Öner Yağcı

‘Eskimeyen eski’

05 Şubat 2022 Cumartesi

“…Bütün iş, tarihte olanı, tarihte olduğunu bilerek değerlendirmekti, duygularımızın, isteklerimizin etkisinde kalarak değil. Eski, gerçekte hiç eskimiyor.

Melih Cevdet Anday, bu cümleleri Şükran Kurdakul’un Namık Kemal adlı kitabı üzerine yazdığı “Eskimeyen Eski” başlıklı yazısında söylüyor (Cumhuriyet, 11 Mart 1977).

KENDİ TARİHİ İÇİNDE DEĞERLENDİRMEK

Namık Kemal incelenirken onun uluslaşma sürecinin ilk döneminde yetişmiş bir düşünür olduğunun unutulmaması gerektiğini Kurdakul’un başardığını söyleyen Anday yazısını şöyle temellendiriyor:

 “Olumlu olumsuz yorumlarla bildiğimiz, bildiğimizi sandığımız, artık meraka değer bulmadığımız, kafamızdaki defterini kapadığımız nice kişi, nice olay vardır ki, bir gün yeni baştan üzerine eğilmek durumunda kalınca, bilgilerimizin eksikliğine, kanılarımızın temelsizliğine şaşarız... Bir konu, her zaman yeni baştan incelenmeye hazır, bizi beklemektedir. Gerçekte bilgisizliktir bunun nedeni, iyice bellemeden kimi konuyu bildiğimizi sanmaktan gelen bir güvendir. Kişi belli bir konuya karşı bir kez bu duyguya kapıldı mı, artık onu kendine büsbütün kapamış sayılır.

SÖYLEMİ SEVGİYLE BENİMSEMEK

Kurdakul “eskimeyen eski” kavramını öylesine benimsiyor ki yıllar sonra şöyle yazıyor:

Klasiklerimizi anarken onların yapıtlarındaki yaşayan damarların zamana yenilmediğini anlatmak için benimsediğim iki sözcük var: Eskimeyen eski. Öyle sanıyorum ki eskimeyen eski olarak nitelediğimiz yapıtlar ve tarihsel olgular geçmişe değil geleceğe götürüyor…

Uygarlık bilinci önce bireyseldir. Sonra toplumsal. Bizde yaşarlık kazandıkça toplumsal olan niteliğine dönüşür. Gizilgücünde eskimeyen eskiyle yeninin birlikteliği…

Eskimeyen eskiyi değerlendirmek geçmişe dönüş sayılmamalı…

Eskimeyen eskinin üstüne hoyratça toprak atılan yerde uygarlık bilincimizin bir dalı var tutunacak: Toplumsal belleğimiz. ‘Nesli tükenmemiş’ aydınlarla bilim adamlarının kurumlaşma çabalarında somutlanan umar dalı bu.” (Cumhuriyet, 13 Mart 1995)

ESKİ’DEN YENİ’YE

Kurdakul, düşüncesini daha eskilere götürerek Tanpınar’dan örnekliyor:

Ahmet Hamdi Tanpınar kuşağı için kentler, insanların ‘kendi ruh haletlerine göre seçtikleri mazi hatıralarının, hasretlerinin aydınlığıdır’. Bu aydınlığı korumaya çabalayanlar için yapı, sokak, semt birlikteliği. Birliktelik dağıldı mı, kalan çeşme, korunan türbe alışılmış eşyalar gibi soyutlanır gider. Eskimeyen eskinin bütünselliği sökülüp parçalanmışsa ne kentinizin kimliği kalır ne geçmişin kültürü. Ne de anıların duyarlığı...”

(Anıların duyarlığı: Bir sanat fabrikası olan BASAD’a dokunma cesareti “Kültür sözcüğünü duyunca elim tabancama gidiyor” anlayışını getiriyor aklıma.)

Düşünle söyleyiş arasındaki dengeyi olabildiğince gerçekleştiren” Melih Cevdet ve kuşağının iki özelliği olduğunu belirtiyor:

Ezberin kolaycılığına kaçmamak”, “yeni’den korkmamak.”

Garip hareketinin “Nâzım Hikmetle -(hâlâ) ‘Tanrı Şair’ sayılan- Yahya Kemal’in varlığına karşın yeniyi arama cesaretinin ürünü” olduğunu, Garipçilerin tepkileri ve atılganlıklarıyla şiiri raydan çıkardıklarını söyleyenlerin yanıldığını, Garip’in şiirimizde “alışılmıştan öç almanın ilk aşaması” olduğunu söylüyor Kurdakul.

 “Katlanmaya çalıştığımız şu zor zamanlarda bile iyimserlik ağaçlarımın ender yaşanan bir sevinçle rüzgârlandığını duyuyorum… Işığım kilitlenmez ki benim” diyerek şiire ve umuda çağırıyor:

 “Kısırdöngülere girdiğin bir dönemde, karşına çıkan şiire kapalı mı kalıyorsun, kork kendinden! Yaratmanın güzelliğine açıksan, sevecensen umudun tükenmez senin.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Savaş ve insan 14 Aralık 2024
Zaman, savaş ve insan 7 Aralık 2024
Tüketilmek 30 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları