Öztin Akgüç

Ayrışan Çin ve Türkiye

16 Eylül 2020 Çarşamba

Gelişmiş olarak nitelendirilen ekonomiler, 2007- 8 sonrası işsizlik, talep yetersizliği, düşük büyüme hızı, deflasyona yuvarlanma tehlikesi ile durağanlığa girmişken, koronavirüs - Covid-19 etkisiyle durağanlık ekonomik krize dönüştü. Virüsün, ekonomi üzerinde daraltıcı, işsizliği artırıcı etkileri, yılın ikinci çeyreğinde daha da belirginleşti. Revize edilse, kesin olmasa da daralma ABD’de yüzde 9, Avrupa Topluluğu Avro bölgesinde yüzde 11.8, İngiltere’de Brexit etkisiyle de yüzde 30’a yakın, Japonya’da yüzde 28.1 olarak gerçekleşti. Daralan dünya ekonomisinden ayrışan tek ülke Çin oldu. Çin, yavaş da olsa ekonomik büyümesini sürdürdü, ihracatını ve dış ticaret fazlasını artırdı. Geçen yüzyıllarda emperyal güçlerin zorla uyuşturucu sattıkları bir ülkenin günümüzde siyasal ve ekonomik açıdan başat konuma gelmesi, önyargısız olarak incelenmesi gereken bir olaydır. 

Çin’in bugünkü konumunu, ekonomik analizi olmayacak ama bu gelişmenin gizi, büyüsü bir Çin atasözünde aranabilir. “Hedefin bir yıl ise pirinç ek, on yılsa ağaç dik, yüzyıl ise insan yetiştir” atasözüne  uygun hareket eden Çin, üreterek, dikerek özellikle de insan yetiştirerek bugünkü başat konumuna ulaştı. Biz ise tarım ürünü net ihracatçısı iken, buğday hatta saman ithal eder duruma düşerek, orman varlığımızı rant için yakarak, maden arıyoruz diye yok ederek, yerlerine daha sonra kuruyan fidanlar dikerek övündük. Siyasal ikbal güdüsü ile ve/veya ideolojik saplantılarla çocuklarımızın azımsanmayacak bir bölümünü imam hatip liselerine yönelterek hatta zorlayarak eğitim düzeyini, kalitesini düşürdük. Daha vahimi çocuklarımızın bir bölümünü din istismarcılarının eline düşmesini engelleyemedik. Günümüzde kamuoyuna yansıyanlar bir aysbergin görünen kısmı olabilir. Yaşanan istismar, taciz, hatta tecavüz olaylarının, ne gibi fiziksel, psikolojik travma, bozukluklar yarattığını da tam bilmiyoruz. Çin, pozitif olarak dünya genelinden ayrışırken biz, yüksek işsizlik, daralma, hızlı enflasyon, ulusal paramızın aşırı değer yitirmesiyle de dünyadan zıt yönde ayrışarak, kırılgan, riskli ülkeler grubunun ön sıralarında yer aldık. AKP, yüksek yıkım gücüyle yalnız mevcudu değil, geleceği de tahrip ediyor. 

Yakınma, eleştiri yeterli ve etkili olmuyor, laf değil çözüm gerekiyor. Siyasal partiler, sivil toplum örgütleri, vakıflar sorunun bir parçası olmamalı, çözüm üretmelidirler. Siyasal partiler, STK başkanlıkları, kişisel egoların tatmin yeri olmamalı, topluma karşı sorumluluklarını, yükümlülüklerini yerine getirmelidir. Demeç vermek, sorunları yinelemek, içeriği tartışmalı bildirgeler yayımlamak çözüm getirmiyor. Ülkenin geleceğini, eksenini, Karadeniz de bulunan doğalgaz, Kaz Dağları’nda çıkarılacak altın madeni değil, yetişmekte olan kuşakların tercihleri, nitelikleri belirleyecektir. 

Diploma ticareti yapan sözde vakıf üniversiteleri kuracağımıza, çocuklarımızın bir bölümünün din tacirlerinin eline düşmesini görmezden geleceğimize; konservatuvarlar, araştırma merkezleri, laboratuvarlar kurabilseydik, sanatçılar, bilim insanları, araştırmacılar yetiştirebilseydik, ülkemizin etkinliği, saygınlığı da bu günkünden farklı olurdu. Kalkınma, kişinin yalnız gelirinin artması değil, değer yargılarının, davranış biçiminin değişmesi, yaşam kalitesinin yükselmesidir. 

Ülkenin geleceğini yetişmekte olan kuşaklar belirleyeceğinden, eğitim kalitesinin yükselmesine, gençlerin, tarikatların-cemaatlerin- şeyhlerin güdümünde heder olmalarını önleyecek önlemlere odaklanmamız gerekir. Vatandaşına iyi eğitim vermek devletin yükümlülüğü, görevidir. Devlet, kişilerin değil, toplumun, ülkenin çıkarlarını gözeten, vatandaşa karşı sorumlulukları olan bir kurum olarak algılanmalıdır. 

Vakıflar, STK’ler, eğitim, sanat, sağlık, spor alanlarında kamu görevi niteliğinde hizmetleri yerine getirerek kamunun yükünü hafifletebilirler. Bizde ise kamuya yararlı olanlar bir yana bırakılırsa, şirket, dernek statüsünde olanlar, vakıf etiketi altında kurularak kamuya yardımcı olacakları yerine, kamudan kendi lehlerine kaynak aktarmaktadırlar. Vakıfların, STK’lerin kamuya katkıları sınırlı ölçülerde kalmaktadır. 

Sorunların çözümü için, tarikatların, cemaatlerin, şeyhlerin toplumdaki etkinliğinin azaltılması da gerekir. Faaliyetlerini yasaklamak, hele hele denetim altına alınmaları gibi önerilerin çözüm getirmeyeceği, geçmiş denemeler sonuçları dikkate alındığında etkili olamayacağı açıktır. Sorunun çözümü, devletin vatandaşa eğitim vermesi sorumluluğunu yerine getirmesine, gerekli olanakları vatandaşına sağlamasına bağlıdır. Geri kalmış yörelerde sanayileşme, eğitim işlevi de yaparak kişilerin değer yargılarının değişmesine katkıda bulunacağı gibi, kişilerin cemaat, tarikat, emperyal güçlerin tuzaklarına düşmesine de engel olur. 

İyi niyetli, kamu yararı gözeten, özverili, yetenekli kişilerin göreve gelmesiyle sorun çözülebilir. Ülkenin gerçek zenginliğinin yetenekli insan kaynağı, beşeri sermayesi olduğu dikkate alınmadan, maddi varlık arayışını çözüm olarak algılamak, Türkiye’nin dünya genelinden zıt yönde ayrışmasını hızlandırır. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları