Şahin Aybek

Rehberlik Ekipler Amiri Salim Ünsal ile 2022 YKS’nin ve eğitimin tomografisini çektik…

20 Haziran 2022 Pazartesi

Bugün twitter sosyal mecrasının rehberlik ekipler amiri Salim Ünsal hocamızla birlikteyiz. Hocam önce sizi tanımayanlar için kısaca bir Salim Ünsal profili çizer misiniz? Kimdir Salim Hoca? 

Şahin hocam çevrek asrı geçen bir eğitim yolculuğunun son kilometre taşı diyelim bu amirlik işine. İlk 2011 yılında o platforma girdiğimde burada kim ne yazıyor, bu nasıl bir site diye işin açıkçası uyum sağlayamamış hatta zorlanmıştım. Beni takip eden yok ben de kimseyi takip etmem gerektiğini bilmiyorum. Boş bir ekranla bakışıyoruz. Sonra önerilen profillerden bir kaçını takip ettikçe ufak ufak bir şeylerin döndüğüne şahit olup züğürt ağanın domates sattığı o sahnedeki ilk hoparlör anonsu gibi çekinerek birkaç tweet atıp sonradan ısınınca yazıp çizmeye başladık. İlk etapta işin açıkçası ne yazmam hangi gündemi takip etmem gerektiğini de çok bilmiyordum. Sonra sonra bir baktım siyasi konulara ufak ufak yelken açıyorum. Sonra kendime dedim ki evlisin, barklısın sorumlulukların var az ağır ol. Bildiğin asıl konuya odaklan ve eğitimi yaz. O kısa arayıştan sonra eğitim adına kalem oynatmaya başladık ve o gün bugündür de genelde eğitim ve sınavlar üzerine yazıyorum. 

Oraya gelinceye kadar uzmanlığın bir arka planı mutlaka olmalı. Yolculuğun o kısmına gelinceye kadar hangi yollardan geçtiniz hocam?

Elbette. Daha ülkede bu tür sosyal platformları bırak internet hatta bilgisayarın olmadığı yıllardan başlayan bir yolculuk. Sivaslıyım. İlk ve ortaöğrenimimi orada tamamladıktan sonra yolum İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümüne düştü. Hani şimdi çocuklara ve gençlere bol bol tercih ve kariyer bilgileri veriyoruz ya, berber kendi söküğünü dikemezmiş derler ya, ben de psikolojiyi nasıl kazandığımı kaçıncı tercih olarak yazdığımı hiç bilmiyorum. Hukukçu olma hayaliyle girdiğimiz 1988 ÖSYS’sinin bir anda bizi beklentilerin 30-40 puan gerisine atacağını nereden bilebilirdik. Bir sınav mağduru olarak psikoloji ile tanışmış oldum. O zaman sonuçlar gazetede yayınlanırdı. O sonuç gazetesine ilk baktığım ve o kodun Psikoloji olduğunu gördüğüm an çok üzülmüştüm. Bu da mı gol olmadı der gibi karalar bağladım bir süre. Bölüme kaydolup derslere başlayınca yanlış tercihin aslında beni doğru adrese getirdiğini fark ettim ilk bir ayın sonunda. Güle oynaya bitirdik bölümü. İstanbul Edebiyat denince akla ilk hergele meydanı gelir. Orası sosyalleştirdi bizi de. 

O dönem Psikoloji denince akla sadece klinik alan gelirdi. Ben klinik alana çok meraklı değildim. Mezuniyet sonrası öğretmenlik veya rehberlik yapmayı daha çok kafaya koymuştum. Öyle de oldu. Okul sonrasında Mardin’in bir köyüne ilkokul öğretmeni olarak atandım. Ancak askerlik görevinde olduğum için göreve başlayamadım. Geldikten sonra da bir başka sınır köyüne atamam yapılınca işin açıkçası cesaret edemedim ve resmi görevim sadece 1 gün 1 gece sürdü ve İstanbul’a geri döndüm. 

Askerliğiniz hangi dönemdi hocam?

93-94 yılıydı hocam. Çok çetin yıllardı. Bu boy ve o kiloyla Isparta dağ komandodan Başkale ve Yüksekova arazisine sağlam 17 ayım geçti. Zor ama bir o kadar da eğitici ve öğretici yıllardı. Yok askerlik anımı anlatmayacağım…

Peki hocam sonra göreve nerede başladınız? 

Baktık kamu görevi kapanınca dedik özel sektöre girelim. 1995 yılında bir dershanede rehber öğretmen olarak başladım ama ne idarenin ne öğretmenlerin ne de öğrencilerin rehberliği bilmediği bir dönem. Hoş bizim de okuldan getirdiğimiz bilgiler doğal olarak teorik olduğundan biz de çoğu şeyi sıfırdan orada öğrenir olduk. Kurumda muhasebecinin masasının yanında bir masa verdiler bize veli öğrencinin taksitini ödedikten sonra bir de rehberlikçiyle konuşayım bakayım bizim keratanın durumunu deyip biraz önce yüklü para ödemiş amir sıfatıyla görüşüyorduk ilk zamanlarda velilerle. Sonra sonra oraya da bir disiplin kazandırdık ama. 

Bugün rehberliğin eğitim kurumları, öğrenciler ve veliler açısından önemi anlaşılmış ise ve bunda naçizane benim de payım ve katkım olmuşsa bu beni çok mutlu eder. Yaklaşık 24 yıl rehberliğin her kademesinde görev aldım. Önce öğretmen olarak sonra yönetici olarak. 5 meslektaşım ile başladığım zümremi 150 meslektaşımla bitirdim. Gelenler gidenler hariç. Ekipler amirliği de sanırım oradan çağrıştı ve profil bioma girmiş oldu. 

Bildiğim kadarıyla bir de televizyonculuk maceranız olmuştu. Kısaca ondan da bahsedelim ve konumuza yani eğitime ve sınavlara dönelim mi?

Evet şimdiye kadar hep benden bahsettik ve ben hiçbir röportajımda bu denli kendimi anlatmamıştım bu bir ilk oldu. 3 Yıl SKYTURK kanalında 5 Yıl 24 TV’de ve 1 yıl da TV8’de eğitim ve sınav odaklı düzenli programlar yaptık. Acun Ilıcalı kanalı satın alıp program formatlarını komple değişmese belki hala TV8’de program yapıyor olurduk. Tabi bu işin şakası. 2010’lu yılların ikinci yarısından itibaren sosyal mecralar daha yaygınlaştı ve geleneksel medya yerini sosyal medyaya bıraktı. Orada hedef kitleye daha rahat erişebildiğimizi gördüm. 9 Yıl her hafta ekranlardayken bizi kimse tanımazken twitterda var olmaya başlayınca takipçilerimin artık sokakta çarşıda pazarda tanımalarına şahit oldum. Bu benim için çok değerliydi ve doğru bir platformu kullandığımı düşünüyordum. Benim hikayem pek özet olmadı ama özetle bu Şahin hocam.

Peki hocam ne olacak bu sınavların hali? Eğitim nereye gidiyor? Buradan ana konumuza bir giriş yapalım mı?

Evet yapalım, geç bile kaldık. Sınavların halinden önce eğitimin hali üzerinde kısa bir değerlendirme yapmak gerek diye düşünüyorum. Değişim ve dönüşümün menbaı olan okullar ne yazık ki kendini değiştirip dönüştüremeyen kurumlar haline geldi. Niceliksel anlamda bir şeyler yapılmadı diyemem. Okul, derslik, eğitim öğretim materyali vs. geçmişten bugüne çok şey ve önemli yatırımlar yapıldı. Ancak nitelik konusunda ne yazık ki gün geçtikçe kan kaybediyoruz. Bunun pek çok sebebi var. En başta insan kaynakları konusu geliyor. Eğitim, hizmet sektörünün merkezinde. Hizmet sektörünün ana aktörü de insandır yani öğretmen. Yıllardır öğretmen yetiştirme konusuna yeterli önemi veremedik. Hiçbir şey olamazsa öğretmen olsun diye gönülsüzce üniversiteye gönderilen gençler öğretmenlik mesleğinin algısını ne yazık ki zayıflattı. Son 50 yılda öğretmenliğe ilişkin pek çok hatamız oldu. Alandan olmayanı öğretmen olarak atadık, formasyon şartı aramadığımız zamanlar oldu, kısa süreli sertifika programlarına katılanlara sen öğretmensin dedik, akademi dünyası teorik eğitimden pratiğe evirip genç öğretmenleri sahaya süremedi, şimdi de atama sorunlarıyla boğuşuyoruz… Bunlar ilk akla gelenler. 

Eğitimdeki bir diğer sorunumuz sık sık değişen içerik ve müfredatlar ama bir türlü günceli yakalayamamamız. Özellikle son 20 yılda her gelen bakana göre şekillenen ve geri bildirim alınmadan terkedilen ve bir türlü dikiş tutmayan eğitim politikalarımız. Bir eğitimci olarak eğitimin hep siyasetler üstü olmasını arzu etmişimdir ama ne yazık ki bunu da istediğimiz ölçüde başaramadık. 

Nihayetinde son 30 yıldır da merkezi sınavlar belirleyici olmaya ve süreci kompanse etmeye başlayınca koca koca okullar birer kurs merkezine, dershaneye dönüşür gibi oldu. 

Sınav sistemi de bu değişikliklerden nasibini aldı. Örneğin 1998 Yılında sınav sistemindeki depremin artçıları hala sürüyor. Hadi ÖSS olsun onunla devam edelim dedik olmadı. ÖSS’yi kaldıralım YGS-LYS yapalım dedik, puan ve test çeşitliliği bol, kafa karıştırıyor dendi ve YKS’ye evrildi. Her değişikiğin arka planındaki amacı sınava yönelimin harını küllendirmek, ateşini düşürmekken gördük ki yangın bacayı her seferinde sarmış. Her geçen yıl üniversite kapısındaki kalabalık artmaya başladı. Gerçi son yıllarda artan üniversite ve kontenjan sayıları ile birlikte yer sorunumuz azalmış olsa bile bu sefer de akademik eğitim sıradanlaşmaya başladı. Mezuniyet sonrası istihdam kanalları yeterince açık olmadığı sürece akademik eğitimin de eski esprisi kalmadı. Cumhuriyet tarihinde diplomalı işsizliğin en yoğun olduğu dönemden geçiyoruz. Mesleki eğitimin önemini ve algısını güçlendirmeden de bu yığılmanın önüne geçemeyeceğiz gibime geliyor. Doğal olarak üniversitenin de artık kendini yenilemesi ve güncellemesi gerekiyor. Yakın vadede bir çıkış yolu bulamazsak genç nesle ne yazık ki güzel bir gelecek ve iyi bir hayat bırakamayacağız. Test şıkları arasına sıkışmış kuşaklar yarattık ve bu cendereden bir an önce çıkmamız gerekiyor.

Hocam sınavların eğitim sistemini nasıl tekdüze hale getirdiğini görüyoruz evet ama yakın vadede bundan çıkabileceğimize inanıyor musunuz?

Biz çoğunlukla anı yaşayan bir topluluğuz. Uzun vadeli planlarımız ne yazık ki pek olmuyor. Sınavlar açısından da uzun vadeli bir çözüm düşünmek yerine günü kurtarma çabası içindeyiz. Sınav olmazsa bunca genci nasıl seçecek ve bir üst okula yerleştireceğiz kısır döngüsüne takılıp hadi bu sene de böyle devam etsin eğiliminden bir türlü kurtulamıyoruz. Bu da çözüm arayışlarını hep geciktiriyor. Ara ara yapılan sistemsel değişiklikler de çözüm olmaktan çok uzak. Elbette sınavsız bir modelin yakın vadede olabileceğine dair büyük beklenti içerisinde değilim. Ancak bir yerden başlamak gerekiyor. Çocukların duygu, düşünce, ilgi, yetenek ve becerilerini ölçmekten uzak salt akademik becerilerini ve çoğunlukla da ezber bilgilerini ölçen bir sınavın baskın bir karakter olmasının artık zamanı geçti geçiyor. İlkokul hatta okul öncesinden başlayan çocuğun sosyal, duygusal ve akademik gelişim süreçlerini takip edecek sistemi bir şekilde hayata geçirmemiz ve bir üst kademeye geçişte bunu da bir parametre olarak kullanmamız gerekiyor. Okul veli işbirliğini artırmamız gerekiyor. Okulların ölçme değerlendirme standardını sağlamamız gerekiyor. Bir öğretmene düşen öğrenci sayısını mutlaka azaltmamız gerekiyor. Temel derslerin yanında çocukların kişisel gelişimlerine katkı sağlayacak kültürel, sanatsal ve sportif dersleri artırmamız gerekiyor. Okulun networkunu genişletmemiz hatta gerekirse her okula belli özerklikler sağlamamız gerekiyor. İş dünyası ile okulları bir potada eritebilecek işbirlikleri gerekiyor belki de. Üniversitelerimizi de fildişi kuleler olmaktan çıkarıp güncel program zenginliğini sağlamamız ve daha demokratik ve özerk bir yapıya dönüştürmemiz gerekiyor.

Eğitimde dertlerimiz gani hocam say say bitmiyor. Biz biraz da günümüze dönelim mi? Bu yıl da bir sınav yapıldı ve adaylar soruları cevaplandırdı şimdi sonuçların açıklanmasını bekliyorlar. Sınav analizlerinizi yıllardır ilgiyle de takip ediyoruz. Bu yılın adayları da doğal olarak bu yılın yorumlarını bekliyorlar. Ne oldu, nasıl oldu ne olacak şimdi?  

Biz merkezi sınavları analiz ederken hep bugünden geriye doğru bir yöntem izler referans noktamızı hep bir önceki yıldan başlatırız. Geçen yılın sınavı zorlayıcı ve zaman alıcı bir sınavdı. Bu yıl öğrencilerden edindiğimiz izlenim sınavın geçen yıla oranla daha kolay olduğu yönünde. Kolay olması iyi bir durum mu derseniz kesinlikle evet diyemem. Haddinden fazla zor olması da sıkıntılı bir durum haddinden fazla kolay olması da. O haddin miktarını en azından bu yıl için bilmiyoruz zira henüz resmi değerlendirmeyi göremiyoruz. İlk izlenimlerim geçen yıla oranla ölçme ve seçme becerisi daha objektif bir sınav olabileceği yönünde. Geçen yıl kabus haline gelen matematik testinde bu yıl azıcık insafa geldiklerini gördük. Geçen yıl ölçme becerisi zayıf olan Türkçe testinde bu yıl sanıyorum ki daha nitelikli sorular sorulmuş. Bunlar olumlu şeyler. Şimdi merakla ortalama ve standart sapmaların ne olacağını bekliyoruz. Geçen yılla bu yıl arasında büyük farklar çıkmaz ise tercihler açısından sıralamalarda büyük oynamalar yaşanmayacaktır. Ancak testlerde 1-2 netlik farklar oluşursa sıralama açısından sıkıntılı bir yıla girebiliriz. Adaylar daha yüksek puanlara erişmesine rağmen daha alt sıralarda pozisyon alabilirler. Nispeten zor sınavın yapıldığı yılın hemen arkasındaki yıl sıralama hayal kırıklıklarının yaşandığı yıllar olur. Umarım böyle bir sorun ile karşılaşmayız. Yarım asırdır sınav uygulayan ÖSYM’nin bir yıldan diğer yıla zorluk kolaylık skalası bu kadar geniş bir sınav üretmemesi gerekir ama oluyor. Pandemiyi en yoğun yaşayan grubun girdiği bir sınav olduğu için bu yılın ortalamalarında çok radikal değişiklikler de beklemiyoruz işin açıkçası. Bekleyip göreceğiz.

Hocam katılımın da en yoğun yaşandığı bir sınav oldu. Bunda barajların da kaldırılmasının payı büyük. Kalabalığın artması sıralamaları ne ölçüde etkiler?

Barajların kaldırılması doğal olarak sınava girme fikri olmayan bazı adayları yeniden sınava girmeye teşvik eden bir karar oldu. Geçmişte barajla sorunu olan önemli bir kitle YKS’ye başvuruda bulundu. Her yıl ortalama 100-150 binlik bir artış gerçekleşiyorken bu sene 650 binlik bir başvuru artışı yaşadık. Bu artışın nitelik artışı olduğunu düşünmüyorum. Daha önceden bu deneyimi yaşamış ama bir şekilde başarısız olmuş kitle hazır barajlar da kalkmış bu durumdan istifade edip üniversiteye kapak atalım diyen akademik başarı anlamında nispeten düşük profilli adaylardan oluşan bir kitle. Sınava ilk kez giren ya da baştan itibaren sınava girme fikri ve hazırlığı olan, öte yandan barajla bir derdi olmayan adayları fazlasıyla etkileyen bir sıralama kaymasının yaşanmayacağını bekliyoruz. Sıralama yoğunlaşmalarının daha alt puan bölgelerinde yaşanacağını tahmin ediyoruz. Başvuru rekor düzeyde bu kadar yoğun da olsa sınava girmeyen ve tercih hakkı kazanmasına rağmen tercih yapmayacak olan aday sayısında da önemli bir artışın yaşanacağını düşünüyoruz. 

Hocam bu durum nitelik bakımından üniversiteler için ne tür sorunlar doğuracak? Daha zayıf öğrenciler mi girecek üniversiteye?

Tüm bölümlere olmasa bile daha önceki yıllarda kontenjanını yüzde 100 doldurmaya muvaffak olamamış bazı bölümlere doğal olarak bu klasmandaki bazı öğrenciler yerleşecekler. Bu da yine doğal olarak bir nitelik sorununu karşımıza çıkaracak. Ancak kaldırılan barajlar da üniversitelerde niteliği artıracak nitelikte puanlardan oluşmuyordu. Temel yeterlilik testindeki soruların yüzde 12’sini yapan aday önlisans alan yeterlilik testinin yüzde 20’sini yapan aday da zaten lisans tercih hakkını elde edebiliyordu. 10-15 soru yaparak üniversiteye girilebilen bir sistemdi barajlı sistemde. Gerçek anlamda nitelik arıyorsak rasyonel bir baraj belirlememiz ve bunun da puansal olarak TYT’de 220 AYT de ise 250 ile 280 arasındaki puanlardan belirlenmesi gerekiyordu. O zaman da mevcut kontenjanların ancak yüzde 30 veya 40’ını doldurabilirdik. 

Hocam anladığım kadarıyla barajın kaldırılmasının arkasında bu kontenjan doluluk sorunları yatıyor. Sizin bu konudaki fikriniz nedir?

Tamamen katılıyorum. Biz YKS modelini uygulamaya başladıktan sonra sınav sistemi hiç fark etmeden bir eleme sınavı modeline bürünmüş oldu. Önceki sistemde daha çok aday bu barajları geçebiliyorken sistemi ağırlıklı olarak Matematik ve dil becerileri üzerine kurgulayınca bir baktık ki çoğu aday bu barajları geçmekte zorlanıyor. Bunda birkaç yıldır sınavlarda yeni nesil soru kalıplarının kullanılmasının da elbette payı oldu. Okullarımızda sıklıkla uygulanmayan bir soru formatı ile çocuklar ne yazık ki merkezi sınavlarda tanışır oldular. Bu soru formatındaki deneyimimiz de çok eski değil. Son yıllarda PISA sınavlarındaki ülke performansımız fazlaca gündem olunca asıl amacı sıralama olan bu tür merkezi sınavları da bir anda o tür bir soru kalıbına sokmaya çalıştık. Bu soru kalıbını eleştirmiyorum hatta uygun buluyorum. Ancak okullardaki ölçme değerlendirmeyi klasik usül testlerle yapıp merkezi sınavlarda bu soru kalıplarına yönelmeyi eleştiriyorum sadece. İşte tüm bu sebeplerle örneğin geçen yıl 2,5 milyon adaydan sadece 390 bininin sayısal alanda tercih hakkı kazanmış olması bardağı taşıran son damla oldu. Geçen yıl 1 milyon 10 bin kontenjanımız vardı. Tüm bu kontenjanları 2,5 milyon öğrenciden sadece yaklaşık 950 bin tanesi tercih etti ve bunların da bazıları yerleşemeyince ilk yerleştirmede bir anda 195 binlik bir boşluk kaldı. Bunun da yüzde 70’i devlet üniversitelerindeydi. Sonraki ek yerleştirmeler de derde derman olmadı ve son tahlilde üniversiteler kaydolmayanlarla birlikte 214 binlik boşlukla eğitim öğretime başladılar. Sistemin en büyük çelişkisi bu. Bir tarafta kapıda yığılma var, diğer yanda içerideki koltuklar boş kalıyor. Sistemin eleme vasfı tamamen ortadan kaldırılmış oldu barajların kaldırılması kararıyla.

Peki hocam şimdi üniversitelerde yüzde 100 doluluk olacak mı?

Sanmıyorum ki yüzde 100 dolsun. Bu çok iddialı bir yerleştirme olur. Sıralama barajı nedeniyle zaten Mühendislik, mimarlık ve bazı öğretmenlik dallarında boşlukların yine kalması olası. Hakeza Hukuk’ta devlette boşluk kalmasa bile sıralama barajı 100 bine çekildiği için vakıflarda önemli sayıda boşluklar oluşabilecek. Geçtiğimiz yıllarda hiç öğrencinin yerleşmediği ya da yerleşen olmasına rağmen büyük ölçüde boşlukların kaldığı programların yine yüzde 100 dolacağını beklemiyoruz. İçinden geçtiğimiz ekonomik krizin de doğal olarak vakıf üniversitelerinin ücretli programlarının tercihini etkileyecek olması da olası gibi gözüküyor. Geçen yıllara oranla daha fazla gencin üniversiteli olacağı kesin ama full dolu bir yerleştirme süreci beklemiyoruz. 

Hocam biraz da aday öğrencilere doğru yönelelim. Şu an sonuç açıklanana kadar ne yapsınlar, sonuçlar açıklandıktan sonra nasıl bir yol izlesinler?

Şu an anın tadını çıkarsınlar. Ancak şunu da unutmamak lazım tercih süresi çok kısıtlı. Adaylar genel olarak sınava hazırlanıyorlar ama kahir ekseriyetinin üniversiteye hazır olduklarını söyleyemem. Bu nedenle sonuçlar açıklanıncaya kadar biraz üniversiteye hazırlık işine odaklanabilirler. Özellikle mesleki ve akademik programlara ilişkin genel bir bilgi sorunu olduğunu görüyoruz. Çocukların önemli bir kısmı hem kendilerini objektif olarak tanımıyorlar hem de gidecekleri bölümler hakkında çok net fikirleri olmayabiliyor. Çok güzel puanlar ve sıralar elde ediyorsun yani cebine tomarla para koymuşsun ancak reel ihtiyacını bilemeyince onu har vurup harman savuruyorsun. Bu sefer nasıl ki bu parayla ayakkabı alayım madem ona yetiyor diyorsun ya belki de ayakkabıdan farklı bir ihtiyacın var. Gençler ne yazık ki salt matematiksel veriler yani puanlar ve sıralar üzerinden tercihlerini şekillendiriyorlar. Ne yapmak istiyorum sorusunu sormak yerine trendlerin vahşi cazibesine kapılıp belki de hiç ilgi duymayacakları bölümlere yol alıyorlar. Her yıl sınava başvuran her 100 öğrenciden 25’i hali hazırda bir üniversitede okuyan ya da bir bölümü bitiren ama mezuniyet alanından memnun olmayan öğrencilerden oluşuyor. Bu hem emek hem zaman hem de para kaybı. Ben bu aralıkta gençlerin iç seslerini dinlemelerini ve bu sese karşılık gelecek üniversite ve programları bulmaya çalışmalarını tavsiye ediyorum. Tercih döneminde de yine ilgi yetenek ve beklentilerine uyan programlardan bir liste oluşturmalarını ve bilinçli seçimler yapmalarını öneriyorum. Puanım ziyan olmasın diye yapılan seçimler bazen doğru adreslere ulaştırmıyor. Lütfen bunu akıllarında bulundursunlar.

Hocam o kadar çok konuşacağımız şeyler var ki. Günlerce konuşabiliriz bunları. Ancak sizi de yorduk. Katılımınız ve samimiyetle verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları