Örsan K. Öymen

Aydınlanma ve laiklik

21 Mart 2019 Perşembe

Laiklik, aydınlanma hareketinin özünde olan bir kavramdır. Laiklik olmadan aydınlanma olmaz. Aydınlanma o nedenle ortaçağdan çıkışı temsil eder. Ortaçağ siyasetin, devletin, hukukun, eğitimin, bilimin, sanatın, felsefenin ve sosyal yaşamın dinin emrine girdiği bir dönemdir. Aydınlanma ise insanların dinlerin kölesi olmaktan çıkmasıdır.
Laiklik dinin, siyaset, devlet, hukuk, eğitim, bilim, sanat, felsefe, sosyal yaşam üzerinde hegemonya kurmaması, bu alanlara müdahale etmemesi ve bu koşulla dini inanç ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınmasıdır. Laiklik bir uzlaşma formülüdür. Laiklik bir taraftan dini ortadan kaldırmaz, bir taraftan da dine bir sınır çeker.
Ortaçağ anti-laik teokratik bir yapıdır. Bizans İmparatorluğu da ortaçağda gelişen yapılanmalardan birisidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük hatası, söz konusu Bizans yapılanmasının Müslüman bir versiyonu olması ve bu yapılanmayı ortaçağ sona erdikten sonra da sürdürmeye çalışmasıdır. Avrupa “Rönesans” ve “Aydınlanma” olarak adlandırılan, yani 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar ki dönemde, bilimde, felsefede, sanatta ve siyasette devrim niteliğinde gelişmelerin altına imza atarken, Osmanlı bu dönemde, yüzlerce yıl sürecek uzun bir kış uykusuna dalmıştır. Avrupa’da bu dönemde Kopernik, Kepler, Galilei, Newton gibi bilim insanları; Bacon, Hobbes, Locke, Berkeley, Hume, Descartes, Spinoza, Leibniz, Kant, Rousseau gibi filozoflar; Da Vinci, Raffaello, Botticelli, Michelangelo gibi ressamlar ve heykeltraşlar ortaya çıkarken, Osmanlı bu alanlarda uyumuştur. Kuzey Amerika’da 1776’da ve Fransa’da 1789’da, monarşinin, feodalizmin ve teokrasinin yıkılmasının yolunu açan iki büyük siyasi devrim gerçekleşirken, Osmanlı 20. yüzyıla kadar bu devrim sürecinin de dışında kalmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919 yılından itibaren gerçekleştirdiği devrimler, 1789 Fransız devriminin Osmanlı’daki gecikmiş bir yansımasıdır.
Günümüzde, Türkiye Cumhuriyeti’nin geri kalmışlığının en büyük nedeni, Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalmışlığıdır. Değişim, dönüşüm ve devrim bir anda olan şeyler değildir. Bunun için uzun süren bir birikim ve altyapı gereklidir. Avrupa bugünlere yaklaşık 500 yıllık bir birikimin sonucunda gelmiştir. Bu birikime katkı yapanlar büyük bedeller ödemiştir, bu süreç son derece sancılı geçmiştir. 700 yıllık bir kaybı 100 yılda telafi etmek olanaklı değildir.
Aslında aydınlanma hareketi Antik Yunan döneminde, MÖ 7. ve 6. yüzyılda Batı Anadolu’da başlamıştır. Miletos antik kentinde, “mitos”tan “logos”a, yani söylenceden akıl yürütmeye, kavramsallığa ve kuramsallığa geçiş süreci başlamıştır. Miletos’ta Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, daha sonra Klazomenai’de Anaksagoras, Ephesos’ta Herakleitos gibi filozoflar bu süreci başlatmışlardır. Burada felsefe ve bilim alanında ortaya konan çalışmalar daha sonra antik Atina kentine geçmiş Sokrates, Platon, Aristoteles, Epikuros, Zenon gibi filozoflar ve bilim insanları, MÖ 5., 4. ve 3. yüzyıllarda, felsefenin ve bilimin gelişmesine büyük katkılar sağlamışlardır. Felsefe ve bilim buradan, Batı’ya ve Doğu'ya yayılmıştır.
Bizans’ta yaklaşık 1000 yıl boyunca bir Sokrates, Platon ve Aristoteles çapında önemli bir filozofun çıkmamış olması tesadüf değildir. Osmanlı’da da 700 yıl boyunca, ortaçağ standartlarında önemli sayılabilecek olan Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd çapında bir filozofun bile çıkmamış olması da tesadüf değildir.
Teokratik emperyal bir zihniyetten böyle şeyler zor çıkar. O nedenle günümüzde gelişen neo- Osmanlıcılık, asrın en büyük safsatalarından, hurafelerinden ve saçmalıklarından birisi olarak kalmaya mahkûmdur.

----------------------------------------------------------------------------


“Aydınlanma Nedir?” ve “Felsefe ve Laiklik” başlıklı seminerlerim YouTube’da yayınlanmaktadır. Bu konuda ayrıntılı bilgiler bu yayınlardan edinilebilir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları