Olaylar Ve Görüşler

Yoksulluğun adı - A. Celal BİNZET

09 Aralık 2021 Perşembe

Hiçbir şey rastlantısal değil. Gıda ürünlerinin fiyatı her gün artırılıyorsa bir nedeni var. Halkın yaşam koşulları giderek zorlaştırılıyorsa nedensiz değil. Toplum mühendisliği denen disiplin, olanları anlamamıza ışık tutuyor. Yoksullaştırılan halk gerçeklerden koparak hızla sanal dünyaların peşine düşecektir. Bu arada tüm insancıl değerleri yitirmesi, kimsenin umurunda olmaz.

Emile Zola, pek öne çıkmayan “Paris’in Karnı” romanında, 1850’li yıllarda kentin beslendiği Paris Hali’ni anlatır. Odağında, toplumsal çelişkilerin kucağındaki sorunlarla boğuşan halkın yer aldığı romanın anlatıcısı modernist bir ressamdır: Claude Lantier. Yapıt, Sanayi Devrimi’nin sıcaklığını yitirmemiş günlerinde yaşanan karmaşalarla örülü bir kurguya sahiptir. Politikacılar, krallık yanlıları, cumhuriyetçiler, gizli örgütler ama en çok da halkın zorunlu gereksinimlerini karşılayan haldeki ürünler, birer olay kahramanıdır. 

KOŞULLAR KÖTÜLEŞİYOR

Asıl üzerinde durulması gereken, nerede olursa olsun, yaşayabilmek adına insanın yiyecek bir şeylere erişebilme güdüsüdür. Doğrusu, tüm canlılar için geçerli bir kural söz konusudur. Dengeli toplumlarda, bu sorunun olabildiğince çözümlendiği bilinir. Çalışanlar yönünden olumsuzluklarla dolu ülkemizde ise koşullar giderek kötüleşmektedir. Bu nedenle daha iyi yaşamak için, çok sayıda insanın boşuna çabalarını izlemek, üzüntü vericidir. Gerçek olan, bu durumu yaratan ekonomik programın bilinçli olarak uygulandığıdır. Çoğunluğun yoksullaşmasıyla, yaşamdan umudunu kesenler için gösterilen tek çıkış kapısı, tasarlanmış bir öte dünya masalıdır. Dinsel yapıların alabildiğince çok ve büyük ölçekli yapılmasının gerisinde bu düşünce egemendir. Tıpkı ortaçağ Avrupa’sında, gotik sanat anlayışında ortaya konmuş devasa kilise yapılarıyla, halkın gözünü boyama ve korkutma düşüncesinin yatması gibi. 

AYNI TEMEL SORUNLAR

Ülkemizdeki son dönem uygulamaların yüzyıllar öncesinin büyük ölçekli kilise yapılarına öykündüğünü not etmek gerekir. Giderek zenginleşen yönetici kadroyla, onların payandası din kurumu birlikte kitleleri yoksullaştırmıştır. Bir yanda yoksulluk yaygınlaşırken bir azınlığın şişmesini televizyon dizileriyle izliyoruz. Yapay Osmanlı serüvenlerinin peş peşe yayımlanması bunun içindir. Oysa gerçekler bunun tam tersidir. Osmanlı’nın en zengin ve kuvvetli gösterildiği dönemde, Anadolu köylüsü giderek dayanılmaz ölçüde artan vergiler karşısında tarlasını, çiftini bırakıp büyük kentlere göçmüştür. Çünkü bir yıllık çabası sonunda elde ettiği gelire, saray tarafından vergi adı altında el konulmaktadır. “Çiftbozan İsyanı” denen bu hareketin büyümesi üzerine, geliri azalan saray, bu kez tarlasını bırakarak üretimden vazgeçen köylüye “Çiftbozan Vergisi” koymuştur. Öyle ya da böyle, devletin vergi kıskacından kurtuluş yolu yoktur. 

Kendini dışarıya, dünya imparatorluğu gibi göstermeye çalışan saray takımı, sınırsız harcamalar yaparken içerideki yoksul köylüyü vergiler altında boğmaya çalışan baskıcı uygulamalarla ayakta durmaya çalışır. Paris Hali’nde yoksulların en temel gereksinim mallarına ulaşma çabalarını okurken sorunun öteki ucunda Osmanlı’yı ve onun günümüzdeki taklitçilerini görmemek olanaksızdır. Pazar yerindeki artıkları toplayanlarla aralarındaki benzerliğin kökeninde, aynı ekonomik uygulamalar yatmaktadır. Sarayların, insanları yoksullaştırarak büyüdüğü gerçeğine salt tarihte rastlanmaz ne yazık ki... 

A. CELAL BİNZET



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları