insanların takılıp kalması normaldir.
Çünkü insanlar bu programı alt beyinleri ile izlerler. Alt beyin o tadı aldığında, ertesi gün ki programın isteğini duyar. Aslında izleyenler, kendileri ile özdeşleştirdikleri kahramanların kavgalarına takılırlar ve kalırlar. Aslında orada kavga eden kişi, seyircinin kendisidir. Ayrıca, yapılan bilimsel çalışmalarda ilişkisel saldırganlık ve Makyavelizm arasında kuvvetli ilişki bulunmuştur. Zaten saldırganlığın kullanılarak reyting alınması ve büyük kazançların sağlanması ise etik değildir ve bu durum ise tipik bir Makyavelizm örneğidir. İlişkisel saldırganlığın olduğu yerde, Makyavelizmin olma olasılığı yüksektir. Zaten adada bir kurmaca olduğunu Merve Saraç adlı bir yarışmacı iddia etmiş ve hukuka yansımış bir dava bile mevcuttur.

Şiddet kültürü
Bu programlar kısa vadede insanların kafasını meşgul ederek, oyalayabilir. Ama uzun vadede, özellikle çocuk ve ergenlere verdiği zarar, toplumdaki şiddet kültürünün patlamasında ciddi bir risk faktörüdür. Çünkü yapılan bilimsel çalışmalarda medyada yayınlanan bir saldırganlık türünün diğer saldırganlık türlerini de etkileyebildiği gösterilmiştir. Hatta bir çalışmada medyadaki ilişkisel saldırganlığın, sonradan gelen fiziksel saldırganlığı artırdığı bildirilmiştir.

Saldırgan ve popüler
Bazı bilimsel çalışmalarda ilişkisel saldırganlık ile algılanan popülarite artışı arasında ilişki bulunmuştur. Hatta son dönemde bazı gençlerin, algılanan popülariteyi artırmak için kasıtlı olarak saldırgan davrandıkları bildirilmiştir. Buradaki en büyük tehlike, model alma ile öğrenen çocuklar ve ergenlerdir. Survivor’daki sözel ya da ilişkisel saldırganlığı uygulayarak reyting alan kişiler vardır. Yani hem çirkef, hem de reyting alıyor ve elenmiyorlar. Hem saldırgan, hem de popüler... İşte bu algı çok tehlikelidir. Her türlü saldırgan davranışına rağmen hâlâ halktan destek alıyor algısının yaratılması, o programı seyreden çocuk ve ergenlerin de, o metotları uygulayarak popülariteye ulaşmak istemesine yol açabilir.
Bu bilgiler dikkate alındığında bilimsel bir bakış açısıyla; “televizyonun harika çocuğu” denilen Sn. Acun Ilıcalı’nın “Makyavelizmin harika çocuğu” da olduğu söylenebilir. Çünkü yaptığı programlarda ekmeğini ilişkisel saldırganlık ve Makyavelizmden çıkardığı söylenebilir.
Survivor vb. yarışmalarda, medyanın reyting odaklı bakış açısı son derece sığ, günü kurtaran özellikte olup, gençler ve çocuklar için özendiricidir ve toplum için çok büyük tehlikeler taşımaktadır. Bu nedenle bu programlara RTÜK’ün acil olarak müdahale etmesi ve düzenlenmeler yapması zaruridir.

 

Dr. AHMET KOYUNCU
Psikiyatr/Bağımsız Bilim Adamı



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları