Diplomasi Trafiği!

04 Şubat 2014 Salı

Yeni yıla Türkiye “yoğun diplomasi trafiği” ile girdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, beş yıl aradan sonra Avrupa Birliği görüşmeleri için Brüksel’e gitti. Tahran’dan yeni döndü. Ayağının tozuyla dün Berlin’e uçtu.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye bağlantılı 2. Cenevre görüşmelerinde ABD ve bazı Avrupa Birliği dışişleri bakanları ile görüşmeler yaptı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 22 yıl aradan sonra Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ı “resmi ziyaretinde” ağırladı. Ardından “resmi ziyaret” için Roma’ya gitti. Bu “yoğun diplomasi trafiğini” izlemekte zorlandık!
Hollande’ın “ziyareti” öncesindeki değerlendirmelerimizde yanılmadığımızı algıladık! Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği konusunda “gelişme beklemediğimize” en somut örneği protokole iki AB’li bakanın konumlarını göstermiştik. Türk AB Bakanı, Hollande’ı havaalanında “resmen” karşılarken, pek çok bakanın bulunduğu Hollande’ın heyetinde Fransız AB Bakanı yoktu, diye yazmıştık.
örüşmeler sonrasında Hollande şöyle konuştu: “Fasıllar tamamlanınca ilgili halkların kararına göre üyelik hipotezi (varsayım) düşünülebilir. Ben, sürecin sürmesi gerektiğine inanıyorum. Her koşulda bu Fransa’da halkoylamasına tabidir. Bu arada temel haklar, hukuk devleti, yargı gibi konular var. İşte bu süreç Türkiye’de bazı şeylerin değişmesine destek sağlayacaktır!”
Hollande, Türkçede futbolcuların deyimiyle “zamana oynamak” yöntemini uygulamakla kalmıyor, kararı Fransız halkının oyuna bırakıyordu. O yazımızda AB’de bu üyeliğe en karşı çıkan ülkenin yüzde 83 oranı ile Fransız halkı olduğuna da dikkati çekmiştik.
Bu sözlere ortak basın toplantısında Gül de yanıtında “Müzakereyi bitirince de tam üye olunacak’ diye yine bir şey yoktur. Belki Türk halkı, o gün ‘Hayır, biz Norveç’in yaptığını yapmak istiyoruz’ diyecektir ama bunlar bugünün konusu değildir diyerek AB sürecinin, çıkmaz sokakta, ölme eşeğim ölme gibi bir durumda olduğunu doğruladı.
Görüşmenin ardından bir “çıkardaş” gazetemizin “AB için açık çek” başlığına kasıklarımı tutarak katıla katıla güldüm!

***

Ünlü “soykırımı inkâr yasasının” da bu görüşmelerde gündem oluşturacağına değinmiştik. Hollande, bu konuda “soykırım” sözcüğünü kullanmadan “Fransa’nın duruşunu zaten biliyorsunuz!” dedikten sonra “zamana oynamak” için dikkati başka yöne şöyle çekti:
“Bu yıl, trajedilerle dolu olan 1. Dünya Savaşı’nı anacağız. Tarihe bakmak her zaman acı verici. Fakat çaba gösteren halk herkesin gözünde büyür.” Bu yıl Avrupa, 1914’te patlayan 1. Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümünü anmaya hazırlanıyor.
Martta Türkiye gibi yerel seçimlere gidecek olan Fransa’da Ermeni oylarını yitirmek istemeyen Hollande, “AİHM’nin Perinçek kararını” bile göz ardı ederek “olmak ya da olmamak” gibilerden, ne “evet” ne de “hayır” dedi!

***

Ankara-Paris arasındaki bu iki temel sorunun dosyaları yine tozlu raflara kaldırıldı. Peki, Hollande neden geldi? 15 milyar dolara yaklaşan ticaret hacmini yürütebilen Türkiye’yi “AB üyesi” değil de bir “pazar ülke” olarak gördüğü için geldi. Bakanları, “faturaları çok yüksek olan Türkiye’de savunma, enerji alanlarına yatırımlar ve satışlar için” heyetinde yerlerini almışlardı...

***

Çankaya Köşkü’nde Gül, Hollande onuruna bir akşam yemeği verdi. Bu tür yemeklerde şampanya kadehleri “şerefe” diyerek kalkar. TV ve basına yansıyan görsellerde herkesin önünde altın varaklı, Bohemya kristalinden dörder bardak vardı. Biri su, biri şampanya, biri beyaz şarap ve biri de kırmızı şarap bardağı idi.
Bu görsellerde Gül, Hollande’a “şerefe” derken “içinde su bulunan şampanya bardağını” kaldırmıştı. Erdoğan ise bardakların özelliğini bilmediği için olacak, bir diplomatik pot kırarak Hollande’a “şampanya kadehi” yerine “su bardağı” ile “şerefe” demişti. Bu kadeh kaldırma geleneğinin kökeni Orta Asya Türklerine uzanır. İÖ’ki yüzyıllarda Orta Asya’da Türk beyleri, aralarında bir anlaşma yaptıklarında “toluy” denilen “şarap kadehini” kaldırarak
“anlaşmaya sadık kalacaklarına şarap üzerine ant içtikten sonra” kadehlerini ağızlarına dikerlerdi. Aynı uygulama, dönemin işadamları arasındaki ticaret anlaşmalarında da geçerliydi...
Kaldı ki Anadolu’dan şarabı Fransa’ya, Perslerin istilasından sonra Avrupa’ya yelken açıp başta Marsilya olmak üzere Akdeniz kıyılarında çeşitli kentler kuran Lidler götürmüşlerdi. Şimdi Hollande, Erdoğan’a “Orta Asya Türk geleneğine neden uymadığını” ya da “neyin üzerine ant içtiğini” sormaz mı? Ya da “AB üyeliğinin üzerine bir bardak soğuk su içti” diye düşünmez mi?

***

Fransız basınına Ankara görüşmelerinden daha çok İstanbul’da güzel sanatçı Candan Erçetin’e taktığı nişan yansıdı. Aldattığı “fiili baş hanım” Valerie Trierveiler’siz Türkiye’ye gelen Hollande, nişanını takarken Erçetin’i güzelce yanaklarından öptü. İlginç olan genelde böyle bir durumda kadınlar bir ayaklarını kaldırırlarken, resimde görüldüğü gibi tam tersine Hollande’ın ayağını kaldırmasıydı!
Bu sahne kadar Fransız basınına Erçetin’in söylediği iki şarkı yansıdı. Birincisi “Kaldırım Serçesi” olarak tanınan, ünlü Fransız şarkıcı Edith Piaf’ın “Hiçbir Şeyden Pişman Değilim!” şarkısını söylemesi salondaki Fransız konukların gülüşmelerine yol açtı
Ardından, Hollande’ın seçimi kazandığı gece Trierveiler ile coşku içinde dans ettiği, yine Piaf’ın “Pembe Yaşam” anlamına gelen “La Vie En Rose” şarkısını seslendirdi. Erçetin, bu iki şarkının siyasal boyutunu bilmiyordu, ama Fransızların gülüşmeleri daha da arttı
Hollande, Erçetin’i yanaklarından bir kez daha öptükten sonra sahneden gülerek inerken salondaki alkışlardan dolayı yüzü kızardı! Bu olay, Fransa’da bir TV “söyleşi-gösteri” programında da “haftanın ilginç olayları” sıralamasında 8. oldu.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları