Öner Yağcı

Zaman, savaş ve insan

07 Aralık 2024 Cumartesi

Nasıl bir dünyada, nasıl bir toplumda yaşıyoruz sorusunun yanıtı, insanın kendini nasıl var edebileceğini, varlığıyla yaşamın gidişini nasıl et­kileyebileceğini de gösterir.

Yaşamın güzelleştirilmesi için çaba harcayan insan, bunca zaman sonra hâlâ savaşların, zulmün sürdüğü bir dünyada nasıl vicdanı rahat yaşasın.

Öyleyse vicdanının verdiği görevi gerçekleştirmek için bir uzun koşuya çıkmak zorundadır.

BİR UZUN KOŞUDUR YAŞAM

Bir uzun koşu olan yaşam, uzay ve devinimle maddenin temel varoluş biçimlerinden olan zaman içinde sürmüştür, sürmektedir.

Zaman, insanın içinde olduğu, yarıştığı, onu taşıdığı ve yaşattığı bir süreç olarak varlığını sürdürür.

Tarih, insanın, dün yaşananları bugüne ak­tardığı değerli bir kültür varlığı olarak bugün yaşananların da yarına aktarılmasında insanın elindeki en önemli olgulardan bi­ridir.

Tarihten, yaşanandan dersler çıkarılması, ya­şamdaki yanlışlıkların giderilmesi, doğruların egemen olduğu bir güzel yaşamın yaratılması için bir uzun koşuya çıkmak gerekir.

Bilincimizden bağımsız olarak bizi kuşatan ve var olan her şeyi bir zincirin baklaları gibi birbirine bağlayarak, birbirinin yerine koyarak sonsuzca sürdüren zamanın, insanı tüketmesine izin vermeye kimsenin hakkı yoktur.

İNSANLIĞIN DRAMIDIR GÖRÜLEN

Yunus Emre’nin “Yanan kömür/ Kızan demir/ Örse çekiç/ Vuran biziz” dizeleriyle tanımlanan insanların yaşamı, Karacaoğlan’ın “Sual eylen bizden evvel gelene/ Kim var imiş biz burada yoğ iken” dizeleriyle birbirine bağlanır.

Yaşam, zamanla birlikte sürüyor ve insanın gelecek zamanlara aktaracakları için bugünün dünyasına bakınca gördüğü tablo, iç açıcı görüntüler sun­muyor.

Acı, sevinç, hüzün, coş­kularla bir yaşam süren insanlığın dramıdır tabloda görülen.

Toprağı, dağı, ovası, denizi, ırmağı, gö­lü, binası, sokağıyla kirlenen bir dün­ya.

Çöplüğe dönüşmüş bir dünya ve bu çöplüğün içinde yaşayan, insanın duyguları, düşünceleri, düşleri, inançları da kirleniyor.

Her şeyin alınıp satıldığı, değerinin parayla öl­çüldüğü, kültürün, sanatın, aşkın, sevginin her şeyin tüketildiği bir dünyayı görmek, insanın yüreğini burkuyor.

Bun­lara eklenen bağnazlık, barbarlık, kan, vahşet, saldırganlık, zorbalık, katliamlar, savaşlar allak bullak ediyor insanı.

20. yüzyıldan miras aldığımız bu yüzyıla bakınca gör­düğümüz bu kirlenme, tüketilme ve savaş görüntüleri, insanın aşması gereken zor­lukların ne denli büyük olduğunu gösteriyor.

Karşı karşıya olduğumuz ürkütücü gerçeklik, insanlığın dünden getirdiği bir miras olarak kapımızı çalıyor ve Kızılderili atasözünde olduğu gibi “çocuklarımızdan ödünç aldığımız” geleceğimizin karartıldığını da gösteriyor.

ÜRKÜTEN TABLODA SAVAŞ

İlyada’da destanlaşan savaştan yüzyıllar sonra karşı karşıya geldiğimiz bu tablo, insanlığın sürekli kanayan utanç anıtıdır.

İnsan bu utançla yaşamak istemiyor, savaşı insanlığın yazgısı olmaktan çıkarmak istiyor.

Zamanın insana verdiği görev budur.

Savaşların yer­yüzünden silinmesine katkıda bulunmak, zamanın ve ya­şamın dayattığı en zorunlu görevidir insanın.

GÖREV İNSANIN

Kötülüğü iyileştirmenin görevinin insanda olduğunu ne güzel anlatmış Bertolt Brecht:

“Tankınız ne güçlü generalim,/ Siler süpürür bir ormanı,/ Yüz insanı ezer geçer./ Ama bir kusurcuğu var;/ İster bir sürücü./ Bombardıman uçağınız ne güçlü generalim,/ Fırtınadan tez gider, filden zorlu./ Ama bir kusurcuğu var;/ Usta ister yapacak./ İnsan dediğin nice işler görür, generalim,/ Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin./ Ama bir kusurcuğu var;/ Bilir düşünmesini de.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları