Tahrik olmak... Kendine hâkim olamamak...

22 Mart 2024 Cuma

Trabzonspor-Fenerbahçe maçı... Sahaya giren ilk taraftar Hasan Ç. ifadesinde şunları söylemiş: “Karşı takımın futbolcularının tahrik edici hareketleri nedeniyle bir an kendime hâkim olamadım. Sahanın içine girdim.” 

Taraftar tahrik olur, kendine hâkim olamaz, karşı tarafa saldırır... Kadın cinayetlerinde erkeklerin savunması konu ne olursa olsun aynıdır: “Tahrik oldum, kendime hâkim olamadım...

Sokak hayvanlarına yönelik şiddetin de gerekçesi yakındır: “Bir anlık öfkelendim. Kendime hâkim olamadım…” 

Ya hasta yakınlarının sağlık görevlilerine, doktorlara yönelik şiddeti... 

İstediği şarkıyı çalmadığı için müzisyenlerin öldürülmesi... 

Peşi sıra gelen cümle de şöyledir: “Özür dilerim hâkim bey (ya da hanım) çok pişmanım...” 

Bu ülkenin, bu toplumun önemli sorunu. Hemen tahrik oluyor. Öfkesine ya da nefsine hâkim olamıyor. Bu durum daha önce olmadığı kadar arttı. Neden? Hiç düşündünüz mü? 

İnsan denir mi bunlara? Sadece dürtüleri ile hareket edene? Cehaletin, eğitimsizliğin rolü büyük. Ama... Evet aması da var. 

Böl ve yönet” üzerine inşa edilen “kutuplaştırma ve öfke siyaseti” ile beslenen sistemin tabanda kimlik bulması olamaz mı? Şiddetin sıradanlaştırılması, kabullenilmesi olamaz mı ? 

Büyük Fransız düşünürü ve matematikçisi Blaise Pascal, insanı en iyi tanımlayanlardan biri: “İnsan nasıl bir kâbus: ne kadar değişik ve yeni, ne kadar canavar, ne karmaşık, çelişki ve mucize dolu. Her şeyini bir tartın: Bir solucan, ama gerçeğin de hazinesi, yanlışlık ve kuşkuların lağımı, evrenin şerefi ve pisliği.” 

Yüzyıllar birbirini kovalıyor ve bu gerçek değişmiyor. İyi ile kötünün sonsuz savaşı... 

Savaşın terazisi ise ADALET

Hukuk rayından çıktığında, hakkını aramada insanın adalete olan güveni sarsıldığında, insanlığın onurunu, adil düzeni korumak için koyulan yasaların “sözde” kaldığı, uygulamada hukukun sadece gücü elinde tutana ve onun ideolojilerine hizmet ettiği ortaya çıktığında çözülme de başlar... O çözülme durdurulamadığında çürümeye gelir sıra, kurumların tek tek çürümesine, yozlaşmasına... 

Duymuşsunuzdur elbet Bağcılar sucusunu. Evlere su satan 60 yaşındaki bir adamın mahallenin çocuklarına yaptığı sistematik tacizi. İstanbul’un tam göbeğinde. Ses duyulmasın diye su deposunun arkasına yaptığı “sessiz odayı”. Öncesi de var. Hakkında suçlamalar, hapis yatmalar... Ama bir çıkış noktası bulunuyor o ve onun gibiler için. Ya delil yetersizliği ya pişmanlık indirimi. En olmadı af... 

Düşünce suçluları yıllar boyu hapiste çürürken, katillerin, sapıkların elini kolunu sallayarak ortalıkta dolaşması... 

Şiddeti durdurmanın yolları yok mu? Tabii var. Eğer istenirse çok var... 

Kadına yönelik şiddetle mücadelede en önemli araçlardan biri olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkalı iki yıl geçti. “İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmek” aynı zamanda “demokrasiyi yok saymak, kadınlara karşı şiddete, bu insan hakları ihlaline göz yummak” demekti. Dinletemedik sözümüzü... 

***

Ali Sirmen’i uğurladık. Bir döneme damgasını vuran gazeteci büyüğümüz. İdoldü bizim için, doğruları savunması ile dik duruşu ile... Özleyeceğiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Biz modern insanlar... 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları