Şahin Aybek

Herkes yabancı dil öğrenebilir!

10 Mayıs 2021 Pazartesi

“Herkesin bir yabancı dil öğrenme potansiyeli vardır. Küreselleşen dünyada bireylerin en az bir yabancı dili iyi bir şekilde bilmeleri ve kullanmaları büyük bir önem taşıyor. Hangi okul türü olursa olsun mezun olan tüm öğrenciler artık uluslararası iş arama ve iş yapma zorunluluğu içindedir. Öte yandan dünyadaki bilimsel gelişmeleri takip etmek, inovasondan uzak durmamak ve dünya vatanadaşı olabilmek de yabancı dil öğrenme zaruriyetini ortaya koyuyor.”

“Çocuklar en fazla kaç dili aynı anda edinebilirler? Yabancı dil öğrenmenin ideal yaş aralığı var mıdır? Dil öğrenmek yetenek işi midir? Yabancı dil öğrenmek için yurtdışında yaşamak şart mıdır? Yabancı dil öğrenmek isteyen bireyler nereden başlamalı? Yabancı dil öğrenim sürecinde film ve dizilerin rolü nedir? Hangi ülkeler yabancı dil eğitiminde başarılıdır? Anlıyorum ama konuşamıyorum doğru mudur?”

Eğer siz de yukarıda gördüğünüz sorulardan bir veya birkaçını hayatınızın bir döneminde sorduysanız Prof. Dr. Cem Balçıkanlı’nın kaleme aldığı Bilim ve Gelecek Yayınları tarafından yayımlanan “50 Soruda Dil Öğrenme” kitabını ilginç ve faydalı bulacaksınız. Prof. Dr. Cem Balçıkanlı ile yeni kitabını ve dil öğrenmeye dair pekçok şeyi konuştuk.

Cem hocam, yeni kitabınız hayırlı olsun. “50 Soruda Dil Öğrenme” isimli kitabınızın hikayesini ve içeriğini anlatabilir misiniz? 

Öncelikle teşekkür ederim.  Elbette. 50 soruda dil öğrenme, en genel anlamıyla dil öğrenmeyi pek çok boyut açısından ele aldığım bir kitap. Ancak bu kitapta ele alınan konuları tartışırken sadece bilimsel araştırmaları özetlemek istemedim. Aksine kitabı herkesin çok rahat bir şekilde anlayabileceği sadelikte kaleme alıp dil öğrenme üzerine doğru bilinen yanlışları irdeledim. Bu irdeleme sürecinde de yine imdadıma bilim yetişti. Hangi 50 soruyu kitaba ekleyeceğimi doğru bir şekilde belirlemeliydim. Öte yandan Bilim ve Gelecek Kitaplığı tarafından yayımlanan 50 soruda dizisindeki diğer kitapları da yakından takip ediyordum. “50 Soruda Yapay Zekâ”, “50 Soruda Aydınlanma”, “50 Soruda Evrim” ve “50 Soruda Evren” gibi kitaplarda bu kavramların 50 soru açısından ele alındığını da biliyordum. Ben de bu mantıktan hareketle üzerinde en fazla kafa karışıklığı olan ve pek çok kişinin merak ettiği sorulara yönelmem gerektiğini düşündüm. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde görev yapan değerli İngilizce öğretmenleri başta olmak üzere toplumun değişik katmanlarında bulunan pek çok insandan dil öğrenmeye ilişkin soru topladım. Dil öğrenmeye yönelik en çok merak edilen kavramlar hangileriydi? En çok hangi boyutlarda bir kafa karışıklığı vardı? Değişik yaş gruplarına göre bu kavramlar farklılık arz ediyor muydu? Uzun bir çabanın sonunda toplam 1.500 soruluk bir havuz oluşturdum. Sonunda en çok merak edilen ve sorulan soruların yanıtlarının bulunduğu 50 soruyu ele almaya karar verdim. Elimizdeki kitap bu sürecin bir ürünüdür.

Hocam, burada gerçekten detaylı bir çalışma yürütülmüş. Öyle anlaşılıyor ki bu kitap toplumumuzda dil öğrenmeye karşı genel bir yargıyı da ortaya koyuyor. Böyle söyleyebilir miyiz? 

Aslında tam olarak söyleyemeyiz. Zira elimizdeki verilerin temsil edilebilir olması için bilimsel olarak kabul görmüş istatistiksel araçlardan yararlanmalıyız. Evrendeki örneklemenin de temsil edilebilir boyutta olması gerekir. O zaman elimizdeki sorularla böyle bir yargıya ulaşmamız mümkün olabilir. Ancak yine de toplanan sorular bize bazı hususları aydınlatmada ışık tutabilir. 

Neler olabilir onlar? Hangi noktalar veya kavramlar için detaylara sahip olabiliriz? 

Mesela, toplanan sorular arasında frekansı en yüksek olanlardan- yani en çok tekrar edilenlerden-ikisi dil öğrenmeye başlama yaşı ve çocukların birden fazla dile maruz kalmalarının boyutlarına ilişkin sorulardı. Açık ara en çok merak edilen konulardan olan dil öğrenme yaşına ilişkin toplumda eskiden baskın olan bir yargının geçerliliğini hala sürdürdüğünü görüyoruz. Daha açık bir şekilde ifade edecek olursak, çocukların dil edinirken birden fazla dile maruz kalmalarının zararlı olup olmayacağı görüşüyle ilgili bir belirsizlik hakim. Şöyle ki; eskiden dil edinim sürecinde çocukların tek bir dil sistemine sahip olduğuna inanılırdı. Bu sistemin işleyişine göre, Türkçe-İngilizceyi aynı anda edinen bir çocuk için çevresinde duyduğu kelimelerin iki ayrı grupta değil de tek bir grupta bulunduğu farz edilirdi. Diğer bir deyişle, araba, water, oyuncak, game vb. kelimeler tek dilli bir çocuğun geçirdiği süreç gibi olurdu ve tek grupta toplanırdı. Ancak bu alandaki son araştırmalar bize tam tersi bir durumu göstermektedir. İki dil sistemi olarak anılan bu yaklaşıma göre her iki dile de maruz kalan çocuklar, her iki dildeki kelimeleri ayırt edebilme ve bunların ne zaman kullanılmasını gerektiğine karar verebilmektedir. Diğer bir deyişle, iki dilli ortamda büyüyen bir çocuğun annesiyle İngilizce, babasıyla ise Almanca konuşması gerektiğini bilmesi iki dilli bir sistemin varlığını gösteriyor. Bu soru dışında üzerinde en çok soru işareti olan bir diğer boyut ise dil öğrenmenin yetenek işi olup olmadığıydı. Her ne kadar dil öğrenimi literatüründe dil yeteneği diye ifade edebileceğimiz bir kavram olsa da dil öğrenmenin yetenek işi olduğunu söylememiz mümkün değil. Başka bir deyişle, dil öğrenmeye bazı insanların yeteneği var ve onlar öğrenebilir, ama diğerlerinin yeteneği yok ve öğrenemezler diyemeyiz. Peki ne diyebiliriz? Çok dil bilen kimseler olan polyglotların dil öğrenme stratejilerini inceleyen araştırmalarda ortaya koyulduğu üzere bazı insanlar dil öğrenmede daha başarılı olabilir. Böyle vakalar olsa da dil öğrenme yetenek kavramıyla tam anlamıyla özdeşleştirilebilecek bir olgu değildir. Herkesin bir yabancı dil öğrenme potansiyeli vardır. Aslolan kendisine uygun yöntem ve stratejilerle bu süreci yönetebilmesidir. Bu iyi bilinmelidir. 

Kitaptaki bu soruları hangi bakış açısıyla sınıflandırdınız? Kitabın bölümleri nasıl oluştu? 

Bu soruyu sorduğunuz için teşekkürler. Zira bu sınıflandırma meselesi üzerinde en çok düşündüğüm noktalardan biriydi. Kitapta toplam dört bölüm var. Kitap; dil ve dil gelişimi, yabancı dil öğrenimi, yabancı dil öğrenme yolları ve son olarak da Türkiye ve dünyada yabancı dil eğitimi başlıklarından oluşuyor. Toplanan soruları bu başlıklar altında sunarak kitabın daha rahat okunmasını sağlamayı amaçladım. Mesela, az önce tartıştığımız konuları dil ve dil gelişimi ve yabancı dil öğrenimi başlıklarında derinlemesine inceledim. Bu soruların anlaşılır ve birbiriyle olan ilişkilerini netleştirmek adına sorular arasında zaman zaman göndermeler de yaptım. Örneğin, iyi bir yabancı dil öğrencisinin özelliklerini tartıştığım sorudan hemen sonra bu soruda ele aldığım öğrenen özerkliği kavramını bir sonraki soruda daha detaylı bir şekilde tartıştım. Bunu yaparken ki en büyük amacım da okumadaki akıcılığı sağlamak ve ilişkilerin sağlam bir zemine yerleşmesine yardımcı olmaktı. 

Hocam kitabın son bölümünde Türkiye’deki dil eğitimine ilişkin de analizler var. Burada benim dikkatimi çeken sorulardan biri “Anlıyorum ama konuşamıyorum” cümlesi üzerineydi. Bu sadece biz Türklere özgü bir şey midir? Bilimsel olarak açıklaması nedir? 

“Anlıyorum ama konuşamıyorum.” cümlesinin ilk kısmındaki anlıyorum ifadesinin en mantıklı açıklaması şudur. Yeterli miktarda dil girdisi almamıza rağmen henüz istendik düzeye ulaşamadığımızdan dolayı konuşamıyor olabiliriz. Ya da ne kadar anladığımız da şüphelidir. Anladığımızı düşündüğümüz bir okuma veya dinleme metninin ne kadarını anlıyoruz acaba? Anladığımızı düşünüyor olabiliriz. Diğer bir boyut ise dil becerileriyle ilgilidir. Yabancı dil öğrenme aşamasında konuşmak anlamaktan daha sonra gerçekleşebilir. Tıpkı çocukların ana dillerini edinme sürecinde olduğu gibi. Yabancı dil öğrenmeye çalışmış pek çok kişinin bu süreci başarıyla tamamlayamamalarının bir sonucu olarak anlayabildiklerini ama konuşamadıklarını söylemeleri bu başarısızlığın kısmen de olsa açıklanabilir olduğunu gösteriyor. Başka bir dilde kendini ifade edebilmek için risk almanın önemi üzerinde duran pek çok araştırmanın ileri sürdüğü üzere, bireylerin konuşmaya cesaret edemediği durumlarda böyle bir cümleye sığındıkları da sık sık gözlemlenen bir durumdur. Dolayısıyla bu yargı bilimsel temeller ışığında bünyesinde kısmen doğruluk payı barındırıyor olsa da yabancı dil öğrenmeye çalışan bireylerin kendi çabalarını gerekçelendirmek suretiyle kullandıkları bir bahane de olabilir.

Peki diğer ülkelerde durum nedir? Onlar da anlıyor ama konuşamıyor mu, hocam? 

“Anlıyorum ama konuşamıyorum.” mantığıyla kurgulanan araştırmaların sadece ülkemizde olduğunu söyleyebilirim. Hatta bunun bir sendroma dönüştüğünü ifade eden bireylerin sayısı da az değil. Dünyadaki araştırmalar konuşma becerisinin daha geç geliştiğini ortaya koysa da ülkemizde yapılan sınırlı sayıdaki araştırma özellikle bu cümle etrafında toplanıyor. Japonya ve Tayland’da gerçekleştirilen araştırmalarda, harcanan çaba ve zamana rağmen konuşma düzeyinde istenen başarıya ulaşılamaması kültürel boyutlarla ilişkilendiriliyor. Bu da son derece mantıklı. Zira kültürümüzde “Diğerleri ne der?” baskısı yabancı dilde konuşmamızın önündeki en büyük engellerden biri değil mi? Ünlü fizikçi Richard Feynman tarafından yazılan “Başkalarının Ne Düşündüğünden Sana Ne” isimli müthiş kitap da bunu anlatıyor. 

Son olarak bu kitap kimler için faydalı olur? İçinde pek çok bilimsel araştırma olduğu gibi güncel örnekler de bulabiliyoruz. Mesela ben dizi ve filmlerin dil öğrenme sürecindeki rolünü tartıştığınız sorudaki BTS grubunun hikayesini çok ilginç buldum. Onu biraz açar mısınız? 

Memnuniyetle. Dünyanın en popüler müzik gruplarından biri olarak kabul edilen BTS, günümüz gençliğinin dinlemekten keyif aldığı K-pop kültürünün en önemli temsilcilerinden. Grubun Amerikalı televizyon programcısı Ellen DeGeneres’in ünlü programı The Ellen Show’a konuk olarak katıldığı bölümü izledim. Programın başında grup üyelerinden kendilerini tanıtmalarını isteyen DeGeneres, kendisini grup lideri olarak tanıtan RM’in İngilizcesinden öyle etkileniyor ki ona İngilizcesinin nasıl bu kadar iyi olduğunu soruyor. RM’in bu soruya verdiği cevap özellikle yabancı dil öğrenmek isteyen ve yaşları 15 ila 30 arasında değişen bireylerin en çok merak ettiği konuların başında geliyor. Bu soruyu kendi İngilizce öğretmeninin Friends isimli dizi olduğunu söyleyerek cevaplayan RM, çocukluğunda Koreli ailelerin çocuklarının Friends dizisini izlemelerini çok istediğini ekliyor. İngilizce öğrenirken de tüm bölümleri defalarca izleyerek çok eğlenceli bir öğrenme süreci geçirdiğini söylüyor. Biz yakından biliyoruz ki film ve diziler sayesinde dil öğrenme süreci çok keyifli bir hal alıyor. 

                                                 

Peki kitap sizce kime hitap ediyor? 

Öncelikle elbette İngilizce öğretmenleri başta olmak üzere tüm öğretmenlerin, öğretmen adaylarının ve eğitimle ilgilenen herkesin bu kitaptan faydalanacağına inanıyorum. Dil öğrenmeye ilişkin araştırmaların bize yol göstereceğine inancım tam. Küreselleşen dünyada bireylerin en az bir yabancı dili iyi bir şekilde bilmeleri ve kullanmaları büyük bir önem taşıyor. Hangi okul türü olursa olsun mezun olan tüm öğrenciler artık uluslararası iş arama ve iş yapma zorunluluğu içindedir. Öte yandan dünyadaki bilimsel gelişmeleri takip etmek, inovasondan uzak durmamak ve dünya vatanadaşı olabilmek de yabancı dil öğrenme zaruriyetini ortaya koyuyor. Bilimden yararlanarak pratik uygulamaların da öneriler şeklinde sunulduğu kitap aynı zamanda dil öğrenme konusunda kafa karışıklığı yaşayan insanlara da bir kılavuz görevini yerine getirecektir.

Bu keyifli söyleşi için tekrar teşekkür ederim. Kitabınızın okuru bol olsun. 

Ben de size çok teşekkür ederim. Benim için de çok keyifliydi.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları